İstanbul Aksaray Şubemiz, İstanbul Tabip Odası ve Türkiye Sağlık İşçileri Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube İstanbul Tıp Fakültesi Ana Giriş Kapısı önünde “Ek ödeme değil, üniversite hastanelerini de kapsayan emekliliğe yansıyan temel ücret istiyoruz” açıklamasında bulundu.
Açılış konuşmasını İstanbul Şube Eş Başkanımız Yasemin Bakır’ın yaptığı eylemde İstanbul Tabip Odası Asistan ve Genç Uzman Hekim Komisyonu Temsilcisi İlyas Kavak ve Türkiye Sağlık İşçileri Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı Erhan Taş da birer konuşma yaptı.
Ortak açıklamayı ise İş Yeri Temsilcimiz Güneş Cengiz yaptı.
Cengiz şöyle konuştu: “Pandemi’ye ayrımcılıkla başladık, “beyaz reform” aldatmacası ile devam ediyoruz. Ek ödeme değil, üniversite hastanelerini de kapsayan emekliliğe yansıyan temel ücret istiyoruz. Üniversite hastaneleri sağlık hizmetlerinin önemli parçası ve nitelikli sağlık hizmeti üretiminin de en belirleyici unsurlarından olmasına rağmen sağlık sistemimiz içerisinde üvey evlat olarak görülmektedir. Covid-19 pandemisi sırasında bu durum daha görünür hale gelmiştir. İki üniversite hastanesinden yapılan “Eldiven, cerrahi maske alabilmek için dahi para yok, tıbbi malzeme ve ilaç şirketlerine milyonlarca lira borç var!” çağrısı “Sağlıkta Dönüşüm Programı” kapsamında işletmeye dönüştürülen ve sundukları kamu hizmetinin özelliği nedeniyle, borç batağına sürüklenen ve buna göz yumulan hemen hemen bütün devlet üniversitesi hastanelerinin durumunu yansıtan bir çağrı olarak gerçekleri tüm kamuoyuna duyurmuştu. Ülkenin her tarafına gönderilen hekimlerin yetiştirildiği, tedavi edici sağlık hizmetlerinde sevk zincirinin en son basamağı, dünya çapında isim yapmış saygın tıp insanlarının bilimsel ve özerk hareket edebilmeleri sayesinde ülkemizde kamusal sağlık hizmetinin ileriye taşınmasında itici bir rol oynayan kurumlarımız, bugün borç batağından çıkmak için mücadele etmektedir. Üniversite hastanelerinin mali, idari ve bilimsel özerkliği Sağlık Bakanlığı tarafından adeta kuşatılmış üniversite hastanelerinin Sağlık Bakanlığına bağlanması için her türlü yasal zemin oluşturulmaya başlanmıştır. Devlet üniversite hastanelerimizin yeniden, ülkemizde yaşamakta olan herkese, parasız sağlık hizmeti sunabilecek duruma gelmesi için kaynağı genel bütçe olmak üzere, tüm borçlarının ödenmesi ve daha fazla gecikmeden bütün gereksinimlerinin karşılanması gerekirken bu durum Devlet üniversite hastanelerinin Sağlık Bakanlığına bağlanması için bir fırsat olarak görülüyor. Sağlık Bakanlığı Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi örneğinde olduğu gibi Üniversite Hastanesinin borcunu kapatıp bir işbirliği protokolü ile üniversitenin özerkliğine kayyum atamıştı. Sağlık hizmet sunumu doğrudan hasta başvurusu ile değil üçüncü basamak sağlık hizmet sunumu şeklinde olması, hastaların 1. ve 2. basamaktan gelmesi gereken ve temel görevi eğitim, öğretim ve araştırma olan devlet üniversite hastanelerimiz bu kimliğinden çoktan çıkarılmış ve devlet hastanesi kimliğine sokulmuştur. Asistan hekimler hasta, iş yükü ve angaryalar nedeniyle eğitim için yeterli zaman bulamazken, öğretim üyeleri de finansal baskılar nedeniyle hizmet ağırlıklı çalışmaya zorlanıyorlar. Ek ödeme, performans ve ücret baskısı nedeniyle alanında isim yapmış tıp insanları kamusal alandan çekilerek özel sektöre yöneliyor. Bir kısmı da yurtdışına gidiyor. Oysa tüm ülkenin vatandaşlarının sağlığa erişim hakkı kapsamında bu hekimlere ihtiyacı varken sadece parası olanlar şifa buluyorlar. Üniversite hastaneleri borç batağından çıkmanın yolu olarak daha az maliyetle hizmet üretip daha fazla gelir elde etmek için etik dışı yollarla döner sermayeyi arttırmaya çalışıyorlar. Pandemide dağıtılması gereken ek ödemeyi dahi üniversite hastaneleri yönetimleri borçlarını ödemek için kullanabildiler. Sendikal hak ve özgürlükleri, sendikal güvenceleri, çalışma hakkına ilişkin kazanılmış hakları yok sayarak sağlık emekçilerini köle gibi sömürmek istediler. Sendikal eylemleri darbe teşebbüsü olarak gören rektörler, başhekimler en ufak hak talepleri için disiplin soruşturmasıyla sağlık emekçilerinin seslerini kısmaya çalıştılar. Elbette bu uygulamalara karşı fiili ve meşru mücadeleden bir adım dahi taviz vermedik. Üniversite hastanesine bu genel bakıştan sonra şunları da ifade etmeden geçemeyiz. Üniversite hastaneleri çalışanları diğer tüm sağlık çalışanlarının yaşadığı emekliliğe yansımayan yoksulluk sınırı altındaki düşük ücretler, istihdam biçimindeki farklılıklar ve farklı ücretlendirmeler, şiddet, mobbing gibi birçok sorunun yanında bugün en az hemşire ve sağlık hizmetleri sınıfı mensupları ile hizmet üretmeye çalışıyorlar. Yeterince personel olmadığı için asistan hekimler kırtasiye işi, büro memurluğu gibi ekstra işleri yapmak zorunda bırakılıyorlar. Üniversite hastanelerinde çalışan emekçiler halen tayin hakkına sahip değiller. Üniversite hastanelerindeki sağlık emekçileri başta olmak üzere tüm sağlık emekçilerinin acil ve çözülmesi gereken sorunları ortadayken, geçen hafta Sağlık Bakanlığı tarafından çıkarılan ek ödeme yönetmeliği yeni bir sorun haline gelmiştir. Pandemi boyunca üniversite hastanelerinde çalışan emekçilerin emeğini görmeyen Bakanlık geçen hafta yayınladığı yönetmelikle bir kez daha üniversite hastanelerini yok saydığını ortaya koymuştur. Düzenleme üniversite hastanelerinde çalışan emekçileri kapsamamaktadır. Kapsam dışında bırakılan üniversite hastanelerindeki emekçiler, hükümete göre sağlık hizmetleri üretmiyorlar. Üniversite hastaneleri 2547 sayılı Kanunun 58. Maddesi kapsamında olduğundan, buralarda çalışanlar ile ilgili YÖK tarafından bir çerçeve yönetmelik çıkarılması ve ilgili üniversite yönetim kurullarının da bu çerçeve yönetmeliğe göre kendi kararlarını almaları gerektiğini biliyoruz. Ancak sağlık hizmeti bir bütündür. Sağlık emekçileri için bir düzenleme çıkarılacaksa herkesi kapsamalı ve eş zamanlı olarak çıkarılmalıdır. Bu yönetmelik hazırlanırken nasıl ki sağlık emekçilerinin örgütlerinin görüşleri dahi dikkate alınmamışsa, YÖK ve üniversite yönetimleri de dikkate alınmamış eş güdüm halinde çıkarılması için çaba harcanmamıştır. Üniversite hastaneleri için yönetmeliğin ne zaman çıkarılacağına dair herhangi bir bilgi ya da açıklama yapılmamıştır. Bugün yaratılan mağduriyetin ayları, yılları bulmaması için bu açıklamaları gerçekleştiriyoruz. Mücadele etmeden hiçbir hakkımızı alamayacağımızı bugüne kadar ki uygulamalardan dolayı gayet iyi biliyoruz. Sağlık Bakanlığı için çıkarılan ek ödeme yönetmeliğine de çok ciddi eleştirilerimiz bulunmaktadır. Bunlardan bazıları; Bir kez daha belirtmek isteriz ki yoksulluk sınırının üzerinden belirlenecek temel ücret ve bu ücretin üzerinde, yapılan işin niteliğine göre ücretlendirme yapılarak tüm ücretlerin emekliliğe yansıyacak biçimde belirlenmesini savunmaya devam edeceğiz. Bu yönetmelikle çalışırken elde edilen ücretler, emekli olunca tamamen ortadan kalkmakta ve oldukça düşük emekli aylığına mahkûm edilmek istenmekteyiz. Bu tarz ücretlendirme politikaları ile hekimler 72 yaşına kadar, hekim dışı sağlık emekçileri de 65 yaşına kadar çalışmaya zorlanacaklardır. Bu yönetmelikle “performans” kavramı yerine “teşvik” kavramı getirilmiştir. Böylece yıllardır eleştirdiğimiz ve “sağlıkta performansa dayalı ücret olmaz” görüşümüz doğrulanmıştır. Ancak bu görüşümüz doğrulanmasına rağmen buna uygun bir düzenleme yapılmak yerine kelimeler ile oynanarak “teşvik” adı altında performansı gizleyen ve sorunu çözmekten uzak bir yaklaşım sergilenmiştir. Bu yönetmelik ile sağlık personelinin ek ödemesi üç başlık altında toplanmıştır: Bunlardan ilki 375 Sayılı KHK’nin ek 9. Maddesi emsal alınarak 209 sayılı kanunun 5. Maddesine göre sabit ödenen ek ödeme, ikincisi bu yönetmelikle ilk defa getirilen taban katsayıya göre ödenecek olan taban ek ödeme, üçüncüsü ise bu yönetmelik ile getirilen teşvik adı altında esasında fazla çalışma ve fazla girişimsel işlemlere dayalı teşvik ek ödemesidir. Sabit ek ödemeden gelir vergisi alınmamaktadır. Ancak taban ve teşvik ek ödemesinden gelir vergisi alınmaktadır. Her üç ek ödeme de hiçbir şekilde emekliliğe yansımamaktadır. Emekliliğe yansımak yerine sadece hekimler için ilave emekli aylığı düzenlemesi getirilmiş ve hekim dışı personel kapsamda yer almamıştır. Ek ödeme yönetmeliği ile sağlık çalışanları arasındaki gelir uçurumu daha da açılmıştır. Her ne kadar bu yönetmelikle taban ödeme altında hekim dışı personele cüzi bir ödeme getirilmişse de bunun yeterli olmadığını taban ödeme katsayılarının hekim dışı personel bakımından daha yüksek olması gerektiğini vurgulamak isteriz. Yine izin kullanımlarında ek ödemenin kesilecek olması, disiplin cezalarında ikinci bir cezalandırma olarak ek ödemelerin kesilecek olması kabul edilebilir değildir. Bu nedenle üniversite hastaneleri için çıkarılacak yönetmelikte bu itirazlarımızın dikkate alınmasını bekliyoruz. Sağlık Bakanlığı ek ödeme yönetmeliği için yürüteceğimiz hukuksal ve demokratik mücadelemiz kapsamına üniversite hastanelerini de eklemek istemiyoruz. Özcesi bizi de yormayın kendinizi de yormayın diyoruz. Bu nedenle ek ödeme, teşvik, taban ek ödeme, performans gibi ücretlendirme biçimlerini kabul etmiyoruz. Yoksulluk sınırı üzerinde emekliliğe yansıyacak temel ücret belirlenmesi ve bu ücretlerin eğitim düzeyi, yapılan işin niteliği ve riski, hizmet yılı gibi kriterler ile giydirilecek bir ücret sisteminin oluşturulmasını üniversite hastanelerinde çalışan tüm emekçiler içinde talep ediyor ve mücadelesini yürütmeye devam edeceğimizi ifade etmek istiyoruz. Teşvik ile sağlık sistemi yürümez, teşvik ile maaş olmaz!”