Sendikamız kamuoyunda “taş atan çocuklar” olarak
bilinen ve halen tutuklu bulunan, yargılanan çocukların serbest bırakılması
talebi ile basın açıklaması gerçekleştirdi. Son Merkez Temsilciler Kurulumuzda
sağlık ve sosyal hizmet alanında örgütlü sendika olarak bu konuda çaba sarf
edilmesi kararı alınmıştı. Alınan karar doğrultusunda Genel Merkezimiz Başbakanlık önünde bir basın açıklaması gerçekleştirmiştir.
BASINA ve KAMUOYUNA
Kamuoyunda “Taş Atan Çocuklar” diye bilinen sorun
daha ağırlaşarak devam etmektedir.
Şubat ayı başında konuyla ilgili yaptığımız basın
açıklamasıyla konuya dikkat çekmeye çalışmıştık.
O zamandan bugüne, çocukların durumunda hiçbir
ilerleme ve iyileşme kaydedilmediği gibi çocuklar ikişerli üçerli gruplar
halinde sürgüne gönderilerek, yalnızlaştırılmaya, aileleriyle ilişkileri de
kesilmeye çalışılmaktadır.
Bugün TMK kapsamında iki yüzün üzerinde çocuk
tutuklu bulunmakta, 4000 dolayında çocuk ise yasa dışı örgüt üyeliği ve yasa
dışı örgüt propagandası yapmaktan dolayı onlarca yıllık hapis istemi ile yargılanmaktadırlar.
Ancak sorunu çözmekle yükümlü olan meclis ve mecliste
ezici sayısal çoğunluğa sahip siyasal iktidar, anayasayı bir haftada
değiştirebilirken, bu konuyu savsaklamakta, sorunun çözümü konusunda gösterdiği
isteksizlikle rehin tutma politikası izlediği duygusu yaratmaktadır.
Esasen mecliste yasalaşmayı bekleyen taslak ta
sorunu anlamak ve çözmekten uzaktır.
Empatiden, içtenlikten ve inandırıcılıktan uzak,
statükonun dikenli tellerinden kurtulamayan bir mantık artık değiştirilmek
zorundadır.
“Taş Atan Çocuklar” denilerek, zaten “taş atan çocuklar, sanki çocukluklarından taş
atıyorlarmış“ gibi bir sonuç çıkarılması, toplumsal bir soruna, basit indirgemeci bir yaklaşımın ürünüdür ve
bu yaklaşım terk edilmelidir.
Çocukların taş atması; annelerinin, babalarının,
kardeşlerinin uğradığı haksızlıklardan ve zulümden bağımsız nasıl
düşünülebilir? Çocukların
neden okulda, evde değil de sokakta ve polise taş atmakta olduğuna kafa
yorulmalıdır.
“Bir daha taş atma, atarsan çok kötü olur” mantığı
ile çıkarılacak yasayla bu sorun çözülemez. Sorunu temelinden halletmenin yolu
binlerce Türk ve Kürt insanının canına mal olan Kürt sorununun, barışçıl ve
demokratik yollarla çözümünden, yeniden kardeşleşmenin güçlendirilmesinden
geçmektedir.
Çocuk dünyanın her yerinde çocuktur. Hapse atılan çocuk, çıktığında artık
eski çocuk değildir. Kimliği değişmiş, çocukluğu çalınmış demektir.
Gözaltına
alınan, tutuklanan çocukların kendileri ve aileleri İnsan Hakları Kuruluşlarına
başvurularında; gözaltına alınışlarından, cezaevlerinde yaşadıklarına kadar
insan onuruyla bağdaşmayan davranış ve koşullara maruz bırakıldıklarını
söylemektedirler.
Sağlık
ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası olarak çocuklarımıza yapılan bu kötü
uygulamaları kabul etmemiz mümkün değildir. Toplumun adalet duygusunu
örseleyecek yaralayacak davranışlardan ve kararlardan özellikle kaçınılmalıdır. Çocuklar toplumun geleceğidir. Çalınan, sadece çocukların çocukluğu
değil, bir toplumun geleceğidir.
Türkiye’nin de imzaladığı Çocuk
Hakları Sözleşmesi uyarınca;
“Eşitlik hakkı, yaşama hakkı, gelişme hakkı, korunma
hakkı, katılma hakkı ve çocuğun yüksek yararı, taraf devletler tarafından mutlaka gözetilmesi ve
korunması gereken çocuk haklarıdır.”
Bu
sözleşme ve haklar ışığında; Türkiye yasalarında, 11 yaşın altındakilerin işledikleri suçlar için kovuşturma
yapılamayacağı, 11-15 yaş arasında
işlediği fiilin suç olduğunun farkında olmaması durumunda ceza
verilemeyeceğini, farkında olmaları durumunda ise indirimli ceza verileceği, 18 yaşın altında olanlara ölüm cezasının
verilemeyeceğini hükme bağlamıştır.
UNİCEF’in
tanımlamasıyla 24 yaşına kadar tüm dünyadaki yaşıtları henüz çocuk
kabul edilirken, ülkemiz çocuklarının, özellikle de Kürt çocuklarının tüm
hakları, çocuklukları bir kez daha ellerinden alınmaktadır. Oysaki davranışları
ve hayata bakışları, henüz gelişimsel olarak çocukluk ve ergenlik çağı arasında
gidip gelmektedir.
Bu
yaş grubu bireyler soyut düşünme yetileri yeni gelişmeye başlamış, doğru ile
yanlışı ancak yaşayarak ve yetişkinlerden öğrenek ayırma aşamasındadırlar ve
sonuçları önceden tahmin edemezler. Yaşadıkları coğrafyada yıllardır
çatışmalara şahit olmuşlar, tepkilerin kızgınlıkların ve hatta isteklerin
çatışma ve kavga ile ifade edileceğini öğrenmişlerdir. Ergenlik döneminin özellikleri
olan tepkisel ruh hali, isyan etme arzusu, aidiyet beklentisi, önemsenme ve
onaylanma duyguları da bu ortama eşlik ettiğinde sonuçlar daha ağır olmaktadır.
Sonuç
olarak, ergen ve çocukların hayati olmayan ve doğru yaklaşımlarla olumlu
şekilde kanalize edilecek davranışlarından dolayı yaşamlarının uzun yıllarını
yok sayacak, onları ebeveynlerinden ayırarak, özgürlüklerini ellerinden alan
uygulama ve cezalandırmalar asla kabul edilemez. Bu tür cezalandırmalara maruz kalan çocukların
topluma öfke duyan ve kaybedilen çocukluğunun hesabını sormak isteyen yetişmiş
bireyler olmalarına şaşırmamak gerekir.
Artık
önümüzde tek bir seçenek vardır; Kürt, Türk demeden çocuklarımıza sahip çıkmak
zorundayız. Özellikle şiddetin, çatışmanın, işkencenin, yangının içinde doğan
çocukları anlamak zorundayız. Aynı ortamı başka çocukların yaşamaması için
çabalarımızı çoğaltmak zorundayız. Tutuklu bulunan çocukların derhal serbest
bırakılmaları için ısrar etmek zorundayız. Cinayetin, tecavüzün, nitelikli
dolandırıcılığın, birkaç yılla cezalandırıldığı bir ülkede, çocukların fanilası
terliydi, elinde limon vardı, hızlı nefes alıyordu, taş attı diye yaşının
iki-üç katı cezaya çarptırılması adalet duygusunu en hafif deyimi ile zedelemektedir.
Bu
duruma seyirci kalıyor veya onaylıyorsak çocuklarımızın yüzüne bakalım ve artık
masumiyetten söz etmeyelim. Çünkü o zaman hiçbirimiz masum olmayacağız. 06.07.2010
SES
GENEL MERKEZİ