BASINA VE KAMUOYUNA

Bilindiği gibi; 25 Kasım 1960 tarihinde
Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlüğe karşı mücadele veren Mirabel kardeşler
tecavüz edilip öldürüldüler. Birleşmiş Milletler 1999’daki Genel Kurulu’nda üç
kız kardeşin öldürüldüğü gün olan 25 Kasım tarihinin,  her yıl  “Kadına
Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü”
 olarak
anılmasına karar verdi. Bu karar, kadına yönelik şiddetle mücadelede
uluslararası hukuk ve siyaset açısından önemli bir karar oldu.

Patria, Minerva ve Maria Teresa
kardeşlerin ölümünün üzerinden neredeyse yarım yüzyıl geçti. Ancak, dünyanın
her yerinde kadınlar hala sömürülüyor, baskı ve şiddete maruz kalıyor,
öldürülüyorlar. Kadınların rengi, dili, inancı, ülkesi, değişiyor ama
uğradıkları şiddetin kaynağı değişmiyor. Kadına yönelik her türlü şiddet,
 tek tek bireylerin kendi çıkmazlarından, geriliklerinden kaynaklanmıyor.
Bilakis, erkek egemen sistemin kendisi, bu şiddeti binyıllardır yeniden yeniden
üretiyor. Bu günün anısına biz kadınlar yine alanlardayız! Bu alanda
verdiğimiz mücadele, tüm dünyada biz kadınlar için Eşit özgür kardeşçe ve
insanca barış içinde yaşayabildiğimiz güne kadar devam edecektir!

KADINIZ HAKLIYIZ, ŞİDDETE KARŞIYIZ! 

Ülkemizde
de ; Günde ortalama dört kadın öldürülüyor. Bir kaç ay önce bu sayı günde
yediye kadar çıkmıştı. Bir soru önergesi üzerine Adalet Bakanı kadın
cinayetlerinin 2002’den, 2009’a kadar yüzde 1400 oranında arttığını ve 2002’de
66 kadın öldürülürken, bu sayının 2009’un ilk 7 ayında 953’e ulaştığını
açıkladı. Bu tablo ülkemizde yaşanan sosyal ve ekonomik sıkıntıların ilk
mağdurlarının halen kadınlar olduğunu ortaya koymaktadır. Bu açıklamada,
yıllara göre kadın cinayetlerinin arttığını görmenin yanında dava sayısının 7
yılda 12 bin 678’e ulaştığını da görmekteyiz. Son sekiz ayda ise 143 kadının
çeşitli bahanelerle öldürülmesine tanık olduk. Görüyoruz ki devletin asli
görevlerinden biri olan vatandaşının yaşama hakkını korumak şöyle dursun hukuk
yolu ile çeşitli davalarda gördüğümüz erkek lehine alınan kararlar önemli ölçüde
etkilidir.

ERKEKLER VURUYOR,
DEVLET KORUYOR!

N.Ç.
davasında hukukun vermiş olduğu cezai yaptırımlarla taciz ve tecavüzün
normalleştirilmeye çalışıldığını açık bir biçimde kamuoyu nezdinde bir kez daha
görmüş olduk.

Soruyoruz, henüz 13 yaşındayken toplu
tecavüze maruz kalan bir çocuğun “tecavüze rıza gösterdiğine” kanaat getiren
bir mahkeme ve yerel mahkemenin kararını onayan Yargıtay gibi bir kurum
dünyanın hangi demokratik ülkesinde mevcuttur? Bizler erkek adaletin vardığı bu
kararı asla kabul etmiyor, vicdanlarımızda mahkûm ediyoruz. Erkek adalet değil
gerçek adalet sağlanıncaya kadar mücadelemize devam edeceğimizi bir kez daha
ifade ediyoruz. 

Çünkü
yine öldürülen, Tecavüz edilen, dövülen; sokakta ve karın altında bir başına
bırakılanız!

TACİZE , TECAVÜZE
HAYIR!

Çünkü
yine yargı önünde mahkûm edilen, çocukluğu istismar edileniz! Çünkü yine
tutukluyuz, sığınma evinin kapısından çevrilip torba yasanın içine gömüleniz!
Çünkü yine savaştayız, yastayız, gözyaşlarının arasında barış diye
haykıranız! Biz
kadınlara yönelik şiddet çoğu zaman en yakınlarımızdan geliyor. Katillerimiz
bazen kocamız, babamız, ağbimiz, erkek kardeşimiz, sevgilimiz,
  amcamız,
eniştemiz, dayımız oluyor. Çoğu zaman toplumun gözü önünde bıçakla, satırla,
tabancayla, tekmeyle, tokatla, yumrukla, kezzapla, av tüfeğiyle, dövülüyor,
yaralanıyor, öldürülüyoruz.

Bizi
seven(!), koruyan(!) ve kollayan(!) erkeklerin şiddeti için öyle çok neden var
ki. Yemek yapmamak, yemeği vaktinde sofraya getirmemek, az tuzlu pişirmek, kısa
giyinmek, boşanmak istemek, erkeğin izni olmadan misafirliğe gitmek, fazla
makyaj yapmak, kapıyı geç açmak, sevişmeyi reddetmek, maaş kartını vermemek,
sevdiğine kaçmak ve daha birçok sayısız gerekçe…

KİMSENİN NAMUSU
OLMAYACAĞIZ!

Çalışma
hayatında ise biz kamu emekçi kadınların durumu da pek parlak değildir. Hem
toplumdaki geleneksel kabul sebebiyle ev işleri ve çocuk bakımını üstlenirken
iş yerindeki cinsiyetçi iş bölümü sebebiyle var olma mücadelesi vermekteyiz. İş
hayatında Ülkemizde kadınlar çalışma yaşamının dışına itilmeye çalışılmaktadır.
Kadın istihdam oranı 90’larda %34 iken son on yılda %24’lere geriledi.
Ülkemizde her 3 kadından 2’si işsizdir. Piyasanın ucuz işgücü olarak görülen,
kayıt dışı, esnek ve güvencesiz çalıştırılan kadınların kreş, ebeveyn ve süt izni
gibi temel ihtiyaçları görmezden gelinerek emeği iki kat sömürülüyor. Ev içi
çalışanların emeği görünmez kılınarak, insanca çalışma koşullarından yoksun
bırakılıyorlar.   

HÜKÜMET YASANI AL
BAŞINA ÇAL!

Ülkemizde
de Neo liberal politikalar uygulayan AKP Hükümeti emekçinin haklarını gasp
etmeyi, kamu emekçilerini sözleşmeli ücretli çalıştırarak süründürmeyi ilke
edinen hükümet torba yasa ile birlikte biz kadınları bir kez daha mağdur
etmiştir. Kadın ve aileden sorumlu bakanlığın adını aileden sorumlu devlet
bakanlığı olarak değiştiren hükümet biz kadınları gözden çıkardığını aleni bir
biçimde ortaya koymuştur. AKP hükümeti susun ve korku imparatorluğu yaratma
adına Şu anda Hak ve özgürlük mücadelesi veren KESK yönetici ve üyelerimizden 8
i kadın olan 33 kişi hala tutuklu bulunmaktadır. Konuşan, kendini ve kimliğini
ifade eden, siyaset yapan kadınlar sürekli hedef gösterilmekte hakaret ve
çeşitli komplolarla susturulmak istenmektedir.

KESK’Lİ TUTSAKLAR
ONURUMUZDUR!

 Savaş ve şiddet nerde yaşanıyor
olursa olsun dönüp dolaşıp yine biz kadınları vurmaktadır. Savaş sadece
ölümlerden, kayıplardan, işkencelerden ibaret değil. Ülkemizin sosyal,
ekonomik, politik, tüm gidişatını ve düzeyini de belirliyor. Fiziksel olarak
yok edilmeyen kadınlar da, ruhsal ve düşünsel anlamda yok olmanın eşiğine
geliyor; yaşam iradesini, direncini kaybediyor. Ya da, göç etmeye zorlanarak,
yaşam alanından, çevresinden, toprağından koparılıyor. Büyükşehirlerde ve göç
yaşanan illerde, hem sosyal hem de ekonomik açıdan en fazla ayrımcılığa,
yoksulluğa, haksızlığa ve eşitsizliğe maruz kalanlar yine kadınlar ve çocuklar
oluyor. Devlet’in savaş uğruna harcadığı devasa militarist bütçe, ekonomik
bakımdan yaşamı daha da katlanılmaz kılıyor.

SAVAŞLAR OLMASIN ANALAR
AĞLAMASIN!

 Peki  biz ne istiyoruz?                              

·         
Doğum izini 8 hafta doğum öncesi, 16
hafta doğum sonrası olmak üzere toplam 24 hafta olmalıdır.

·         
Doğum
izinlerinde ekonomik, sosyal ve özlük halklarında hak kaybına
uğranılmamalıdır.

·         
Doğumdan dolayı ücretsiz izne ayrılan
kamu çalışanı kadınların, izinde geçen süreleri emekli kesenekleri devlet
tarafından ödenmesi koşuluyla  emeklilikten sayılmalıdır.

·         
Kapatılan
kreşler ihtiyaçlar göz önüne alınarak tekrar açılmalıdır. 0-6 yaş grubu çocuklar
için en az 50 çalışanın bulunduğu işyerlerinde ve 50’den az çalışanın bulunduğu
işyerleri için çalışma alanına yakın ortak bebek bakım üniteleri ve kreşler
açılmalıdır.

·         
Eşit işe eşit ücret ödenmelidir.

·         
Şiddete
maruz kalan kadınlara yönelik her türlü yasal korunma, ücretsiz tıbbi ve
psikolojik yardım sağlanmalı, yasal destek ve danışmanlık sağlayacak özel
birimler kurulmalıdır.  Ekonomik
nedenlerden kaynaklı her türlü şiddetin önlenmesi için tedbirler alınmalı, kadına
şiddet tanımı yasada kapsamı genişletilerek yer almalıdır. Kadınlara yönelik
şiddet, taciz, tecavüz ve cinayetlerin önlenmesi için kamusal önlemler
alınmalı, bu suçları işleyenlerin cezaları ağırlaştırılmalı, “tahrik” indirimi
uygulanmamalıdır.

·         
Kadına yönelik taciz, ayrımcılık, iş
sağlığı ve iş güvenliği çerçevesinde değerlendirilmeli, işveren tüm işyerinde
sağlıklı bir ortamın sağlanmasında üzerine düşen yükümlülükleri yerine
getirmelidir. Taciz vb. sorunlara karşı ilgili işyeri güvenliği kurullarında
kadınların temsili sağlanmalıdır. İşyerlerinde cinsel tacizin tanımı, erkek
yönetici ve çalışanların cinsiyetçi bir yaklaşımla sergilediği her türlü söz,
tutum ve davranışları da içerecek şekilde genişletilmelidir. Cinsel taciz
konusu mesleki eğitimlerin bir parçası olmalı ve koruyucu tedbirler alınmalıdır.
Yasal yaptırımların uygulanmasında mağdurun şikâyeti yeterli olmalıdır.

·         
Şiddet
tehdidi altında olan kadınlara gerçek koruma sağlanmalıdır.

·         
Kadın cinayetlerini de önleyecek,
kadın odaklı bir “Kadın ve Eşitlik Bakanlığı” kurulmalıdır.

·         
Şiddete
maruz kalan kadınların korunmasını sağlamak için nüfusu 50.000’i bulan her ilde
kadın sığınma evleri açılmalıdır. Bu sığınma evlerinin denetimi kadın
örgütlerine ve kadın kurumlarına bırakılmalıdır.

·         
Fiili engeller göz önüne alınarak,
kadın emekçilerin örgütlenmelerini kolaylaştırıcı özel önlemler alınmalıdır.

·         
TİS
süreçlerinde hem Konfederasyonlarda hem de Hükümet tarafından kadın temsiliyeti
sağlanmalıdır.

·         
Anayasadaki “aile” tanımı, boşanmış
ve çocuğu ile yaşayan kadınları da kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.

·         
Taciz,
tecavüz ve şiddet karşısında; medyanın kullandığı eril ve kışkırtıcı dil
önlenmelidir. Kadın cinayetlerinde “aşk, namus, töre, nefret” kavramları ile
cinayetleri “meşru” gösterme tavrı terk edilmelidir.

·         
Esnek ve güvensiz çalıştırmaya son
verilmeli, kadın istihdamının önündeki engeller kaldırılmalıdır.

·         
Kadınların
ev içi emeği görünür kılınmalı, ev kadınlarının emeklilik ve sosyal güvenlik
hakkı güvence altına alınmalıdır.

·         
Tutuklu bulunan KESK’li
arkadaşlarımız derhal serbest bırakılmalıdır.

·         
İşe
almada, terfi ve yükselmelerde pozitif ayrımcılık ilkesi uygulanmalı, kadın
istihdamını arttırmaya yönelik politikalar oluşturulmalıdır.

·         
Başta cinsiyet ayrımcılığı olmak
üzere her türlü ayrımcılığa son verecek eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir
anayasa hazırlanmalıdır.

KADIN ERKEK ELELE MÜCADELEYE!

Ancak şiddetin, baskının ve zulmün bu
evrenselliğine paralel bir biçimde, kadınların verdiği eşitlik ve özgürlük
mücadelesi de evrenseldir; evrensel olmak zorundadır. Dünyanın her yerinde
sesler, haykırışlar yankılanıyor. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı
Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü bu bakımdan daha da anlamlı olmaktadır.

Biz KESK’li kadınlar yıllardır emek ve
demokrasi mücadelesi ile kadın özgürlük mücadelesinin birbirinden ayrılamaz olduğunun
bilinciyle, kadına yönelik her türlü ayrımcılığa ve şiddete karşı mücadele
yürütmeye devam ediyoruz. Biliyoruz ki, kadına yönelik şiddetin kaynağı, erkek
egemen zihniyet ve onun ördüğü yaşam sistemidir. Bu bakımdan, Mirabel
Kardeşlerin direnişinde olduğu gibi, toplumlara barışı, gerçek demokrasiyi ve
özgürlüğü kadının örgütlü gücü ve dayanışması getirecektir. Kadının kurtuluşu
olmadan emekçinin tam bir kurtuluşu olmayacaktır. Kadının örgütlü gücü, emeği
özgürleştirecek diyoruz.

VARDIK VARIZ VAROLACAĞIZ!

YAŞASIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEMİZ!

KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA YA HEP BERABER YA DA HİÇBİRİMİZ!

                                                                                                           

                                                    
                                                     Ayça
RAMAZAN

                                                                                              
Manisa SES Şube Kadın Sekreteri

İLETİŞİM: SES – Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Çankaya, Kızılay, Necatibey Cad. No:82 D: 4, 06420 Ankara Telefon: (0312) 232 61 22 e-Posta: [email protected]

×