SAĞLIK “REFORMLARI”NIN KAMU SAĞLIK ÇALIŞANLARINA ETKİLERİ ARAŞTIRMASI SONUÇLARI

Facebook
Twitter
WhatsApp

Sendikamız tarafından
gerçekleştirilen araştırmanın sonuçları bugün (09.12.2010) sendika genel merkezinde yapılan basın
toplantısı ile kamuoyuna duyuruldu.

Araştırma bulguları sunumu Ata
SOYER tarafından yapıldıktan sonra, genel Başkan Bedriye YORGUN tarafından
basına açıklama yapıldı.




Sunum İçin Powerpoint sayfası açıldıktan sonra 10 sn bekleyiniz >>>                                            Araştırm Sonucu için >>>

 

SAĞLIK “REFORMLARI”NIN

KAMU SAĞLIK ÇALIŞANLARINA ETKİLERİ

 

 

Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP)  AKP hükümetleri tarafından, iktidara
geldikleri 2003 yılından itibaren aralıksız yürütülen milat olarak
adlandırdıkları bir piyasalaştırma, ticarileştireme ve özelleştirme projesidir.
Aslında bu proje ideolojik olarak 30 yıl öncesine, 1980 yılına uzanmaktadır.
AKP’li Bakan tarafından 1980- 2003 yılları arası teorik hazırlık dönemi olarak kabul
edilmektedir. 30 yıl öncesinden bugüne uzanan bu yıkım, sağlık alanına yatırım
yapılmayarak, sağlık ve sosyal güvenlik sisteminde yaratılan yapısal sorunların
gündelik hayata yansıtılması, halkın mevcut sağlık hizmetlerinden
bezdirilmesiyle başlayan ve adım adım ilerleyen bir neoliberal dönüşüm
projesidir.

 

Bu proje; 

  • Sağlık
    hizmetlerinin finansmanında Genel Sağlık Sigortası
  • Sağlık
    çalışanlarının istihdamında sözleşmelilik
  • Birinci basamak sağlık
    hizmetlerinde Aile Hekimliği
  • 2 ve 3. basamakta hastanelerin
    özelleştirilmesi ve işletmeye dönüştürülmesi
  • Sağlık Bakanlığı (SB)’nın
    yeniden yapılandırılması

olmuştur.

Temel
felsefesi; sağlık alanını piyasa koşullarına göre yeniden düzenlemek, sağlık
hizmetlerinin kamusal niteliğini ortadan kaldırmak ve sağlığı bir “hak”
olmaktan çıkarıp, pazara bir meta olarak sunmaktır.

Sağlık
çalışanlarının istihdamında ise sözleşmelilik dayatılarak, sağlık
çalışanlarının iş güvencesi ortadan kaldırılmakta, ücretlendirmede performansa
dayalı ödeme biçimi esas alınarak parça başı, yani sağlık kuruluşuna
kazandırdığı para kadar ücret ödeme esas alınmaktadır.

Sağlıkta
dönüşüm programının vatandaşlar ve sağlık emekçileri üzerinde yarattığı etkiler
bakanlık ve hükümet tarafından bilimsel bir biçimde değerlendirilmemekte,
sonuçlar net bir biçimde ortaya konulmamakta sadece dönüşüm lehine propaganda
yapılmaktadır.

Herkesin
sağlık ve sosyal güvenlik hakkını, sağlık emekçilerinin çalışma ve yaşam
koşullarını böylesine doğrudan etkileyen ve belirleyen bir uygulamanın bilimsel,
objektif ve nesnel bir değerlendirmesinin yapılmaması kabul edilemez.

Bizler bugün
kamuoyunun bilgisine sunduğumuz bu geniş kapsamlı bilimsel verilerle neoliberal
sağlık politikalarının sağlık çalışanları açısından yarattığı tahribatı ortaya
koyarak, yetkilileri bir kez daha uyarıyoruz. Bu programlar ve “dayandığı
ilkeler”, emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını kötüleştirmekte, vatandaşın
sağlığını da hiçe saymaktadır.

Bilindiği
üzere, benzer neoliberal “reformlar”,  Türkiye’den
önce farklı ülkelerde de uygulanmıştır. Türkiye ölçeğinde planladığımız
çalışmamızla paralellik taşıyan Doğu Avrupa ülkelerinde gerçekleştirilen
çalışmalar ileride bize karşılaştırma imkânı sunacaktır.

Sağlık
emekçileri açısından SDP ile derinleşen tahribat ortada iken, hükümetin torba
dediği ancak çuvala dönüşen yasa ile bu uygulamalar, yani iş güvencesiz ve
esnek çalışma tüm kamu kurumlarına yaygınlaştırılmak istenmektedir. Sağlık
emekçilerinin bugün yaşadığı sorunlar özellikle önemlidir. Çünkü benzer
sorunlar yakın gelecekte tüm kamu emekçilerinin sorunları haline dönüşecektir.
Nihai hedefin kamusal alanın ve kadrolu çalışmanın tasfiyesi olduğu açıktır.

Sağlık 
çalışanları açısından SDP, kazanılmış özlük hakların kaybı, iş güvencesiz
çalışma, koruyucu önlemler sağlanmadan çalıştırma gibi olumsuzluklarla
yürümektedir.

Bu
süreçte uygulanan performansa dayalı ücretlendirme görece bir gelir artışı
sağlasa da, meslek etiği ilkelerine aykırı bir ortam yarattığı, çalışanlar
arasında dayanışmayı ortadan kaldırdığı, iş barışını tehdit ettiği, hizmetlerin
niteliğini bozduğu ve hastalara zarar vermeye başladığı konusunda hemen herkes
fikir birliğine varmıştır.

 Performans üzerinden sağlanan kısmi gelir
artışı, kendi içinde adaletsiz, emekliliğe yansımayan ve her ay için miktarı ve
ödeme zamanı belirsiz, daha da önemlisi niteliğe değil niceliğe dayalı olan,
pahalı, riskli ya da yanlış ama yüksek puan getiren yöntemlerin seçilmesini
teşvik etme ve sağlık hizmetlerinin insancıllığını ortadan kaldırma pahasına
sürdürülmektedir.

SDP,
sağlık çalışanlarının sözleşmeli olarak çalıştırılması üzerine kurgulanmış
olmasına rağmen, çalışan memnuniyeti, kalite, yüksek gelir gibi kandırmacalar
ile çalışanlarda belli düzeyde bir düşünsel karmaşa yaratmış olsa da, henüz
yarım yamalak uygulanmaya başlanmasıyla birlikte çalışanların sömürülmesi
gerçeği açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Ayrıca
geçmişte çok rastlanılmayan hekimlerin ve diğer sağlık çalışanlarının işsiz
kalması bu dönemin karakteristiği olmuştur. Birinci basamakta halen pilot olarak
uygulanan 13 Aralık 2010 tarihinde aile hekimliği sistemine tamamen
geçildiğinde, 3000 nüfusa bir aile hekimi hesabı ile sistem sadece 25.000
civarı aile hekimini istihdam edeceğinden binlerce hekimin işsiz kalması
şaşırtıcı olmayacaktır. Aile hekimliği, birinci basamak hekimliğinin
ülkemizdeki yaklaşık kırk yıllık deneyimini yok sayan, bütüncül sağlık hizmeti
ve koruyucu hekimlik anlayışından bir kopuşu ifade etmektedir. Verilen hizmetin
temel özelliği, hastalıkların önlenmesi değil, ortaya çıkmış hastalığın
tedavisi üzerinde odaklanmaktadır. Bu anlayış ilaç giderlerinin sağlık
harcamaları içinde payını büyütmüş verimsizliği daha da artırmıştır. Sistem,
diğer meslektaşlarıyla işbirliği yerine rekabeti öngörmekte ve hekimi işveren,
çalıştığı birimi de ticari faaliyet alanı olarak tanımlamaktadır. Sağlık
çalışanları birinci basamakta hekimle birlikte ekip hizmeti vermek yerine,
hekimin işçisi konumuna düşürülmektedir. Ortada gerçek anlamda bir işletmecilik
ve kar elde etme amacına göre şekillenmiş hizmet anlayışı bulunmaktadır, bu
durumda uygulamada tıp etiği ilkeleri yerine, işletme etiğinin benimsenmesi
şaşırtıcı olmayacaktır.

Böyle
bir ortamda hasta-hekim ilişkisinde güven, sadakat, şefkat gibi temel ilkelerin
zarar görmesi kaçınılmazdır. İş güvencesi bulunmayan hekimin hastasına daha
pahalı girişimlerde bulunmaya zorlanması,  hekimin mesleki bağımsızlığını ortadan
kaldıracaktır. Yine böyle bir ortamda getirilen tam gün yasası emeğin
piyasalaşması ve doğal olarak ucuzlaması dışında bir işlev görmemektedir.

Tam
Gün yasası ile hekimlere oldukça yüksek ücret ödeneceği yönünde yapılan
propaganda “Taşeron çalışanlarına ömür boyu asgari ücretten fazla maaş
verilmesini yasaklayan yanı sıra yeniden her birim için kadro tanımlayarak
işten atmaları teşvik etmiştir. Şaka gibi ama gerçek!  Bu anlayıştaki SB’nın tahmin edileceği üzere
hekimler için tanımladığı ücret gerçeği yansıtmamaktadır. Ekonomik olarak bir
anlamda toplumsal sözleşme anlamına gelen bütçe görüşmeleri ve azami sefalet
olarak belirlenen asgari ücretin emekçilere neyin reva görüldüğünü
göstermektedir.

Sayın
Recep Akdağ, Bakanlığının bütçesini Plan ve Bütçe Komisyonuna geçtiğimiz
günlerde sundu. Duvara yansıyan renkli grafikler eşliğinde Akdağ, 2003 yılından
beri uyguladıkları ”Sağlıkta Dönüşüm Programı” hakkında bilgiler verip ne
büyük işler başardıklarını ballandırarak anlattı. “Sağlıkta Dönüşüm programından
sonra 139 bin sağlık personeli istihdam ettik” dedi. Biliyoruz ki bugün 110 bin
sözleşmeli, 118 bin de taşeron çalışan var. Sağlık hizmetlerinin satın alınması
klinik işlemler, hatta ameliyathane ve 112 ambulans hizmetlerine kadar
dayanmıştır. Artık Sağlık Bakanlığı taşeron bakanlığı olmuştur, sağlık değil
tehlike sunmaktadır. Gerek bilimsel gerek hukuksal ve gerekse de çeşitli eylem
etkinliklerle anlatmaya çalıştığımız Türkiye gerçekliğinde uygulama şansının
olmadığı iddiamız ne yazık ki haklı çıkmıştır.

Sağlıkta
Dönüşüm ortaya koyduğu kara tablo ve yıllardır verilen mücadelelerle elde
edilmiş kazanımların kayıpları ile sürmektedir. Onca süslü söylemleri, parlak
vaatleri ve “reform” kandırmacalarına rağmen bu süreç “sağlıkta geri
dönüşümdür.” Hem halkın hem de sağlık emekçilerinin kaybedeceği, ancak büyük
sermaye gruplarının kazanacağı gün gibi ortadadır derhal vazgeçilmelidir.

Sonuçlarına
baktığımızda bütün parametreler bizler açısından olumsuzluğu göstermektedir.
Sağlık hizmeti sadece para kazanılan bir alan değildir. Aksine sağlık alanı
insanlarla birebir gerçekleşen sanatsal yanı da olan gönüllülüğü kışkırtan bir
meslek alanıdır. Sağlık alanının piyasa koşullarına göre dizaynı mesleğin
yerine getirilmesinin zeminini ve sağlık mesleğinin ruhunu yok etmektedir.
Gayri insani olan bu yaklaşım, gayri insani bir çalışma ortamı yaratıyor.

Yaptığımız
çalışmayı sizlerle paylaşırken, sağlık emekçilerini gelecek kaygısının,
toplumsal sağlığımıza vereceği zarara dikkatinizi çekmek istiyoruz.  Sağlık çalışanları güvencesiz, kaygılı ve tehdit
altındadır. Mutsuzdur. Bu sonuç sağlığın tehdit altında olması demektir. Bu
sonuç toplum sağlığı sorununu açığa çıkarmaktadır.

Şimdi
kamusal sağlık hizmetleri tümüyle yıkıma uğratılmadan, durup düşünme ve
bilimsel verilerden ders çıkarma zamanıdır. Çok geç olmadan, dönüşümsüz noktaya
gelinmeden.

Bu
çalışmada emek veren herkese bir kez daha teşekkür ederek, güvenceli çalışma,
güvenli gelecek umuduyla çalışmamızı sizlerin bilgisine sunuyoruz. 09.12.2010             

 

SES MERKEZ YÖNETİM KURULU

İLETİŞİM: SES – Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Çankaya, Kızılay, Necatibey Cad. No:82 D: 4, 06420 Ankara Telefon: (0312) 232 61 22 e-Posta: [email protected]