Sayın Akademisyenler,
YÖK yürütme kurulu, 26/02/2009 tarihinde, Abant İzzet Baysal, Afyon Kocatepe, Sivas Cumhuriyet, Diyarbakır Dicle, Düzce, Elazığ Fırat, Tokat Gaziosmanpaşa, Urfa Harran, Kars Kafkas, K.Maraş Sütçü İmam, Antakya Mustafa Kemal, Van Yüzüncü Yıl, Zonguldak Karaelmas Üniversitelerinin tıp fakültelerindeki öğretim üyesi ihtiyacının, 2009-2010 öğretim yılı için, 2547 nolu yasanın 41. maddesine istinaden diğer üniversitelerin tıp fakültelerindeki kadrolardan karşılanmasına karar vermiştir. Bu karara göre, görev süresinin 1 yıldan az olmayacağı belirtilmiş ve rektörler tarafından belirlenecek isimlerin on beş gün içinde YÖK’e bildirilmesi istenmiştir.
İlk bakışta, bazı Tıp Fakültelerinde çok sayıda profesör varken, yeni açılan Tıp Fakültelerinde bir tek öğretim üyesinin bile olmaması; bu operasyonun mantıksal, sosyal ve hatta ulusal açıdan haklı ve uygun olduğu yanılsamasına yol açmaktadır. Fakat son zamanlarda hiçbir merkezi planlama olmadan, birbiri ardına tüm illerde siyasi çıkarlar doğrultusunda, altyapısı olmayan yeni üniversiteler açıldı ise ve yıllar önce kurulmuş olmasına karşın eski üniversitelerin içi boşaltılarak bilimsel gücü zayıflatıldı ise, problemin çözümü bu geçici görevlendirmeler olamaz. Plansız ve programsız olarak, üniversiteler ile işbirliği yapmadan öğretim üyesi görevlendirmek, içi boşalmış bu kurumların bilimsel kalitesini ve eğitim seviyesini değil, sadece kağıt üzerindeki kadro aritmetiğini düzeltir. Yıllarca yapılan yanlışları bir yanlış daha yaparak engellemek olası değildir. Bir öğretim üyesine insan şeklinde muamele etmeyen, evrensel olmak kavramından kopuk olan bu anlayışı ancak kendimize olan saygımız ve güvenimiz ile ve birlikte tepki göstererek engelleyebiliriz. Üstelik bir üniversiteden kimlerin gitmesi gerektiğine karar verme yetkisi rektörlük makamına bırakılmıştır ki, bu durum akademisyenlerin bağımsız bilim ve sanat üretmesini tehdit edebilecek bir unsurdur.
YÖK’ün, 262 öğretim üyesinin yerini değiştirme kararını üniversite yönetimleri ile hiçbir diyalog kurmaksızın alması, Türkiye’de üniversitelerin idari ve akademik özerklikleri olmadığının kanıtıdır. 2547 nolu yasanın 41. maddesine göre alınan bu karar ile, sözde üniversitelerdeki öğretim elemanı eksikliklerini gidermek amaçlanmış; fakat bir akademisyenin görev yaptığı kurum, bulunduğu şehir, yaşadığı sosyal çevre ile kurduğu organik, manevi ve bilimsel bağlar hiçe sayılmıştır. Zaten temel insan haklarının ihlali anlamına gelen bu manipülasyonda, somut ve akılcı ölçütlerden uzak kalınmış ve gelişigüzel davranılmıştır. Sorunun çözümü, üniversitelerin eğitim, araştırma ve hizmet yoğunluklarını değerlendirmeden, “her üniversitenin akademisyen sayısını eşitlemek” çabası ile basit bir matematiksel probleme indirgenmiştir. YÖK yürütme kurulunun kendince yaptığı bu dengeleme operasyonunun özensizce gerçekleştiğini gösteren örnekler çoktur. Örneğin 9 Eylül Ü. Tıbbi Genetik bölümünde çalışan 7 öğretim üyesinden 5 i, başka üniversitelere kaydırılmıştır. K.Maraş Sütçü İmam Ü. Göğüs AD da hali hazırda 3 öğretim üyesi varken 4. öğretim üyesi için görevlendirme çıkartılmıştır. İstanbul Ü, deki tek çocuk endokrinoloji uzmanı Maraş’a gönderilmiştir. Şimdi de İstanbul Ü. deki eksik kadronun kapatılması için başka bir üniversiteden mi kaydırma yapılacaktır?
“Görevlendirme” adı altında öğretim üyelerinin çalıştıkları kurumlarda elde ettikleri özlük haklarına, akademisyen olarak yürüttükleri projelere, insan olarak kurdukları yaşam düzenine, sosyal ve ailesel bağlara darbe indiren bu uygulamaya karşı duruşumuzu net olarak ortaya koymalıyız. Yarın akıl ve mantık dışı, benzeri dayatmalar ile karşılaşmak istemiyorsak bugün bir araya gelerek sağduyulu bir tepki göstermeliyiz. Üniversitelerde akıl ve bilimin liderliğini yapan yönetici kadroları da bu tepkiye katılmalıdır. Türkiye’deki üniversitelerin daha çağdaş, bilim üreten, özerk kurumlar olması için projeler üretmek, üniversitenin yönetici kadroları ve YÖK ile temasa geçerek bu projeleri hayata geçirmek gerekmektedir.
Açıktır ki, bu uygulama, kamuoyunda duygusal bir temel bulacağı umuduyla öncelikle sağlık alanında devreye sokulmuştur. Unutulmamalıdır ki, çok yakın bir gelecekte, bu uygulama, diğer bilim alanlarına da yansıyacaktır. Çünkü siyasal amaçlarla bir gecede açılıveren “üniversitelerin” öğretim elemanı eksiği sadece sağlık alanında değildir. Bu nedenle, ülkemizin tüm öğretim elemanlarının, çok geç olmadan bu uygulamaya karşı çıkmaları son derece önemlidir. Bugünkü öğretim kadrosu ülkemize her yıl binlerce yeni hekim, mühendis, öğretmen vb nitelikli eleman kazandırdığı gibi, lisansüstü programlarıyla onları eğitecek öğretim elemanları da yetiştirmekte, kentimize ve ülkemize önemli hizmetler vermektedir. Bu nedenle, tüm bunları sekteye uğratacak bu yanlış uygulamaya kentimizin tüm kamu ve sivil toplum güçlerinin de karşı çıkması son derece yerinde olacaktır.
Karar mekanizması, üniversitelerin diğer fakültelerindeki öğretim elemanı açığını kapatmak için, şu an tıp fakültelerinde denenmekte olan bu sürecin nasıl sonlanacağını beklemektedir, Geçmişte de denenen bu tür geçici çözümlerin ne gönderen kurum, ne gönderilen kurum ve ne de bu kararları alan siyasi güce yararı olmuştur. Bu nedenle yarın öbür gün açıklanacak yumuşatılmış ölçütlere kanmamak, öğretim üyesinin bilimsel duruşuna yakışır bir eleştiri ile, çözümleri de sunarak itiraz edilen noktalarda gerekçeleri ile derhal hukuksal sürece başlamak gerekmektedir
YÖK’ün bu kararını bir an önce geri çekmesini, akılcı çözümlerin konuşulacağı bir fikir ortamının oluşturulmasını öneriyor, konunun medyada yer almasının önemini vurguluyoruz.
Saygılarımızla,
Mersin Üniversitesi Öğretim Elemanları Konseyi Yürütme Kurulu