Karaman’da Ensar Vakfı ile bağlantılı, 10’u doktor raporuyla kesinleşen ve toplamda 45 çocuğa yönelik cinsel saldırılar kadar, bu saldırıların ana akım medyada ele alınma biçimi, yetkililerin hukuksal süreci doğrudan yönlendirme çabaları, saldırının siyasal karakterinin yok sayılarak şahsi alana çekilmek istenmesi, mağdur çocukların ailelerine yönelik baskılar Türkiye’de hem hukukun hem de onurlu bir toplumsal yaşamın felç duruma getirildiğinin en önemli göstergesidir.
Adeta korumaya alınan ve yandaş köşe yazarları tarafından canhıraş biçimde savunulan söz konusu vakfın Çorum’da yürüttüğü faaliyetlerinde de yine vakfın başkanı tarafından çocuklara cinsel saldırı gerçekleştirildiği ortaya çıkmıştır. Çocukların cinsel saldırıya uğradığı mekanların yasal durumunun muğlaklığı, saldırıların vakıfla bağının görünmez kılınmasını sağlamaktadır. Ayrıca iki Karaman milletvekilinin (ikisi de AKP’li) bu konuda hala bir yorum bile yapmamış olması oldukça dikkat çekicidir. Bunun yanı sıra şehrin içinde şimdiye kadar Konfederasyonumuz KESK’e bağlı Eğitim Sen ile birlikte açıklama yapan bir sendika ve iki sivil toplum örgütü dışında protesto gerçekleşmemesi toplumsal olarak açıklanması pek de kolay olmayan bir durumdur. Toplumsal tepkilerin adeta rehin alınması savaş, baskı ve şiddet politikaları açısından sürüklendiğimiz noktayı açık biçimde ortaya koymaktadır.
Pozantı’da cezaevinde çocuklara yönelik cinsel saldırılarda da yüz yüze kaldığımız gibi cezasızlık, mevcut iktidar ilişkilerini koruyan ve bu kirli ilişkileri giderek denetlenemez bir hale dönüştüren bir faktör olarak sık sık işbaşındadır. Benzer hukuksuzluklar ve cezasızlık politikalarına karşı toplumsal onuru yeniden ve güçlü biçimde örgütleyemediğimiz sürece başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere pek çok toplumsal kesimi doğrudan baskı ve şiddetin kucağına ittiğimizin artık farkında olmamız gerekmektedir.
Çocukların her türlü korunmasından sorumlu olan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2015 yılında Deniz Feneri Derneği ile, üstelik derneğin dolandırıcılık ile ilgili davası henüz devam ederken bir protokol imzalayarak, korunma ihtiyacı içinde olan çocuklarla ilgili sorumluluklarını Deniz Fenerine devretmiştir. Çocukların bakımı ve korunmasına ilişkin sorumlulukların taşeron mantığı ile yürütülmesinde bir sakınca görülmemektedir. 2010 yılında Çorum’da yine Ensar Vakfı’nın başkanının, geçtiğimiz günlerde Rize’de Çocuk Esirgeme Kurum müdürünün cinsel istismardan tutuklanmış olması, suçluların çoğunlukla eski görevlerine geri dönebilmeleri, çocuklara yönelik toplu tecavüz olaylarının neredeyse gündelik hayatın normalleştirilmeye çalışılan bir parçasına dönmüş olması durumun ne kadar vahim olduğunu ortaya koymaktadır.
Sağlık ve sosyal hizmet emekçileri olarak bu zorlu süreçte hem çocuklar hem de aileler için yeterli düzeyde koruma sağlanıp sağlanmadığı konusunda son derece endişeliyiz. Bunun yanı sıra mevcut eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, sosyal hizmet ve savaş politikaları göz önünde bulundurulduğunda başta çocuklar olmak üzere tüm ezilen kesimler açısından oldukça büyük sorunlarla yüz yüzeyiz. AKP iktidarı boyunca cezaevlerine tıkılan, hedef gözetilerek öldürülen, cinsel şiddete maruz kalan, zorla çalıştırılan, yeterli düzeyde korumadan mahrum edilen, evliliğe zorlanan, eğitim hakkı yok sayılan, ilaçları karşılanmayan, sokaklarda yaşamak zorunda bırakılan, yeterli beslenemeyen çocuklarımıza yüz binlercesi eklenmiştir.
Bu vahim tablonun politik olarak kabullenilmesi, normalleştirilmesi, gözden uzak tutulması ve yok sayılması üzerine onurlu bir toplumsal yaşam inşa etmek mümkün değildir. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası olarak çocuklara mağduriyetten ve ölümden başka bir şey sunmayan tüm bu politikalara karşı yürüttüğümüz mücadeleden asla ödün vermeyeceğimizi ve susmayacağımızı bir kez daha ilan ederiz.