İçişleri Bakanı Atalay’ın KESK Ziyareti

Facebook
Twitter
WhatsApp

Hükümetin Kürt Sorunu’na ilişkin çözüm yaklaşımı kapsamında İçişleri Bakanı Sayın Beşir ATALAY Konfederasyonumuzu ziyaret etti. KESK’ e gelişinde Genel Başkanımız Sami EVREN tarafından karşılanan ATALAY yöneticilerimizle 1 saati aşan bir süre boyunca Kürt Sorunu’na ilişkin görüş alışverişinde bulundu. Basına kapalı geçen toplantı sonrası yapılan basın toplantısında ATALAY, çözüm sürecinde KESK’in katkılarını çok önemsediklerini, görüşme sırasında KESK yöneticilerinin konuya büyük bir açık yürekllilikle yaklaştıklarını belirterek teşekkür etti. Daha sonra söz alan Genel Başkan Sami EVREN Hükümetin çözüm yönünde yaklaşımını çok önemsediklerini, demokratik kitle örgütleri, sivil toplum kuruluşları, sanatçı ve aydınların bu süreçte katkılarının kritik olduğunu belirterek soruna kavga diliyle değil barış diliyle yaklaşmak gerektiğini belirtti. EVREN, Bakan ATALAY’a çözüm önerilerini sunduklarını belirterek, KESK olarak bu süreçte bize düşecek her sorumluluğu yerine getirmeye hazırız dedi.

KÜRT SORUNU VE ÇÖZÜMÜNE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİMİZ

Konfederasyon olarak içinden geçtiğimiz süreci, tartışmaları ve girişimleri oldukça önemsiyor, tarihsel bir dönüm noktası olarak görüyoruz. Ancak sürecin provokasyonlarla kesintiye uğraması ya da zamana yayılarak ve çözüme ilişkin gerçekçi, somut, zorunlu adımların atılmamasıyla boşa çıkarılması ihtimalleri karşısında da kaygılıyız. Çünkü 8. Cumhurbaşkanı Sayın Turgut Özal’ın benzer çabaları ölümünden sonra tam tersi bir sürecin başlamasıyla sonuçlanmıştı. Yine Sayın Süleyman Demirel’in Diyarbakır’da “Kürt realitesini tanıyoruz” söylemi büyük beklentilere ve umuda yol açmışken kısa süre sonra Şırnak, Lice’nin nerdeyse yerle bir edilmesi, köylerin boşaltılması gibi çatışmaların doruğa çıkmasıyla, DEP’li milletvekillerinin tutuklanmasıyla, binlerce insanımızın yaşamını yitirmesiyle, faili meçhullerin yaygınlaşmasıyla sonuçlanmıştı. Benzer bir süreç Sayın Mesut Yılmaz’ın “AB yolu Diyarbakır’dan geçer” ifadesinden sonra yaşanmıştı. Başbakan Sayın Tayip Erdoğan’ın 2005 yılında Diyarbakır’da sorunun adını doğru koyarak, Kürt sorununun çıkmasında devletin yanlış politikalarının etkili olduğu ve bu sorunu demokrasi ekseninde çözeceklerini ifade etmesinden sonra da oldukça olumlu bir siyasal atmosfer yakalanmıştı. Ne yazık ki, zamanında gerekli adımların atılmamasıyla yeniden umutlar sönmüş, yerini karamsarlık almıştı. Her bir kırılma ve beklentilerin boşa çıkması ciddi güven sorununun ortaya çıkmasına ve çeteleşmelerin, karanlık güç odaklarının daha da güçlenmesine neden olmaktadır.
Dolaysıyla hemen başta altını çizerek ifade etmek isteriz ki, bu kez çok dikkatli olunmalı, zamanında gerçekçi ve zorunlu adımlar atılmalı, ne aceleye getirilmeli ne de zamana yayılmalıdır. Herkese büyük sorumluluklar düşmektedir. Bu sorumlulukların başında şimdiye kadar yaşanan çözüm umutlarının boşa çıkmasına neden olan “açılımcı” yaklaşımların ötesinde, ciddi ve önemli yapısal adımlar atmanın gerektirdiği sorumluluk gelmektedir. Öte yandan demokratik zeminin giderek güçlenmesinin bir koşulu olan tartışmaların “kırmızı çizgiler” adına kesintiye uğratılmaması ve toplumun her kesiminin katılması önemlidir.

KESK kuruluşundan bu yana temel Türkiye’de eşitlikçi, özgürlükçü ve etnik, kültürel, inanca dayalı, farklılıkları tanıyan; insan haklarına dayalı bir demokrasinin gerçekleşmesi mücadelesi içerisinde olmuştur. Konfederasyonumuz bu mücadele sürecinde barışın ve kardeşliğin ödünsüz savunucusu olmuş, ülkeyi saran ırkçı, şoven dalgalanmalara rağmen bu tutumundan ödün vermemiştir.
KESK çalışma yaşamının demokratikleşmesi için verdiği mücadelenin yanı sıra Kürt Sorunu ile ilgili görüşleri nedeniyle birçok kez baskılara uğramış, üyeleri, yöneticileri soruşturmalar, sürgünler, işten çıkarmalar ve yargılamalara maruz kalmıştır. Bilindiği gibi 1990’lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu bölgesinde bazı üyelerimiz faili meçhul saldırılar sonucu öldürülmüş ya da sakat bırakılmışlardır. Bu nedenle Ergenekon davasına müdahil olma için girişimimiz olmuş ancak mahkeme tarafından uygun görülmemiştir. Bağlı sendikamız Eğitim-Sen’in tüzüğünde yer alan anadilde eğitim ifadesi nedeniyle kapatılmak istenmesi bunun en somut örneğidir. En son İzmir’de savcılığın sanal bir örgüt yaratarak, kendi içinde tutarsızlıklarla dolu bir iddianame sonucunda içinde Kadın Sekreterimiz, Eğitim Sen yeni ve eski kadın sekreterleri, eski genel sekreterimizin de bulunduğu yönetici ve üyelerimizin tutuklanmasının nedeni de konfederasyonumuzun Kürt sorunun çözümüne yönelik aktif tutum ve çaba içerisinde olmasındandır.

KESK, Kürt Sorununa ilişkin sadece görüşleri olan bir kuruluş değil, aynı zamanda kendi örgütlenmesini bizzat bu ilkeler üzerinde inşa etmiş bir konfederasyondur. Bu niteliği ile KESK Türkiye’deki tüm demokratik kitle örgütlerine, sendikalara ve siyasi partilere yönelik bir örnek oluşturmaktadır. KESK’in bütünlüğü halkların kardeşliği ilkesinin nasıl somutlanacağına dair önemli birikimler taşımaktadır. KESK, bu birikimlerini sorunun çözümü sürecine katkı sağlamak için ortaya koymaya hazırdır.
Türkiye’de insan hakları ve demokrasinin yerleşip gelişmesinin önünde bir türlü aşılamayan eşik “Kürt sorunu” olmuştur. Sorunun kaynağını ise Kürt kimliğinin inkâr edilmesi oluşturmaktadır.
Kürt Sorunu siyasi iktidarlar tarafından başından bu yana bir asayiş ve güvenlik sorunu olarak ele alınmış ve bu yaklaşımların sonucu olarak ayrımcılığa uğrayan yurttaşlarımız ağır bedeller ödemek zorunda kalmıştır. Cumhuriyet tarihi boyunca ortaya çıkan tablonun en ağır kısmını son otuz yılda yaşadığımız travma oluşturmaktadır. 40 binin üzerinde yurttaşımızı kaybettiğimiz bu savaşta, 100 binlerce yurttaşımız yaralanmış, sakatlanmış, milyonlarca yurttaşımız ağır fiziksel ve psikolojik travmalara maruz kalmıştır. Savaş sadece bu bedellere yol açmamış, aynı zamanda şovenizmin yükselişine, linç kültürünün gelişmesine, demokrasi ve insan hakları düşmanlığının yaygınlaşmasına neden olmuştur. Devletin ve hükümetlerin sorunu bir terör ve asayiş sorunu olarak gören yaklaşımı, şiddetin siyasal ve sosyal hayatımıza egemen olmasını, toplumumuzun parçalanmaya doğru sürüklemesini beraberinde getirmiş, kardeşlik kültürümüzün zayıflamasına yol açmıştır.
Son günlerde Kürt Sorunu’nun çözümüne ilişkin oluşan olumlu hava bütün bu yaşananlar düşünüldüğünde umut vericidir. Bu hava başta Kürt yurttaşlarımız olmak üzere halkımızda derin bir umut yaratmaktadır. Bu umutların kırılmaması için başta siyasi iktidar olmak üzere tüm siyasi partilere, demokratik kitle ve meslek örgütlerine, sivil toplum kuruluşlarına ve devlet kurumlarına çok önemli sorumluluklar düşmektedir. Yakalanan bu olumlu hava heba edilmemelidir.
Bunun için bize göre atılması gereken adımlar özetle ve maddeler halinde sıralamadan önce şunu da belirtmek isteriz ki, aslında söylenmeyen çok az şey kalmıştır. Ancak yapılanlar ise sorunun tarihsel kökeni ve büyüklüğü karşısında çok azdır. Yine sorunun çözümünde ille de tüm kesimlerin hem fikir olması, mutabakat sağlaması gibi bir zorunluluk varmış gibi yaklaşmak sürecin uzamasına ve provokatif girişimlere zemin sunacaktır. Kaldı ki, temel haklar etnik kökenden bağımsız olarak her yurttaşın insan onuruna yaraşır biçimde yaşayabilmesinin ilke ve normlarını oluşturur. Bütünseldirler, devredilemezler, dolaysıyla teminat altına alınmaları onaya bağlı değildir. İhlali karşısında bunun siyasal sorumluluğu hükümete aittir. Bu nedenle kimlik hakları sürekli ihlal edilen Kürtlerin bu haklarının teminat altına alınması bir tercih değil zorunluluktur.

1.    Çözüm yolunda atılması gereken ilk adım sorunun tarafları ve siyasal temsilcilerinin muhatap alınmasıdır.

2.    Soruna ilişkin tartışmanın toplumun geniş kesimlerine yayılması için her türlü çözüm önerisinin dile getirilebileceği özgür bir ortamın sağlanması zorunludur. Düşünce ve ifade özgürlüğünü yoruma yer bırakmayacak netlikte teminat altına alacak düzenlemeler yapılmalıdır.

3.    Öncelikle eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik yeni bir anayasa çalışması başlatılmalıdır. Yeni anayasa çalışmalarında başta siyasi partiler ve parlamento olmak üzere toplumun örgütlü kesimlerinin temsilcileri yer almalı, anayasal vatandaşlık tanımlaması eksen olmalı, başlangıç ilkelerinde herhangi bir etnik kimliğe, kurum ya da değere kutsallık atfedilememeli, “Türkiyelilik” kimliği öne çıkarılmalıdır.
 
4.    Siyasi Partiler Kanunu, Milletvekili Seçimi Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu, Milli Eğitim Temel Kanunu, Yüksek Öğretim Kanunu, Basın Kanunu ve Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu olmak üzere, temel hak ve özgürlüklere ilişkin yasalar yeniden düzenlenmelidir. Bu çerçevede seçim barajları kaldırılmalı ve seçimlerde Türkçe’den başka dillerin kullanılmayacağına dair yasa hükmü değiştirilmelidir.

5.    Siyasi parti mezarlığına dönen ülkemizde siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin düzenleme yapılarak açıkça şiddete çağrı fiili işlenmediği sürece kapatma olmamalıdır.

6.    Medyada halkların kardeşliğine zarar veren, nefret ve öfke duyguları geliştiren milliyetçi ve militarist dilin terk edilmesine yönelik düzenleme yapılmalıdır.

7.    Yerel yönetimlerin yetkileri  arttırılmalı her şeyi merkezden yönetmek anlayışı terk edilmelidir.

8.    Bölgeler arası sosyal-ekonomik farklılıklar ve eşitsizlikleri giderici önlemler alınmalıdır. Adaletsizliğe uğrayanlara pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır.

9.    Korucu sistemi kaldırılmalıdır.

10.    JİTEM, Kontrgerilla gibi yapılanmalar dağıtılmalı, toplumsal denetimin dışında, şeffaf olmayan derin yapılanmalar ilga edilmelidir.

11.    Güvenlik güçleri arasında vatandaşlara tam bir eşitlik ilkesi ile yaklaşım hakim kılınmalı; şoven, gerici kadrolaşma terk edilmelidir.

12.    Bölgedeki mayınlı araziler temizlenmeli, temizlenen alanlar toprak reformu ile bölge halkına paylaştırılmalıdır.

13.    Çatışma bölgelerinde tahrip olan, yakılan ormanlık alanların yeniden yeşillendirilmesi için çalışmalar başlatılmalıdır.

14.    Türkiye’nin taraf olduğu uluslar arası sözleşmelere; gerek Kürt sorununun çözümsüzlüğü politikalarının ve gerekse de çalışma yaşamının demokratikleştirilmesinden korkunun yansıması olarak koyduğu çekinceler kaldırılmalıdır.

15.    İlköğretim 12 yıl, zorunlu, parasız ve herkesin kendi anadilinde olmalıdır.

16.    Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelere yapılan kamu personeli atamalarında Kürtçe bilen, nitelikli, tecrübeli ve bölge insanına karşı önyargısız kişiler tercih edilmelidir.

17.    Eğitim sistemi bütünlüklü bir biçimde masaya yatırılmalı; müfredatta var olan milliyetçi, sınıfsal, inançları dışlayan ve cinsiyetçi örüntüler ayıklanmalı, yurttaşlar arasındaki eşitliği, kardeşliği ve insan haklarını temel alan özgürlükçü, demokratik yeni bir müfredatın oluşturulması süreci başlatılmalıdır.

18.    Kültürel haklar genişletilmelidir.
 
19.    Değiştirilen köy isimleri eski hallerine döndürülmeli, insanların çocuklarına kendi dillerinde istedikleri isimleri takmalarına engel olunmamalıdır. Ülkede yaşayan her yurttaşın kendi kimliği ve inançlarını geliştirme çabası teşvik edilmelidir.

20.    Genel Af çıkarılmalıdır.

21.    Bu süreçte bedel ödemiş, yakınlarını yitirmiş, fiziksel ve psikolojik travma koşullarında yaşamını sürdürmekte olan yurttaşlarımızın yarasını saracak önlemler alınmalıdır.

22.    Zorunlu göçe maruz kalmış yurttaşlarımızın köylerine dönüşleri sağlanmalıdır.

23.    Sokak gösterilerinde tutuklanarak yaşlarının katlarınca ceza istemiyle yargılanan çocuklarla ilgili yasal düzenleme yapılmalı, bu çocuklarımızın olması gereken yerlerine, okullarına dönmesi sağlanmalıdır.

24.    30 yıllık savaş boyunca gerçekleşen işkence ve katliamları, infazları, faili meçhul cinayetleri aydınlatmak ve sorumlularını yargı önüne çıkarmak için yasal altyapısı olan bir “Hakikatler Komisyonu” oluşturulmalı, bu komisyonda mağdurların da yer alması sağlanmalıdır.

25.    12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını engelleyen anayasa hükmü kaldırılmalı Diyarbakır Cezaevi başta olmak üzere cezaevlerinde işlenen suçlar; işkenceler, infazlar, katliamlar ve siyasi cinayetlerin soruşturulabilmesi ve sorumluların adalet önüne çıkarılması sağlanmalıdır.

26.    Yurttaşlar için hak arama kanalları sonuna kadar açılmalı, örgütlenme önündeki engeller kaldırılmalı; Kooperatifler kanunu, Dernekler Kanunu, Sendikal Kanunlar vb. anti-demokratik içeriklerinden arındırılmalıdır.

Bütün bu önlemlerin gerçekleşebilmesi kuşkusuz mevcut olumlu havanın korunabilmesine ve güvenin sağlanmasına bağlıdır. Bunun için, silahlar mutlaka susmalı, operasyonlar durdurulmalıdır. Hükümetin başlattığı girişim elbette olumlu ve değerlidir. Hükümet sık sık bunun bir paket olarak ele alınmaması gerektiğini ve bir süreç olduğunu vurgulamaktadır. Doğrusu da budur. O halde mademki bir süreç başlatılmıştır, şimdiden siyasal havanın yumuşatılması için en asgari uygulamalar hayata geçirilmelidir. Örneğin sanatçı Aram Tigran’ın vasiyetine rağmen Türkiye’de gömülmesine izin verilmemesi, basın açıklamasına katılanların bile gözaltına alınmaları, DTP kadro ve üyelerine yönelik operasyonlar ve tutuklanmalar, Konfederasyonumuz üye ve yöneticilerine yönelik tutuklamalar soru işaretlerine neden olmaktadır.

Sonuç olarak; kuruluşundan bu yana Kürt sorununun demokratik, barışçıl ve diyalog yöntemiyle çözümünü savunan ve bu yüzden bedeller ödeyen Konfederasyonumuz, içinden geçtiğimiz süreçte üzerine ne düşerse yapmaya hazırdır. Başlatılan bu girişimi destekliyor, bundan sonra da sürece emek ve meslek örgütlerinin, demokratik kitle örgütlerinin, siyasi partilerin, toplumun örgütlü kesimlerinin temsilcilerinin dahil edilmesinin zorunlu olduğuna inanıyoruz. Sürece engel olarak daha fazla kan akmasını ve bunun üzerinden siyaset yapmayı hedefleyenleri ise lanetliyoruz.
 

İLETİŞİM: SES – Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Çankaya, Kızılay, Necatibey Cad. No:82 D: 4, 06420 Ankara Telefon: (0312) 232 61 22 e-Posta: [email protected]

×