OHAL Komisyonu Derhal Lağvedilmelidir!
Bir yandan sürekli mutasyon geçirerek daha saldırganlaşan, daha otoriterleşen, daha baskıcı rejimin yönelimleriyle bir yandan da covid-19 belasıyla mücadele ediyoruz. Her yeni güne “bu kadarı da olmaz” dediğimiz yeni bir hukuksuzlukla, yeni bir keyfilik ve yeni bir sınır tanımazlıkla uyanıyoruz. Bir gün öncesini arayan bir ülke gerçekliğiyle karşı karşıyayız.
Düşünce ve ifade özgürlüğünün sadece iktidar için geçerli olduğu, daha da ötesi her türlü hakareti etmeyi, tehdidi savurmayı kendine hak gördüğü bir rejim ile yönetiliyoruz. Atanmış bakanların Meclise gelip bayağı ve sokak diliyle milyonlarca vatandaşın kendilerini temsil etsin diye seçip Meclise gönderdiği vekillere hakaret üstüne hakaret etmesi, azarlaması ve ardından çekip gitmeleri onların kişiliklerinden ziyade rejimin niteliğiyle alakalıdır. Hakeza mafyanın TV’lerden ölüm tehditleri yağdırması, buna rağmen “saygın insan” muamelesi görmesi, kendilerine özel yasal düzenlemeler yapılması gibi gelişmeler de rejimin karakterinin sonucu olarak yaşanmaktadır.
İçeride anayasasızlaşma süreci artık kanunların da keyfe göre uygulandığı ya da uygulanmadığı bir hal alırken “bu kararlar bizi bağlamaz” denilerek altına imza atılan uluslararası sözleşmeler ve mahkeme kararlarının da yok hükmünde sayıldığı, ülkemize özgü faşizm denilebilecek tek adam rejimi artık ülkeyi yönetememektedir. Yönetememe krizi derinleştikçe ise rejim saldırılarını artırmaktadır.
Darbe girişiminden bu yana iktidarın mitinglerini saymazsak muhalif kesimler neredeyse miting yapamaz hale geldi. Bırakalım mitingleri 5-10 kişinin biraraya gelerek basın açıklaması yapması bile yasaklar kapsamında değerlendirilerek engellenmektedir. Daha birkaç gün önce engelli milletvekilini sandalyesinden fırlatarak yerlerde sürükleyen bir polis devletine dönüşmüş durumdayız.
Pandemi de sendikal hak ihlallerinde bir azalmaya yol açmamış, aksine sendikal hak ve özgürlükler fiili olarak yasaklar kapsamına alınmıştır. İktidarın sermayeyi esas alan salgın politikalarına karşı açıklama ve etkinlik yapan birçok üyemiz baskılarla, mobbing ve ayrımcılıkla karşılaşmıştır. Özellikle PTT’de çalışan sendikamız HABER SEN’in çok sayıda yönetici ve üyesinin sürgün edilmesine son olarak MYK üyesi İbrahim Damatoğlu ve BTS Genel Sekreteri İbrahim Özdemir de eklenmişlerdir. Bursa’da ise EĞİTİM SEN üyesi 6 eğitim emekçisi il içi sürgüne tabi tutulmuşlardır. Diyarbakır başta olmak üzere farklı sendikalarımızın çok sayıda üye ve yöneticisi sendikal eylem ve etkinlikler nedeniyle gözaltına alınmış, kimisi tutuklanmıştır. Birçok üyemiz baskıların yoğunlaştırılması ve mobbing ile ya da kurum idarecileri tarafından istifaya zorlanmış, yandaş sendikalara yönlendirilmiştir.
AKP+MHP iktidarı OHAL sürecini kendi iktidarı, siyasal hedef ve amaçları ile rant için fırsata çevirirken 19 Temmuz 2018 tarihi itibariyle kalkmış olsa da fiilen devam eden OHAL uygulamalarını adım adım yasal duruma kavuşturma adımlarını hayata geçirmeye devam etmektedir.
OHAL’in devamını sağlayan düzenlemelerden biri 7145 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 26’ncı maddesi ile 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen geçici 35’inci maddedir. Düzenleme ile keyfi ihraçların devamı sağlanmış, uygulama sürekli hale getirilmiştir. OHAL kalkmış olmasına rağmen bu maddeye dayanarak sendikamız TÜM BEL-SEN’in en az 36, SES’in 10, EĞİTİM SEN’in 4, HABER-SEN’in 3 ve BES’in 1 üyesi Bakanlık onayı ile hukuksuzca ihraç edilmişlerdir. KHK ile ihraçlarda olduğu gibi burada da “seni irtibatlı ve iltisaklı kabul ederek ihraç ediyoruz, suçlu olmadığını kanıtlamak bizim değil senin sorunun” mantığıyla hareket edilmektedir.
OHAL uygulamalarından biri de kadrolaşmanın aracı olarak kullanılan güvenlik soruşturmaları ve arşiv araştırmaları olmuştur. Binlerce kamu emekçisi adayı KPSS’de yüksek puan almalarına rağmen güvenlik soruşturmaları ve arşiv araştırması nedeniyle göreve başlatılmamıştır. 25 Ekim 2018 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 228 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı ile Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması yönetmeliğinde yapılan değişiklikler sonrasında keyfilik ve hukuksuzluk artmıştır. Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması sadece adayı değil, birinci hatta ikinci derece yakınlarını da kapsar hale getirilmiştir. Anayasa Mahkemesi, 29 Kasım 2019 tarihinde açıklanan kararıyla anayasaya aykırı olduğu bir kez daha ilan edilen güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması bu kez yasal düzenleme haline getirilmeye çalışılmaktadır. İktidar AYM kararını da hiçe sayarak 19 Haziran 2020 tarihinde 2 / 2972 sayı nolu aynı içerikteki kanun teklifini yeniden Meclise sevk etmiştir. İçişleri Komisyonunda görüşmeleri tamamlanan tasarı için AKP’nin ülke başka bir gündem ile uğraştırılırken Meclis gündemine hızla sevk edilmesi için zamanı ve fırsatı kollandığından şüphemiz yoktur.
Diğer bir örnek ise TBMM’e ye sunulan “Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi”dir. 16 Aralık 2020 tarihinde TBMM Başkanlığı’na sunulan teklif Adalet Komisyonu’nda görüşülerek kabul edilmiştir.
Her ne kadar teklifin genel gerekçesinde suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması ve terörizmin finansmanı ile mücadelenin amaç edindiği belirtilmiş olsa da teklifin ikinci bölümünün tekil gerekçelerinin genel gerekçeden ayrıldığı, bu bağlamda genel gerekçeyi aşan bir amaçla hareket edildiği görülmektedir. Bu kanun teklifiyle Türkiye’de zaten son yıllarda giderek artan bir baskının hedefi olan sivil toplum kuruluşları ve dernekler adeta tabela durumuna düşürülmek, etkisizleştirilmek ve kriminalize edilmek istenmektedir. Hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü olmasa dahi, yukarıda tasarıda sayılan suçlardan hakkında soruşturma başlatılan bir dernek yöneticisinin görevden uzaklaştırılması amaçlanmaktadır. Böylece muhalif belediyelere uygulanan kayyum politikasının derneklere de uygulanmasının yolu açılmaktadır.
Son yıllarda iktidar aleyhine atılan bir tweet’in dahi “terör propagandası” kapsamında ele alınıp dava konusu yapıldığı düşünüldüğünde oldukça vahim bir durumla karşı karşıya olduğumuz açıktır. Soruşturma ve kovuşturma altında olan, hapis cezası alan dernek yöneticilerinin, haklarında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmadan, sadece soruşturmaya dayalı olarak görevlerinden uzaklaştırılmaları ve bir adım daha ileri gidilerek, derneğin faaliyetlerinin durdurulması masumiyet karinesine aykırı olduğu gibi, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 11. maddesinde güvence altına alınan dernek kurma ve örgütlenme özgürlüğünü de ihlal edecektir.
Tasarının adı ve amacı “Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesi…” olarak sunulsa da açıkça demokrasi güçlerini, insan hakları aktivistlerini, muhalif dernek ve kişileri susturmayı, cezalandırmayı ve etkisiz hale getirmeyi, kısacası adeta kitle imha silahlarını değil demokrasiyi imhayı amaçlamaktadır. Tasarı ile örgütlenme özgürlüğüne büyük bir darbe daha indirilmiş olacaktır.
Bilindiği üzere; ‘kişiye özgü çıkarılan’ KHK’ler eliyle Resmi Gazete’de isimlerinin yayınlanmasıyla on binlerce kamu emekçisi ihraç edilmiştir. Bu şekilde hukuk düzeninin en temel ilkelerinden biri, ‘yasama organının tasarruflarının idare tarafından değiştirilemeyeceği’ ilkesi pervasızca ihlal edilmiştir. Kamu emekçilerinin hukuka uygun olarak kazanılmış sosyal ve ekonomik hakları, masumiyet karinesi, lekelenmeme hakkı, savunma hakkı da ihlal edilerek idari tasarrufla hukuka aykırı olarak ellerinden alınmıştır.
Tek Adam Rejiminde örgütlenme, düşünce ve ifade özgürlüğü, seyahat hakkı, toplu eylem, gösteri ve toplantı hakkı gibi temel hak ve özgürlüklerin yanı sıra en temel vatandaşlık hakkı olan çalışma hakkı da gasp edilmiştir. OHAL KHK’leri ya da 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin geçici 35. Maddesi ile açıkça çalışma hakkı, dolaysıyla anayasal güvence idari düzenleme ile ortadan kaldırılmıştır.
Öte yandan eğitim görme hakları, bankaların hesap dahi açtırmak istememesi, çalışma ruhsatlarının ve diplomalarının kısıtlanması, sigorta şirketlerinin ihraç edilenlere ödeme yapmaması gibi baskılarla medeni kanundaki temel hakları gasp edilmiştir. Seçilen Belediye Başkan ve belediye meclis üyelerinin mazbatalarının verilmemesi, sendika yönetim kurullarına seçilen sendika üyelerine yönetici olamayacakları gerekçesiyle davalar açılması, oturdukları apartmanlarda yönetici dahi olamayacaklarına dair KHK hükmü vb uygulamalar ile seçme seçilme hakları ellerinden alınmıştır. Yüzbinlerce kişi fiilen vatandaşlıktan çıkarılmış, sosyal ölüme terk edilmek istenmiştir. Çok ileri düzeyde engelli raporu bulunanlardan engelli yakını aylığı başvurularının dahi “eşinin KHK’li olmasından dolayı” reddedilmesinin hukuken en ufak bir karşılığı olmadığı, büyük bir hınç, kin ve insanlık dışı intikamcı bir zihniyeti barındırdığı açıktır.
O günden bugüne “ağaç kökü yesinler”den, “kuru ekmek yiyiyorlarsa aç değildirler”e gelinmiş, ülkenin en az yarısını vatandaş görmeme zihniyetinde bir değişim yaşanmamıştır.
İhraç kararlarına karşı hiçbir başvuru yolunun olmamasının yarattığı hukuki kriz, önüne on binlerce başvuru gelen AİHM’in de içinde olduğu bir pazarlık süreci sonucu bir oyalama mekanizmasıyla aşılmaya çalışılmış ve 685 Sayılı KHK ile OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu kurulmuştur. OHAL İnceleme Komisyonuna bazı kanun hükümlerini geçersiz kılma yetkisi verilerek hukuksuzluk devam ettirilmiştir. Bir idari organa yargı yetkisi verilmiş, kişilerin savunması dahi alınmayarak bu yönüyle yargının da üzerine çıkarılmıştır!
23 Ocak 2017 günü 685 sayılı OHAL KHK’si ile iki yıllık süre içinde kamudan ihraç edilmiş yüz binlerce kamu emekçisinin ihraç başvurularını değerlendirmek ve karar altına almakla görevlendirilmiş olmasına rağmen aradan neredeyse 4 yıl geçmiş, Komisyon hala 16.050 dosyayı karara bağlamamıştır. Karara bağladığı dosyaların %88,5’ini ise ret etmiştir.
Komisyon, son resmi açıklamasını 2 Ekim 2020 tarihinde yapmıştır. Hala karara bağlanmayan 16.050 başvurunun 2.630’u KESK’lilere aittir. Oransal olarak %16.4’e denk gelmektedir. Tüm başvurulardan %13’ünün karara bağlanmadığı göz önüne alındığında kalan dosyalar içerisindeki KESK’lilerin oranının yüksekliği bilinçli bir geciktirme ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.
Komisyon 2 Ekim 2020 tarihli açıklamasında tüm başvuruların %87’sini karara bağladığını ifade etmektedir. Ancak KESK’lilerin dosyalarının (4267 ihraç dosyası) sadece %38’i karara bağlanmış, %62’si ise 4 yıldır hala karara bağlanmayı beklemektedir! Komisyonun son aylarda çok bariz şekilde oldukça az sayıda dosyayı karara bağlaması ise manidardır ve iktidardan buna dair talimat aldığı şeklinde yorumlanmaktadır.
Karara bağlanmayı bekleyen dosyaların çoğunluğunun barış akademisyenlerinden ve haklarında istihbarat raporları, mahkeme kararları, savcılık soruşturmaları vb. herhangi en ufak bir isnat bulunmayanlardan oluştuğu bilinmektedir. Komisyon ve iktidar oyalamayı uzatabildikçe uzatmayı, mağduriyeti işkenceye dönüştürmeyi, bu arada üniversitelerde ve kamuda kadrolaşmasını tamamlamayı düşünmektedir.
Bu konuda her gün yeni bir kanıt da ortaya çıkmaktadır. Son ve önemli örneğini dün Cumhuriyet Halk Partisi İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca açıklamıştır. Sayın Biçer Karaca, 8 Ekim 2020 tarihinde OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu başkanı ile yaklaşık bir saat süren bir görüşme gerçekleştirdiklerini, görüşme üzerinden iki buçuk ay geçmesine rağmen hala 16 binden fazla dosyanın karara bağlanmadığını, bu nedenle görüşmenin içeriğini açıklama zorunluluğu doğduğunu belirtmiştir. Konuşmasının devamında, görüşmede barış akademisyenlerinin, KESK’e bağlı sendika üyelerinden haklarında herhangi bir soruşturma, kovuşturma olmamasına rağmen ihraç edilenlerin ve haklarında beraat ya da takipsizlik kararı verilen kamu görevlerinin durumunun konuşulduğunu belirtmiştir. Sayın Biçer Karaca konuşmasına devamla “Temmuz 2019 ayında barış akademisyenleri hakkında verilen ifade özgürlüğünün ihlaline ilişkin Anayasa Mahkemesi kararının üzerinden bir buçuk yılın geçmiş olması nedeniyle bu dosyaların neden hala karara bağlanmadığı sorumuza verilen yanıt: Barış Akademisyenleri hakkında verilen AYM kararının 16 bin başvuru dosyasında bu akademisyenlere öncelik, ayrıcalık tanımadığı, AYM kararının komisyonun karar verme sürecini ve kararlarını etkilemediği… OHAL İnceleme Komisyonunun kuruluş kanunu gereği yargı kararları bizi bağlamaz, komisyon idari karar verir. Mahkemelerden daha geniş araştırma ve soruşturma yapma yetkimiz var ve biz bu yetkiyi sonuna kadar kullanacağız…Haklarında hiçbir delil bulunmaz ise kurum görüşü istenecek, gelen kurum görüşlerine göre de görevlerine iade edilip edilmeyeceğine ilişkin karar vereceğiz’ demiştir.
Komisyon Başkanı bizim başından itibaren söylediğimizi teyit etmiş, doğrulamıştır: Ortada bir yargı süreci değil idari süreç işlemekte, mahkeme kararları yok sayılmakta, kurum yöneticilerinin görüşleri ve istihbari bilgiler esas alınmakta, son noktada ise iktidarın idari organı olan komisyon karara bağlamaktadır. Komisyon başkanı AYM kararlarının derhal uygulanma zorunluluğunun dahi Komisyon tarafından yok sayıldığını görüşmede açıkça ifade ederek anayasızlaşma sürecinin bir parçası olduklarını da itiraf etmiştir.
Sayın Biçer Karaca’ya görüşmenin içeriğini açıkladığı için teşekkür ederken, bu vesile ile ihraç edilen üyelerimizin çalıştıkları kurumların yetkililerine bir kez daha çağrıda bulunuyoruz; bu hukuksuzluk sürecinin bir parçası olmayın. Haklarında herhangi bir yargı kararı, soruşturma ve kovuşturma olmasa da sizlerin görüşlerinin esas alınacağını Komisyon Başkanı bizzat ifade etmiştir. Dolaysıyla başvurusu ret edilen her bir üyemizin vebali ve hukuki sorumluluğunun bir parçası olmak istemiyorsanız komisyonun işlediği suça ortak olmayın!
Başvurusu ret edilenlerin itiraz ettiği İdare Mahkemeleri de Komisyonun hızıyla hareket etmekte ve çok büyük oranda komisyonun ret kararlarını onaylayarak süreci yıllara yayma görevini devam ettirmektedirler.
İhraçların ağırlıkta olduğu dört sendikamıza ait veriler idare mahkemelerinin yaklaşımını da gözler önüne sermektedir.
SENDİKA | İDARE MAHKEMESİNE BAŞVURU | MAHKEME İADE KARAR SAYISI | MAHKEME RET KARAR SAYISI | KALAN DOSYA SAYISI | |
EĞİTİM SEN | 188 | 0 | 18 | 170 | |
SES | 104 | 0 | 26 | 78 | |
BES | 90 | 2 | 13 | 75 | |
TÜM BEL-SEN | 538 | 3 | 0 | 535 |
920 başvurudan şu ana kadar 62’si karara bağlanırken, 57’si başvurunun reddi şeklinde olmuştur. İdare mahkemelerinin ret kararları sendikalarımız tarafından İstinaf Mahkemelerine götürülürken oralardaki sürecin ne kadar süreceği ise bilinmemektedir.
Görüldüğü üzere OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu ve mahkemelerin oyalama ve idarenin kararlarını onama politikası işkenceye, cezalandırmaya dönüştürülmüştür.
Tabloda da görüleceği üzere bazı ihraç arkadaşlarımız 1573 gün önce, bazı arkadaşlarımız 1515 gün, bazısı 1491 gün, ortalama ise 1237 gün önce herhangi bir yargı süreci işletilmeden, savunmaları dahi alınmadan, hukukusuzca ihraç edildiler ve ne zaman döneceklerini bilemeden yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Bu nazi Almanya’sında, Franco İtalya’sında, Salazar’ın Portekiz’inde görülebilecek bir kitlesel cezalandırma yöntemidir. Çünkü sonuçlarından sadece ihraç edilenler değil tüm bir toplum etkilenmektedir.
Dört bir yandan kuşatmaya dönüştürülen bu cezalandırma politikası nedeniyle insanlar yaşamlarını yitirmiş, ağır hastalıklara yakalanmış, tedavi olanağı dahi bulamamışlardır. Yurtdışında tedavi görenler pasaport yasağı nedeniyle gidememiş, hastalıkları ilerlemiş, yaşamlarının geriye kalan kısmını yatağa bağımlı halde geçirenler olmuştur. Sendikamız BES Diyarbakır Eski Şube Başkanı Ahmet ÇOBAN, BES üyesi Necdet KALKAN, SES Malatya eski şube eş başkanı Bülent Uçar, KESK’li Mücahit Karataş ve Ömer Faruk Arsoy gibi çok sayıda kamu emekçisi ise sürecin yüküne daha fazla dayanamayarak geçirdikleri ağır hastalıklar sonucu yaşamlarını yitirmişlerdir. Bu arkadaşlarımız yaşamlarını yitirdikten sonra evlerine işe iade kararları gönderilmiştir! Bu durumun kendisi yargısız infazın başka bir türüdür ve buna yol açanların bir gün yargı önünde hesap vereceklerine inanıyoruz.
Komisyonun defalarca uzatılan görev süresi 23 Ocak 2021 tarihinde sonra erecektir. Ancak gerek komisyonun hala karara bağlamadığı dosyalar düşünüldüğünde ve gerekse de iktidarın OHAL’i kalıcı hale getiren politikalarda ısrar ettiği gözetildiğinde komisyonun görev süresini bir kez daha uzatacağı anlaşılmaktadır.
Oysa komisyonun kurulması için teşvik eden, bu noktada iktidarla işbirliğine giden AİHM’in tüm yetersizliğine, eksikliğine ve dengeci kararına rağmen, ihraçlara ilişkin kısa süre önce açıklanan ilk kararında önemli tespitler bulunmaktadır. Basına yansıdığı kadarıyla kararda; Türkiye’deki yerel mahkemelerin işten atılmaya itirazla ilgili temyiz başvurusunu esaslı bir şekilde incelemediği ve kanunda kendisine verilen yetkiyi yeterince kullanmadığı, işten atılmaya gerekçe gösterilen Kanun Hükmünde Kararname’de (KHK) herhangi bir usul güvencesi getirilmediği, bu nedenle, işverenin çalışanı, üstünkörü, kişiselleştirilmiş akıl yürütmeye bile gerek görmeden kararnamede tanımlanan yasa dışı yapılardan birine ait, bağlantılı veya bağlantılı olarak kabul etmesinin yeterli görüldüğü vurgulanmıştır.
Dolaysıyla hukuki niteliği bu kadar tartışmalı olan OHAL Komisyonu’nun, hala görevini sürdürüyor olması gerek anayasamız ve gerekse de uluslararası hukuk açısından suçtur. Aileleriyle birlikte yüzbinlerce insanın anayasal haklarının ellerinden alınarak açlık ve sefalete mahkûm ettirilerek sisteme biat ettirilmeye çalışılması aynı zamanda da insanlık suçudur. Komisyonun görev süresinin bir kez daha uzatılması suçta ve hukuk tanımamazlıkta ısrardır.
Bu nedenle buradan bir kez daha çağrıda bulunuyoruz:
Hukuka ve uluslararası sözleşmelere aykırı, etkin olmayan, denetlenemeyen, kendisini anayasa ve yasalar üstü gören, hükümetin noteri gibi çalışan ve idari bir mekanizma olan OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonunun görev süresi kesinlikle uzatılmamalı, aksine lağvedilerek aldığı ret kararları yok hükmünde sayılmalıdır.
Haklarında memuriyeti engelleyen herhangi bir kesinleşmiş yargı kararı bulunmayan, hukuken suç olmayan gerekçelerle ihraç edilen tüm kamu görevlileri bütün haklarıyla birlikte derhal görevlerine iade edilmelidir.
Hukuksuz ihraçlardan dolayı mağdur olan tüm kamu emekçilerinin maddi, manevi hak kayıpları karşılanmalıdır.
Mağdur olan ihraç kamu emekçilerinin mağduriyet giderilinceye ve hukuksuz ihraç edilen tüm kamu emekçileri görevlerine iade edilinceye kadar mücadele etmeye devam edeceğimizi bu vesile ile bir kez daha hatırlatıyoruz.