İnsanlık tarihinin bugüne kadar gördüğü en kanlı savaş olarak hafızlarda yer eden İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı gün olan 1 Eylül 1939’un üzerinden tam 74 yıl geçti. Emperyalist güçler arası bu bölüşüm savaşı ardında 50 milyondan fazla hayat ve bir o kadar da sakat bıraktı.
Faşizmin en çirkin yüzüne tanıklığın adı olarak tarihin karanlık sayfalarında yerini alan bu savaşta Yahudi soykırımı gibi kitlesel sivil ölümlerine imza atıldı. Bugüne kadar nükleer silahların kullandığı tek savaş olarak kayıtlara geçen 2. Dünya savaşı doğada da kalıcı tahribatlara yol açtı. Yerine konması bir daha mümkün olmayan tarihi birikim ve kültür hatırasını ortadan kaldırdı.
Küresel sermayenin ihtiyaçlarına uygun ekonomik ve siyasi projelerini hayata geçirmek için her yolu deneyen emperyalistler bugün de boş durmuyor. Amaçlarına ulaşmak için farklı milliyetlerden, etnik kimlik ve mezheplerden halkları birbirine düşman etmeye, dünyayı kana bulayan katliamlara imza atmaya devam ediyor. Bölgesel bölüşüm savaşlarına ve ardında bıraktığı acılara her gün bir yenisi ekleniyor.
Savaş tehdidi, emperyalist işgal politikaları, milliyetçi-şoven saldırganlık tüm dünyada ve Ortadoğu’da öncelikli gündem haline gelmiş bulunuyor. Hemen yanı başımızdaki Suriye, Mısır, Irak, Filistin, Lübnan başta olmak üzere tüm Ortadoğu coğrafyası adeta emperyalizmin adı konulmamış “yeni paylaşım savaş” alanına çevrilmiş durumda. Soğuk Savaş döneminde “yeşil kuşak” projesinin parçası olarak bir “ABD üssü” haline getirilen Türkiye ise bu yeni paylaşım savaşında emperyalizmin cephe ülkesi olarak konumlandırılmaktadır.
Yaşanan gelişmeler “bölgesel liderlik” hayalleri ile içinde bulunduğumuz coğrafyaya yönelik emperyalist politikaların taşeronluğuna soyunan AKP ‘nin tüm komşularını karşısına alan bir noktaya savrulduğunu, her geçen gün emperyalist politikaların batağına saplandığını göstermektedir. Demokrasi ve insan hakları götürme bahanesiyle 2003 yılında binlerce sivil Irak’lının yaşamına mal olan emperyalist müdahaleye her türlü lojistik desteği sunan AKP iktidarı, aynı senaryonun bugün Suriye’de hayata geçirilmesi için kraldan çok kralcı kesilerek savaş çığırtkanlığı yapmaktadır. Tıpkı 10 yıl önce Irak’a yapılan emperyalist müdahaleyi haklı kılmak için öne sürülen kimyasal silah bahanesi bugün Suriye için öne sürülmektedir. Öyle ki, Suriye’de bulunan Birleşmiş Milletler gözlemcileri kimyasal silah kullanımı hakkındaki iddialara ilişkin raporunu bile tamamlamadan yandaş basın hemen her gün yeni bir savaş senaryosu yazmaktadır.
AKP iktidarına göre başta Mısır ve Suriye olmak üzere Ortadoğu’da akan kanın kimin kanı olduğu, ölenlerin hangi dini inanç veya etnik kimlikten olduğu, kimyasal silah kullanılıp kullanılmadığının gerçekte bir anlamı yoktur. Bugün Mısır’da Müslüman Kardeşler için timsah gözyaşı dökenler ABD’nin 10 yıldır Irak’ta sürdürdüğü vahşi politikalar karşısında sessizliğe bürünmeyi tercih etmektedir. Suriye politikası özellikle Reyhanlı’da yaşanan katliamla açmaza giren AKP’nin, “Esat rejimine karşıtlık” adı altında El Kaide bağlantılı silahlı çetelere verdiği destek Rojava Katliamı ile bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Mısır’da yaşanan gelişmeler karşısında takındığı ‘kendine Müslüman” tutum ise iktidarının geleceğine yönelik kaygısının ifadesinden öteye geçmemektedir.
Diğer taraftan yaklaşık sekiz aydır devam eden çatışmasızlık ortamına rağmen AKP hükümeti ülkemizin kanayan yarası Kürt sorununun eşit haklara dayalı barışçı ve demokratik bir temelde çözümü konusunda üzerine düşeni yerine getirmemekteki ısrarını sürdürmektedir. Türkiye’de yaşayan halklara daha fazla yıkım ve acıdan başka bir şey getirmeyen tekçi, ırkçı, şovenist söylem ve politikalardaki ısrar bölgeye inşa edilen yeni kalekollarla, Rojava katliamını gerçekleştiren silahlı çetelere verilen açık destekle sürdürülmektedir. Başta anadilde eğitim ve seçim barajının indirilmesi konuları olmak üzere demokratikleşmeye yönelik adımlar yine başka bir bahara ertelenmek istenmektedir. Özellikle Gezi Direnişi sonrası daha da yükselen toplumsal muhalefet karşısında ülkedeki tüm emek ve demokrasi güçleri baskı, gözaltı ve tutuklamalarla adeta kuşatma altına alınmıştır.
Tüm bunlara rağmen ABD ve emperyalist güçler adına savaş çığırtkanlığına soyunanların demokrasi havarisi kesilmesi tamamen halkı aldatmaya yöneliktir. Sonuna kadar haklı ve meşru Gezi Direnişi eylemlerinde dahi asgari demokratik hoşgörüyü gösteremeyenlerin, hayatını kaybeden çocukların ailelerine bir başsağlığı dahi dilemeyenlerin bugün Suriye ve Mısır halkı için döktüğü timsah gözyaşlarına inanmak mümkün değildir. Kendi vatandaşlarının üzerine tomaları salmaktan, binlerce gaz bombası atmaktan geri durmayanların, 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz’ı pusuda katledenleri savunan Valiyi hala görevden almayanların, Medeni Yıldrım’ın, Mehmet Ayvalıtaş’ın, Abdullah Cömert”in, Ethem Sarısülük’ün, Roboski’de çoğu daha 18 yaşına bile girememiş 34 cana mal olan katliamın hesabını vermekten kaçanların demokrasiyi, insan haklarını ağzına almaya hakkı yoktur.
Barışın anlamını, değerini ve insanlık için taşıdığı önemi en iyi bilenler, savaşların acımasızlığını yaşayanlardır. Ulusların, toplumların, halkların ve bireylerin bir arada huzur içinde yaşadıkları, adaletin, eşitliğin, kardeşliğin, paylaşımın, yardımlaşma ve dayanışmanın kalıcı olarak kurulduğu bir dünya özleminin barıştan geçtiğini bilenlerdir. Dünyanın neresinde olursa olsun, milliyeti, dini, mezhebi, etnik kimliği ne olursa olsun herkes için barış isteyen, bunun mücadelesi verenlerdir. Barışın anlamını emperyalizmin değirmenine su taşıyanlar değil, biz biliyoruz. Tarih bize göstermiştir ki, savaşa karar verenlerin çocukları daima cephenin uzağındadır. Emperyalistlerin bölüşüm savaşı ne bizim ne de çocuklarımızın savaşıdır.
Bu nedenle savaşların, işgallerin yoğunlaştığı, farklı milliyetlerden ve mezheplerden halkların birbirine karşı düşman edilmeye çalışıldığı bugünlerde, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü sahiplenmek ve barış mücadelesinin tüm dünya halklarına mal etmek gibi önemli bir sorumluluğumuz var. Bu tarihi sorumluluğu yerine getirmek için barış ve demokrasi arayışları karşısında şiddeti tek çözüm yolu olarak dayatanlara karşı inadına barış, inadına özgürlük talebimizi daha yüksek sesle haykırmaya, içeride ve dışarıda barış mücadelesini sürdürmeye devam edeceğiz.
Tüm olumsuzluklara rağmen sınıfsız, sömürüsüz, barış içinde, sevgiyle, kardeşçe yaşayabileceğimiz bir dünyanın hayal olmadığını biliyoruz. Bunun için emperyalist politikalar ve savaş çığırtkanlığı karşısında inadına barış, inadına kardeşlik demeyi sürdüreceğiz.
SAVAŞA ÖLÜMLERE HAYIR!
YAŞASIN BARIŞ!
YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!
YAŞASIN DÜNYA HALKLARININ 1 EYLÜL DÜNYA BARIŞ GÜNÜ!
Yürütme Kurulu