Hepinizi Kamu Emekçileri Sendikaları Yürütme Kurulu adına saygıyla selamlıyorum, hoş geldiniz.
3 milyonu kamu emekçisi ve 2 milyonu kamu emekçisi emeklisi olmak üzere 5 milyonluk geniş bir kitleyi doğrudan etkileyen önemli bir döneme giriyoruz. Mevcut 4688 sayılı yasaya göre 2019-2020 yıllarını kapsayan 5. Dönem ‘Toplu Sözleşme’ görüşmeleri 1 Ağustos 2019 Perşembe günü başlayacak. 1 Ağustos’ta kurulacak masadan çıkacak sonuçlar ailelerini de hesaba kattığımızda yaklaşık 15-20 milyonluk devasa bir kitlenin yaşamını etkiyecek.
Böylesine önemli bir sürece rağmen kamu emekçilerinin geniş bir kesiminin toplu sözleşme sürecine ilgisinin azaldığını, neredeyse toplu sözleşmeden bir beklentisinin kalmadığını görüyoruz. Hatta kamu emekçilerinin geniş bir kesiminde ‘sonuç şimdiden belli..kurulacak masada bugüne kadar yaşadığımız temel sorunlar yine çözülmeyecek. Hükümet ekonomik krizi, bütçe olanaklarını gerekçe göstererek yine sefalet oranında zam teklif edecek. Pazarlık yapıyormuş görüntüsü veren yetkili konfederasyon yönetimi de hükümetin teklifini ya olduğu gibi kabul edecek ya da yarım puan artırdığı teklifi ve kırıntı niteliğindeki kimi düzenlemeleri yine ‘tarihi başarı’ diye yutturmaya çalışacak” yaklaşımının hakim bir yaklaşım haline geldiğini söyleyebiliriz.
Aslında bunda şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü KESK olarak en başından beri dikkat çektiğimiz üzere kamu emekçilerinin mevcut toplu sözleşme sistemine geçilirken gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenmiştir.
Bu ülkenin kamu emekçilerinin ve emeklilerine, başta ILO sözleşmeleri olmak üzere uluslar arası sözleşmelerle, evrensel sendikal hak ve özgürlüklerle uyumlu, grev hakkı ile tamamlanmış gerçek bir toplu pazarlık hakkı değil fazla görülmüştür. Bunun yerine tabiri caizse naylon bir toplu sözleşme sistemi hayata geçirilmiştir.
Kapsamından, tarafların belirlenmesine, grev hakkımızın yasal güvence altına alınmamasından, uyuşmazlık durumunda devreye girecek olan Hakem Kurulunun yapısına kadar onlarca temel sorunu bulunan, yasak ve sınırlamalarla yüklü, hak arama yollarını kapatan bu naylon toplu sözleşme sisteminden kamu emekçilerinin haklarını koruyan, geliştiren bir düzenleme çıkmasının olanakları ortadan kaldırılmıştır. Üstelik masaya beş milyon kamu emekçisi ve emeklisi adına tek ‘yetkili’ olarak siyasi iktidarın, kamu idaresinin açık desteği ile hormonalarak büyütülüp emek hareketinin içersine Truva atı oynama rolü ile yerleştirilen bir yapı oturtulmuştur.
Bu naylon toplu sözleşme düzeni iflas bayrağını çoktan çekmiştir.
Tüm kamu emekçileri hem bu fason toplu sözleşme sisteminden hem bu sistemde bir sendika ve konfederasyondan daha çok iktidarın memur kolları olarak faaliyet yürütenlerin yetkili olarak oturtulduğu masadan kendilerinin hayrına bir şey çıkmayacağını bir kez değil, iki kez değil, üç kez değil, tam dört kez görmüştür.
Birileri her seferinde ‘tarihi başarı’ nutukları atsa da bugüne kadar danışıklı dövüş oyununa dayalı mutabakat sisteminde kamu emekçilerinin insanca yaşamaya yetecek bir ücret artışından güvencesiz, sözleşmeli istihdama son verilmesine, gelir vergisi adaletsizliğine ve ek gösterge adaletsizliğine son verilmesinden ek ödemelerin emekli aylıklarına yansıtılmasına kadar temel hiçbir sorununa çözüm üretilmediği gerçeği ortadadır.
Üstelik kriz ortamı ile birlikte gittikçe ağırlaşan ekonomik koşullar, kamu istihdamındaki parçalı yapı, özellikle ve iki yıl süren Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ve bu KHK’lerin kalıcı hale getirildiği düzenlemeler kamu emekçilerinin çalışma yaşamını daha güvencesiz hale getirerek yaşadığı sorunları derinleştirmiştir.
Maliyeti düşük tutma adına istihdamı parçalı hale getirme politikası tüm kamu hizmetleri alanına yansımıştır. Kamu emekçilerinin kadrolu, sözleşmeli, kadro karşılığı sözleşmeli, geçici sözleşmeli, vekil ve ücretli olarak farklı biçimlerde güvencesiz istihdamı sürmektedir.
Örneğin Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) verilerine göre 150 bin öğretmen açığı vardır. Ataması yapılmayan öğretmenlerin sayısı ise yarım milyonu bulmuştur. Buna rağmen ders saati karşılığı ücretli öğretmen çalıştırılmasına devam edilmektedir. Ortalama net 1.600 TL gelir karşılığında yani asgari ücretin altında çalışan ‘ücretli öğretmen’ sayısı 100 bine dayanmıştır.
2016 yılında araştırma görevlisi kadrosunda bulunan 13 bin 179 araştırma görevlisinin statüleri yıllık sözleşmeli istihdam biçimi olan 50/d statüsüne dönüştürülmüştür.
Bazı hizmetlerin ve ihale türlerinin kapsam dışı tutulması suretiyle kamuda taşeron istihdamı devam ettirilmiştir.
Öte yandan 2017 yılının sonunda 4/C’liler olarak bilinen geçici personel 4/B yani sözleşmeli statüsüne geçirilmiştir. Ancak bu statü değişikliğinde sadece yüksek öğrenim mezunu olup olmama kriteri gözetilmiştir. Yüksek öğrenim mezunu olanlar İdari Büro Görevlisi olarak atanırken yüksek öğrenim mezunu olmayanların tamamı İdari Destek Görevlisi olarak atanmıştır. Üstelik söz konusu personelin çalışma koşullarında, maaşlarında, sosyal haklarında kısmi değişikliklerle yetinilmiştir. Ek ödeme oranları mevcut sözleşmeli personelin aldığı ek ödeme oranının %20’si olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla yapılan statü değişikliği kağıt üzerinde kalmış, ‘4/C’li 4/B’liler’ olarak ifade edilen ara bir statü yaratılmıştır.
Son iki yıldan beri kamuya kadrolu personel alımı durma noktasına gelmiştir. Buna karşın özellikle sözleşmeli istihdam artmaya devam etmektedir.
Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü (BÜMKO) verilerine göre; Haziran 2018 itibari ile kamuda toplam 292 bin 993 sözleşmeli personel istihdam edilmektedir. Kadrolu personel sayısı ise 2 milyon 861 bin 891’dir. Söz konusu verilere göre 2014-2018 arası dönemi kapsayan dört yılda kadrolu personel sayısı sadece yüzde 3,84 artarken, sözleşmeli istihdam tam yüzde 151 artmıştır.
Üstelik şu an için en güncel veri olarak sunduğumuz bu rakamlar 2018 yılı Haziran ayı verileridir. Aradan geçen bir yıl içinde sözleşmeli istihdamın çok daha fazla arttığı bilinmektedir. Tüm bunlara rağmen sözleşmelilerin başta kadro, tayin, gelir vergisi adaletsizliği olmak üzere temel taleplerinin görmezden gelinmesine devam edilmektedir.
Öte yandan bilindiği üzere 2016 yılından itibaren öğretmenlerin, sağlık emekçilerinin ve din hizmetleri personelinin ‘4+2’ olarak bilinen sistemle kadro karşılığı sözleşmeli istihdamına geçilmiştir.
Bugünlerde TBMM’de görüşülmesine devam edilen torba yasa ile sadece kadro karşılığı olarak sözleşmeli istihdam edilenlerin yani ‘4 + 2’ olarak bilinen sistemle istihdam edilenlerin 3 + 1 sistemine geçişi düzenlenmektedir. Buna göre 4 yıl aynı yerde kalarak çalışma şartıyla kadroya geçirilme şartı 3 yıla, artı 2 yıl çalışma şartı ile tayin hakkı kazanma süresinin ise 1 yıla düşürülmesi planlanmaktadır.
Yani sözleşmeli istihdam sorunu çözülmemektedir. Sadece altı yıl boyunca ailesinden koparılarak kadro karşılığı sözleşmeli istihdam edilenlere ‘ceza indirimi’ getirilmek istenmektedir.
Öte yandan iş güvencemizi tamamen ortaya kaldırmaya yönelik adımlar OHAL ve OHAL’i kalıcı hale getiren düzenlemelerle hız kesmeden sürmüştür.
OHAL KHK’leri ile herhangi bir yargı süreci işletilmeden, sorgusuz, sualsiz işinden ekmeğinden edilen 4 bin 570’i konfederasyonumuza bağlı sendikaların üyesi olmak üzere 130 bine yakın kamu çalışanı kaderine terk edilmiştir.
Kamu emekçilerinin insanca yaşamaya yetecek ücret talebi de hükümet ve konfederasyonu arasında yapılan dört defa yapılan mutabakatlarda göremezden gelinmiştir.
Maaş artışları TÜİK’in çarpık hesaplamasına dayalı resmi enflasyonuna endekslenmiştir. İğneden ipliğe her şeye zam yağmurunun devam ettiği koşullarda, sonuncusu daha 3 gün önce olmak üzere, TÜİK vasıtası ile açıklanan her enflasyon verisi ile 81 milyon ile dalga geçilmiştir.
Özellikle milyonlarca işçinin emekçinin ve emeklinin alacağı enflasyon farkını düşük tutmak ve yaklaşan Toplu Sözleşme süreçlerindeki beklentilerin önünü kesmek için mutfakta, pazarda yaşanan gerçek enflasyonu TÜİK’in çarpık resmi enflasyonu ile perdelemek ne yazık ki rutin bir hükümet politikası haline gelmiştir.
Yenilenen İstanbul Belediye başkanlığının ardından başlayan, şekerden, çaya, elektrikten akaryakıta uzanan zam yağmuru devam etmektedir. En son Hazine ve Maliye Bakanı TÜİK’in resmi enflasyon rakamlarını öven tweetler atma telaşındayken sigara ve alkol ürünlerinin ÖTV’leri artırılmıştır.
Bu koşullarda TÜİK vasıtası ile halkın yaşadığı enflasyon ne kadar perdelenmeye çalışırsa çalışılsın, ne kadar Ali Cengiz oyunları başvurulursa başvurulsun gerçekler ortadadır. TÜİK vasıtası ile yapılan Ali Cengiz oyunlarını tek tek sıralayacak değiliz. Bunlardan sadece bir tanesini ifade etmek yeterlidir.
Kamu emekçileri olarak bizimde de içinde bulunduğu dar gelirliler toplam gelirlerinin en az yüzde altmışını iki ana kaleme, gıda-mutfak ve konut giderlerine yani kira, elektrik, doğalgaz, su, tüp gaz giderlerine ayırmaktadır.
Oysa bugün TÜİK tarafından yapılan enflasyon hesaplamasında gıda ve alkolsüz içecekler grubunun ağırlığı %23,29, kira-konut harcamalarının ağırlığı ise %15,16’tir. Yani bugün mevcut TÜİK resmi enflasyon hesaplamasında geliri ne olursa olsun ülkedeki her vatandaşın toplam 100 liralık tüketim harcamasının 23,29 TL’sini gıdaya yüzde 15,16 TL sini ise kira ve konut giderlerine ayırdığı varsayılmaktadır. Bu durumda örneğin 4 bin TL maaş alan, bunun 1.250 TL’ sini yani yüzde 31’ni kiraya ve elektrik, su, doğalgaz gibi konut giderlerine, 1.200 TL sini yani %30’nu gıdaya, mutfak giderlere harcayan bir kamu emekçisinin yaşadığı gerçek enflasyon daha baştan görmezden gelinmektedir.
Diğer Ali Cengiz oyunları bir tarafa, sadece bu çarpık hesaplamaya dayalı olarak bulunan resmi enflasyon rakamlarının nüfusunun en az %20’si açlık sınırı altında, en az %60 ise yoksulluk sınırı altında yaşayan halk nezdinde bir karşılığı yoktur.
Kamu emekçilerinin geliri sadece TÜİK’in resmi enflasyonuna dayalı maaş zamları ile değil, her yıl daha da adaletsiz hale getirilen gelir vergisi tarifesi ile gittikçe eritilmiştir. Öte yanda iktidar seçim döneminde verilen 3.600 ek gösterge sözü çoktan unutmuş, kamu emekçilerinin tamamını kapsayan adil bir ek gösterge talebine kulaklarını tıkamıştır.
Üstelik eline geçen maaşla ayın sonunu getirmekte zorlanan kamu emekçilerine 10 Nisan’da açıklanan “Yeni Ekonomi Programı Yapısal Dönüşüm Adımları 2019′ programından bir ‘müjde’ daha çıkmıştır. Kamu emekçilerinin istekleri dışında dahil edildikleri, brüt maaşlarından yüzde 3 kesinti yapmaya dayalı zorunlu BES’ten cayma haklarını ortadan kaldırma planı gündeme alınmıştır.
Tüm bunlara ek olarak kamu görevine alınmada, görevde yükselmede KPPS ve yazılı sınavların etkisinin azaltılıp mülakatın ağırlığının artırılması ile torpilin, kayırmanın, siyasi kadrolaşmanın kapsı sonuna kadar açılmış, kariyer ve liyakat ilkeleri tamamen ortadan kaldırılmıştır. KPSS’yi, sözlü sınavları ya da mülakatları aşan adaylar Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması ile üçüncü bir elemeye tabi tutulmaktadır.
Böylece daha baştan kamuya alınacak olanların siyasal iktidarla aynı çizgide olması, dolayısıyla sendikal tercihini yaparken de siyasal iktidarla sembiyotik bir ilişki içinde olan konfederasyona bağlı sendikalara üye olmasının yolu açılmaktadır.
Kamu emekçilerinin sorunları elbette ki sıraladığımız bu başlıklardan ibaret değildir. Kamu emekçilerinin burada tek tek sıralamaya vaktimizin yetmediği onlarca sorunu daha bulunduğunu biliyoruz.
Sonuç olarak bugün geldiğimiz noktada kamu emekçileri, tüm çalışanlar için en temel hak olan çalışma hakkının ciddi bir şekilde yıpratıldığı bir tablo ile karşı karşıyadır. Ne yazık ki sadece kamu emekçilerinin çalışma hakkını değil, dar gelirliler başta olmak üzere tüm vatandaşların piyasanın işleyiş kurallarından belirli oranda bağışık kılınmış, eşit, tarafsız, ulaşılabilir, nitelikli kamu hizmeti alma hakkı tehdit altındadır.
Tüm bunlara rağmen 18 Nisan 2019 tarihinde yandaş konfederasyonun genel hizmet binasının açılışına katılan ve burada yapılan konferansta konuşan Cumhurbaşkanı “sendikamız” dediği yandaş yapıya övgüler dizerken söz konusu yapının önümüzdeki dönemde de ‘fedakarlıkta’ bulunacağını ifade etmekten geri durmamıştır.
Özetlemeye çalıştığımız bu tablo KESK olarak en başından beri mücadelesini verdiğimiz sendikal hak ve özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılarak genişletilmesine ve grev hakkı ile tamamlanmış evrensel gerçek bir toplu pazarlık sistemine olan ihtiyacı bugün çok daha yakıcı bir hale getirmiştir.
Kamu emekçilerinin mevcut toplu sözleşme sisteminden umutlarını kestiği, yandaş yapının 5 milyon kamu emekçisi ve emeklisinin ellerinde kalan son hakların ortadan kaldırılmasına ortak olduğu koşullarda KESK olarak görev ve sorumluluklarımızın arttığının bilincindeyiz.
Bu göreve ve sorumluluk bilincinin bir gereği olarak Konfederasyon ve sendikalarımızın MYK üyeleri, Genel Meclis üyelerimiz ve ülkenin dört bir yanından gelen sendika şube başkanlarımızın bileşiminden oluşan Danışma Meclisimiz ‘Toplu Sözleşme’ gündemi ile dün başlattığı toplantısına bugün devam ediyor. Yarın da Genel Meclisimiz aynı gündemle toplanacak. Genel Meclisimiz toplantımızda toplu sözleşme sürecine ilişkin mücadele hattımızı belirleyecek ve önümüzdeki günlerde kamuoyu ile paylaşacağız.
Sözlerimize son verirken tüm kamuoyunun bilmesini isteriz ki, KESK hangi sendikaya üye olursa olsun ya da herhangi bir sendikaya üye olmasın tüm kamu emekçilerinin temel sorunlarının çözümü konusunda her platformda üzerine düşen görev ve sorumluluğun gereğini yerine getirmeye, kamu emekçilerinin hak ve özgürlüklerini genişleten, insanca yaşam, güvenceli iş ve güvenli gelecek talebini temel alan mücadele hattını sürdürmeye devam edecektir.
KESK Yürütme Kurulu