Sendikamız GSS İşlemler Yönetmeliğinin 9 Maddesinin Yürütmesinin Durdurulması Ve İptali İçin Dava Açmıştır.

Facebook
Twitter
WhatsApp

1-GSS yönetmeliği ve dayanak 5510 sayılı yasa ile bu kanun yürürlüğe girdikten sonra işe başlayan memurlar ve diğer
kamu görevlileri sigortalı sayılarak, eski-yeni memur ayrımı yapılması,

2-GSS yönetmeliği ve dayanak 5510 sayılı yasa ile memurlar ve kamu görevlileri açısından Genel Sağlık
Sigortası priminin getirilmesi,

3-GSS yönetmeliği ve dayanak 5510 sayılı yasa ile memurlar ve diğer kamu görevlileri açısından sağlık
yardımından yararlanmak için en az 30 gün genel sağlık sigortası prim gün sayısının olması kuralının getirilmesi,

4-GSS yönetmeliği ve dayanak 5510 sayılı yasa ile memurlar ve diğer kamu görevlileri açısından ayakta
tedavide 2 YTL katılım payı alınması,

5-GSS yönetmeliği ve dayanak 5510 sayılı yasa ile memurlar ve diğer kamu görevlilerinden istisna olmaksızın,
ortez, protez, iyileştirme araç ve gereçlerinden katılım payı alınması,

6-GSS yönetmeliği ve dayanak 5510 sayılı yasa ile memurlar ve diğer kamu görevlilerinden hiçbir
istisna tanınmadan ayakta tedavide ilaç katılım payı alınması,

7-GSS yönetmeliğinin 41. maddesinin 4. fıkrası ile yasal dayanak olmadığı halde, kimlik tespiti
yükümlülüğü yapmayan sağlık hizmeti sunucusundan kamu zararının tahsil edilmesi,

8-GSS yönetmeliği ve dayanak 5510 sayılı yasa ile temel teminat paketi olarak adlandırdığımız
uygulamanın iptal edilmesi,

9-GSS yönetmeliği ve dayanak 5510 sayılı yasa ile fark ücreti alınması ve otelcilik hizmeti için belirlenen
fiyatın 3 katı tutarında fark ücreti alınması konularında dava açılmıştır.

 

Dava dilekçesi aşağıdadır.

 

 

Av. Öztürk Türkdoğan

Necatibey Cad. No: 82/13

Kızılay/ANKARA

Tel: 2326122

Faks: 2302193

 

 

DANIŞTAY BAŞKANLIĞI’NA

(Yürütmeyi Durdurma ve Duruşma İstemlidir)

 

DAVACI: 1- Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK)

                  2- Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES)

 

VEKİLİ: Av. Öztürk Türkdoğan

 

DAVALI: Sosyal Güvenlik Kurumu ,ANKARA

 

D. KONUSU: 28 Ağustos 2008 tarih ve 26981 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Genel Sağlık Sigortası İşlemleri Yönetmeliği’nin 6. maddesinin (1). fıkrasının (a) bendinde geçen “… ve (c)  bentlerine …” ibarelerinin, 13. maddesinin (1). fıkrasında geçen ve kanunun 4. maddesinin (c) bendini ifade eden “… (c) …” harfinin, 32. maddesinin (1). fıkrasının (a) bendinin memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden, 33. maddesinin (1). fıkrasının birinci cümlesinin memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden, 34. maddesinin (2). fıkrasının memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden, 35. maddesinin (1). fıkrasının memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden, 41. maddesinin (4). fıkrasının, 48. maddesinin (1). fıkrasının, 51. maddesinin (1). ve (5). fıkralarının iptali ve yürütülmesinin durdurulması ile bu düzenlemeye dayanak olan 5510 sayılı kanunun 4. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin, 67. maddesinin 1. fıkrasının ( a )bendinin memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden,  68. maddesinin 2. fıkrasının memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden, 72. maddesinin 1. ve 4. fıkralarının, 73. maddesinin 2. fıkrasının birinci cümlesi ile 4. fıkrasının, 106. maddesinin 7. fıkrasının Anayasanın 2, 5, 10, 17, 56, 90 ve 128. maddelerine aykırı olması nedeni ile Anayasanın 152. maddesi uyarınca iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulması istemidir.

 

T. TARİHİ: 28.08.2008

 

AÇIKLAMALAR

 

 I. 5510 SAYILI KANUNLA İLGİLİ GENEL DEĞERLENDİRME

 

59. Hükümet döneminde “Sosyal Güvenlik Reformu” adı altında sürdürülen çalışmaların her aşamasında, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası ile ilgili müvekkil Konfederasyon ve Sendika  görüş, değerlendirme, öneri ve istemleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na, Sosyal Güvenlik Kurumu’na, Ekonomik ve Sosyal Konsey’e, TBMM Komisyonlarına birçok kez iletilmiştir. Ancak, başta Emek Platformu içinde ortaklaşılan konular olmak üzere, birçok konuda müvekkil Konfederasyon görüşleri göz ardı edilmiştir.

 

Dava konusu Yönetmeliğin dayandığı 5510 sayılı yasanın ilk hali  19.04.2006 tarihli 5489 sayılı Yasa olarak TBMM’nde kabul edilmesinin ardından, dönemin Sayın Cumhurbaşkanı tarafından yeniden görüşülmek üzere TBMM’ne geri gönderilmiş ve değiştirilmeden 31.05.2006 tarihli 5510 sayılı Yasa olarak kabul edilmiştir.

 

01.01.2007 tarihinde yürürlüğe girmesi beklenen Yasa ile ilgili olarak Sayın Cumhurbaşkanı ile 118 milletvekili tarafından Anayasa’ya aykırılık ileri sürülerek, Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmuştur. Anayasa Mahkemesi 15.12.2006 tarihli 2006/111-112 sayılı kararı ile Anayasa’ya aykırılık savlarının 24’ünü tamamen veya kısmen kabul ederek, bazı maddelerin yürürlüğünü durdurmuş, 8’ini ise reddetmiştir. Ağırlıklı olarak kamu çalışanları yönünden iptal edilen maddeler arasında 7 madde serbest çalışanlar, 5 madde de işçiler yönünden getirilen düzenlemeleri kapsamaktadır.


Anayasa Mahkemesi’nin 31.12.2006 günü gerekçeli kararını açıklamasının ardından, 2007 Bütçe Kanunu’na konulan bir hüküm ile 5510 sayılı Yasa’nın uygulanması önce 01.07.2007, daha sonra, 01.01.2008 tarihine ertelenmiştir.

 

Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından 5510 sayılı yasada değişiklik öngören tasarı sosyal tarafların görüşlerine sunulmuştur. Sosyal taraflar görüşlerini her aşamada ileri sürmüş olmalarına rağmen, 5510 sayılı yasanın ilk halini bile aratacak düzenleme yapılmış ve 17.04.2008 tarihli 5754 sayılı kanunla 5510 sayılı kanun değiştirilerek kabul edilmiştir.

 

Bugüne dek AKP Hükümetleri, “kamunun yeniden yapılandırılması”, “sağlıkta dönüşüm projesi”, “sosyal güvenlik reformu” olarak adlandırdığı projelerle,  gerçekte kamusal hizmetleri ve sosyal hakları tasfiye eden ve çoğunluğun çıkarları ile çatışan piyasacı düzenlemeleri kararlılıkla uygulamayı sürdürmüştür. Katılımcılık ve sosyal diyaloga vurgu yapılan ancak, tek yanlı bilgi aktarımının ötesine geçmeyen ve sosyal taraflarla monologa dönüşen bu süreçler, uygulamaların yani yasanın taraflara dayatılmasıyla sonlanmıştır.

 

60. Hükümetin devlet anlayışı da önceki hükümetler gibi, sosyal devleti dışlayan, “düzenleyici – piyasacı devlet”i önceleyen bir yaklaşıma dayanmaktadır.  Sosyal devlet, toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldırmak amaçlı olduğu halde, düzenleyici – piyasacı devletin amacı, piyasa mekanizmasına dayanan bir sistemi işler kılmak, devleti piyasanın gereklerine göre yönetmektir. Bu nedenle 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası  “düzenleyici-piyasacı” devlet anlayışına dayanmaktadır.

 

Gerçekte 5510 sayılı yasa bir yenilik taşımamaktadır. Sosyal güvenlik harcamalarını kara delik olarak gören, sosyal güvenlik kurumlarını işletmeye dönüştüren, sosyal hakları “gelir artırıcı, gider azaltıcı” bir finansman anlayışı ile kısıtlayan, sağlık hakkını kar alanına devreden, sosyal devlet karşıtı ve piyasacı yaklaşım geçerliliğini sürdürmektedir. Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda bir düzenleme yapmak yerine, daha önce eksik bırakılan kimi teknik sorunların giderilmesi ve bazı konularda daha önce yapılmış olan düzenlemelerin aşırıya kaçıldığı düşüncesiyle geri alınması öncelikli olarak gözetilmiştir.

 

 5510 sayılı Yasa, yurttaşların geleceğini ve sağlık gereksinimlerini güvence altına alarak, onların onurlu yaşama hakkını gerçekleştiren ve gelecek kaygısı duymaksızın güvenli bir toplum içinde yaşadıkları duygusunu ve güvencini pekiştiren sosyal politikaların önemli bir bölümünü oluşturan sosyal sigortalar ve sağlık haklarını,  yeniden düzenlemiştir. Yeni düzenleme ile sosyal devletin güvencesinde olan  “hak” anlayışının yerini, takdire dayalı “sıradan bir yardım anlayışı” almıştır.  Sosyal güvenlikte 5510 sayılı Yasa ile getirilen ve bir dönüşümü yansıtan bu model,  Dünya Bankası ve IMF’nin sosyal hakları ve sosyal güvenliği mali piyasalara terk eden modelidir. 5510 sayılı Yasa’da  korunan bu yaklaşımın, daha önce uygulanan ülkelerde olduğu gibi,  Türkiye’de de başarılı olma olanağı yoktur.

 

IMF, Dünya Bankası, DTÖ gibi uluslararası finans kuruluşları sağlık sektörünün tüm bileşenlerinin daha fazla kar anlayışına uygun olarak dönüştürülmesini istemektedir. 5510 sayılı Yasa ile bu istek yaşama geçirilmek istenmiştir. Bu Yasa’da getirilen yeni yaklaşım da sosyal hukuk devleti ilkesine aykırı olarak, sosyal güvenlik ve sağlık haklarında yapılmış olan düzenlemeleri daha da geriye taşıyarak, bu amaca hizmet etmeyi sürdürmektedir.

 

2008 Sonbaharı ile kendisini iyice hissettiren Küresel Mali Kriz giderek Küresel Ekonomik Krize dönüşmektedir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de bu sürecin neo-liberal anlayışın sonucu olduğu, neo-liberal politikaları Türkiye gibi ülkelere dayatan İMF, Dünya Bankasının sorumluluğu olduğu ortaya çıkmıştır. İMF politikaları ile hazırlanıp, yaşama geçirilmeye çalışılan 5510 sayılı yasanın da akıbetinin fiyasko olacağı açıktır. Anayasanın 2. maddesinde sosyal devlet açıkça belirtilmiş olmasına karşın, AKP Hükümetlerinin liberal devleti fiilen uygulamaya geçirmesi karşısında yaşanan Anayasa ihlallerinin artık görülmesi ve tedbir alınması kaçınılmazdır. Tüm gelişmiş Kapitalist liberal devletler bu Dünya Ekonomik Krizi karşısında devletçi politikalar uygulayıp, kamusal hizmetlere yöneldiği bir ortamda, ülkemizin kamusal hizmetlerden kaçınmayı dayatan böylesi bir yasayı uygulamak istemesi anlaşılmazdır.

 

II. GENEL SAĞLIK SİGORTASI DEĞERLENDİRMESİ

Sosyal devletin temelini oluşturan sosyal güvenlik hizmetleri sayesinde kişilerin gelir düzeyi ne olursa olsun sağlık hizmetinden yararlanabilmeleri sağlanmıştır. Ancak 5510 sayılı Yasa ile sağlık hizmetlerinin sosyal devlet anlayışı çerçevesinde sunulmasından vazgeçildiği görülmektedir. Bu durum ise finansmanda yaşanan güçlüklerle açıklanmaya çalışılmaktadır.

Genel olarak ülkelerin sağlık finansmanının 3 şekilde sağlandığı görülmektedir. Bunlar; 

a) özel finansman, 

b) kamu sağlık sigortacılığı, 

c) genel vergilerden oluşturulan ulusal sağlık sistemleridir. 

 

a)- Özel finansman; özel sigortacılık uygulamalarını ve hizmeti kullanım anında kullanıcı tarafından yapılan ek ödemeleri temel alan bir sistemdir. Dünya Sağlık Örgütü’nün de belirlediği gibi toplumda parası olan, ayrıcalıklı toplum kesimlerinin ayrıcalıklı gereksinimlerine yanıt vermek üzere ortaya çıkan bir sistemdir.

 

b)-Kamu sağlık sigortacılığı sistemi; Hükümetin kaynak yetersizliği, bütçe açıkları gerekçesiyle dar gelirli ve yoksul toplum kesimlerinden prim ve ek ödeme temelinde oluşturduğu zorunlu kamu sigortacılığı sistemidir. Hükümetlerin uyguladığı ekonomik ve sosyal politik tercihler nedeniyle sayıları hızla artan az gelirli ve yoksul toplum kesimlerinin yaşadığı koşullar nedeniyle yüksek sağlık taleplerini pirim ve ek ödeme vb. zorunluluklar ile kontrol altına almayı hedefleyen bir sistemdir. 

 

Bu sigorta sisteminde uygulanan prim ödemesi ile genel vergiler dışında sağlık için bir tür özel ek vergi getirilmektedir. Bu ek vergi anlayışı geniş halk kesimleri üzerine ek bir finansman yükü daha ilave edeceğinden olumsuz tablo daha da ağırlaşmaktadır. 5510 Sayılı Kanun ile benimsenen bu sistemin, kendisine kaynak olarak dar gelirlileri ve yoksulları belirlemesi sistemin açmazını oluşturmaktadır.

 

Bu sigorta modeli, toplumun sağlık verilerinde iyileşmeyi sağlayamadığından etkinliği de tartışma konusudur. Zira kamu sigortası sistemleri, kaynakları daha fazla oranda tedavi edici hizmetlere yönlendiren yapısal bir özelliğe sahiptir. Genel olarak hükümetlerin sağlıktaki popülist politikaları ile halkın tedavi edici sağlık hizmetlerine tercih eğilimi birleştiren bir sistemdir. Sigorta uygulamasıyla oluşturulan kaynağın tedavi edici sağlık hizmetlerine yönlendirilmesi, halkın doğal tedavi yönelimli tercihi ile birleştiğinde koruyucu sağlık hizmetleri iyice zayıflamaktadır.

 

c)- Genel vergilerden oluşturulan ulusal sağlık sistemleri; kamusal finansman ile sağlık hizmetlerinin bir bütün olarak kamusal bir anlayışla sunulmasını birleştiren bir sistemdir. 

 

Sağlık sistemini geliştirip etkin kılmak ve tüm toplum kesimlerinin gereksinimlerine eşit olarak yanıt üretmek, adaletli bir vergi sistemine dayalı genel bütçeden finanse edilen bir sistemle mümkündür. Özellikle gelir dağılımının ileri derecede bozulduğu ülkelerde az gelirli ve yoksul kesimleri koruyan, gelir dağılımını düzeltme aracı olarak sosyal güvenliği genel bütçeden karşılayan bir sisteme ihtiyaç bulunmaktadır. 

 

Genel vergilerle finanse edilen ulusal sağlık sisteminde, finansmanla hizmet üretiminin entegre biçimde sunulması ve sağlık hizmetlerinin de koruyucu ve tedavi edici olarak bu sistem içinde entegre edilmesi, etkinliği daha da arttırmaktadır Böylelikle, merkezi yürütme aygıtı, kaynakları hangi sorunlara, hangi alanlara kaydıracağına karar verme, koruyucu ve tedavi edici hizmetleri, birinci basamakla diğer basamakları uygun noktada dengeleyebilme şansına sahip olabilmektedir. 

 

Deneyimler ve araştırmaların gösterdiği sonuca göre bu sistem sigorta modeline göre daha eşitlikçi, daha etkin, koruyucu sağlık hizmetleri ile birinci basamağı öncelediği için daha az maliyetli bir sistemdir.  Ne var ki, Genel Sağlık Sigortası ile herkesin sosyal güvence altına alınacağı,  tek çatı ile sağlık hizmet sunumundaki eşitsizliklerin sona erdirileceği,  hekim hasta arasındaki para ilişkisi kaldırılacağı belirtilmiş olmasına karşın, sağlık hizmetlerinin ticarileştirilmesinin önünde önemli bir engel olarak görüldüğünden olsa gerek 5510 sayılı Yasada bu sistem benimsenmemiştir.

5510 sayılı yasa önceki haline göre sağlığa erişimi daha da zorlaştırmaktadır:

5510 sayılı yasanın getirdiği  genel sağlık sigortasıyla ilgili yapılan yeni düzenlemelerin hiçbiri sigortalılar için yeni haklar getirmemekte; tam aksine, sigortalıların mevcut haklarında önemli kayıplara yol açmakta, sağlık hakkını daha da daraltmaktadır.

5510 sayılı yasada genel sağlık sigortalısı olacak yurttaşların sağlık hizmeti alırken ödemeleri gereken katılım paylarının miktarı ve kapsamı önceki ve halen mevcut(Emekli sandığı) sosyal güvenlik yasalarından daha fazladır.

5510 sayılı yasa ile genel sağlık sigortasının uygulanmaya başlanmasıyla vatandaşların sağlık hakkının daha da kısıtlanacağını;  sağlık hakkından yararlanabilmek için daha fazla katılım payı ve fark ücreti ödenmesi gerekeceğini; ödeme gücü olmayan yurttaşların ise sağlık hizmetlerinden yararlanamayacağını açık olarak ortaya koymaktadır.

Sağlık kurumlarının ayrı ayrı sınıflandırılması ve sağlık hizmetlerinin ödenecek tutarlarının her bir sağlık hizmeti sunucusu için farklı belirlenmesi; ikinci ve üçüncü basamak sağlık kurumlarına sevksiz başvurularda muayene ücretlerindeki düzenlemeler ve bu kurumlara sevksiz başvuru durumlarında SGK’nın yapacağı ödemelerin % 70’ten % 80’e çıkarılması genel sağlık sigortasında toplanacak primlerin ağırlıklı olarak özel hastanelere aktarılacağını göstermektedir.

 

III İPTAL SEBEPLERİ

 

Dava konusu Yönetmeliğin iptali istenen maddeleri ile dayandığı 5510 sayılı kanunun ilgili maddeleri aşağıdaki tabloda gösterilmiş olup, sadece bir Yönetmelik düzenlemesi ile ilgili dayanak yasada açık hüküm bulunmamaktadır.

 

Sıra no

Dava konusu Yönetmelik Maddeleri

Dava konusu Yönetmeliğe dayanak 5510 sayılı kanun maddeleri

1

Genel sağlık sigortalısı sayılanlar

             MADDE 6 – (1) Türkiye’de ikamet eden kişilerden;

             a) Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a), (b) ve (c) bentlerine tabi olanlar,

 

             Sigortalı sayılanlar

             MADDE 4- (Değişik: 17/4/2008-5754/2 md.)

 

c) Kamu idarelerinde;

1) Bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendine tabi olmayanlardan, kadro ve pozisyonlarda sürekli olarak çalışıp ilgili kanunlarında (a) bendi kapsamına girenler gibi sigortalı olması öngörülmemiş olanlar,

2) Bu maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine tabi olmayanlardan, sözleşmeli olarak çalışıp ilgili kanunlarında (a) bendi kapsamına girenler gibi sigortalı olması öngörülmemiş olanlar ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 86 ncı maddesi uyarınca açıktan vekil atananlar,

sigortalı sayılırlar.

 

2

MADDE 13 – (1) Genel sağlık sigortası prim oranı, Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a), (b) ve (c) bentleri ile Kanunun 5 inci maddesi (g) bendi kapsamındakiler için Kanunun 82 nci maddesinin birinci fıkrasına göre hesaplanan prime esas kazancın %12,5’idir. Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri ile Kanunun 5 inci maddesi (g) bendine tabi olanlar için bu primin %5’i sigortalı, %7,5’i ise işveren hissesidir.

4. maddenin 1. fıkrasının ( c ) bendi

3

             Sağlık hizmetlerinden ve yol gideri, gündelik ve refakatçi haklarından yararlanma şartları

             MADDE 32 – (1) Genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sağlık hizmetlerinden ve yol gideri, gündelik ve refakatçi haklarından yararlanabilmeleri için;

             a) Kanunun 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasının (c) ve (f) bentleri hariç diğer bentleri gereği genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin, sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihten önceki son bir yıl içinde toplam otuz gün genel sağlık sigortası prim gün sayısının olması,

 

Sağlık hizmetlerinden yararlanma şartları

             MADDE 67- (Değişik: 17/4/2008-5754/42 md.)

18 yaşını doldurmamış olan kişiler, tıbben başkasının bakımına muhtaç olan kişiler, acil haller, iş kazası ile meslek hastalığı halleri, bildirimi zorunlu bulaşıcı hastalıklar, 63 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri gereğince sağlanan sağlık hizmetleri, 75 inci maddede sayılan afet ve savaş ile grev ve lokavt hali hariç olmak üzere sağlık hizmetlerinden ve diğer haklardan yararlanabilmek için;

a) 60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (c) ve (f) bentleri hariç diğer bentleri gereği genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin, sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihten önceki son bir yıl içinde toplam 30 gün genel sağlık sigortası prim ödeme gün sayısının olması,

 

4

Ayakta tedavide hekim ve diş hekimi muayenesi katılım payı

             MADDE 33 – (1) Katılım payı, ayakta tedavide her bir hekim ve diş hekimi muayenesi için 2 Yeni Türk Lirası olarak uygulanır.

 

             Katılım payı alınması

             MADDE 68- 63 üncü maddede sayılan sağlık hizmetlerinden katılım payı alınacak olanlar şunlardır:

             a) Ayakta tedavide hekim ve diş hekimi muayenesi.

             b) Ortez, protez, iyileştirme araç ve gereçleri.

             c) Ayakta tedavide sağlanan ilaçlar.

             (Değişik ikinci fıkra: 17/4/2008-5754/43 md.) Katılım payı, birinci fıkranın (a) bendindeki sağlık hizmetleri için 2 Yeni Türk Lirası olarak uygulanır. Katılım payı, (b) ve (c) bentlerindeki sağlık hizmetleri için gereksiz kullanımı azaltma, sağlık hizmetlerinin niteliği itibarıyla hayati öneme sahip olup olmaması, kişilerin prime esas kazançlarının, gelir ve aylıklarının tutarı ve benzeri ölçütler dikkate alınarak % 10 ilâ % 20 oranları arasında olmak üzere Kurumca belirlenir. Birinci fıkranın (a) bendindeki sağlık hizmetleri için belirlenen katılım payı tutarı, 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usûl Kanunu uyarınca belirlenen yeniden değerleme oranı kadar her yıl artırılır. Birinci fıkranın (a) bendi gereği katılım payını; birinci basamak hizmet sunucularında yapılan muayenelerinde almamaya ya da daha düşük tutarlarda belirlemeye veya tekrar birinci fıkranın (a) bendi için belirlenen tutara getirmeye, ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmet sunucularında yapılan muayenelerde ise önceki basamaklardan sevkli olarak başvurulup başvurulmadığı dikkate alınmak suretiyle yarısına kadar indirmeye veya beş katına kadar artırmaya, gerektiğinde bu tutarları kanuni tutarlarına getirmeye veya indirmeye Kurum yetkilidir.

 

5

Ortez, protez, iyileştirme araç ve gereçleri katılım payı

             MADDE 34 – (1) Katılım payı alınacak ortez, protez, iyileştirme araç ve gereçleri Kurumca belirlenir.

             (2) Katılım payı, ortez, protez, iyileştirme araç ve gereçleri için Kurumca ödenen bedeller üzerinden Kurumdan gelir ve aylık alan genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişiler için yüzde on, kapsamdaki diğer genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişiler için yüzde yirmi olarak uygulanır.

 

68. maddenin 2. fıkrası

6

Ayakta tedavide sağlanan ilaçlar için katılım payı

             MADDE 35 – (1) Ayakta tedavide sağlanan ilaçlar için katılım payı, Kurumdan gelir ve aylık alan genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişiler için yüzde on, kapsamdaki diğer genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişiler için yüzde yirmi olarak uygulanır.

 

68. maddenin 2. fıkrası

7

Kimlik tespiti

             MADDE 41 –

(4) Kimlik tespiti yükümlülüğünü yapmayan ve bu nedenle bir başka kişiye sağlık hizmeti sunulması nedeniyle Kurumun zarara uğramasına sebebiyet veren sağlık hizmeti sunucularından yapılan yersiz ödemeler geri alınır.

Dayanak yok

8

Sağlık hizmetleri ile yol gideri, gündelik ve refakatçi giderlerinin Kurumca ödenecek tutarlarının belirlenmesi

             MADDE 48 – (1) Kanunun 63 üncü maddesi gereği Kurumca tespit edilen finansmanı sağlanacak sağlık hizmetlerinin ve yol gideri, gündelik ve refakatçi giderlerinin Kurumca ödenecek tutarları; sağlık hizmetinin sunulduğu il ve basamak, sağlık hizmetlerinin maliyeti, Devletin doğrudan veya dolaylı olarak sağlamış olduğu sübvansiyonlar, sağlık hizmetinin niteliği itibarıyla hayati öneme sahip olup olmaması, kanıta dayalı tıp uygulamaları, teşhis ve tedavi maliyetini esas alan maliyet-etkililik ölçütleri ve genel sağlık sigortası bütçesi dikkate alınmak suretiyle, her sınıf için tek tek veya gruplandırılarak Sağlık Hizmetleri Fiyatlandırma Komisyonu tarafından belirlenir.

 

Sağlık hizmetlerinin ödenecek bedellerinin belirlenmesi

MADDE 72- (Değişik birinci fıkra: 17/4/2008-5754/44 md.) 65 inci madde gereği ödenecek gündelik, yol, yatak ve yemek giderlerinin Kurumca ödenecek bedellerini belirlemeye Sağlık Hizmetleri Fiyatlandırma Komisyonu yetkilidir. Komisyon, tıp eğitimini, hizmet basamağını, alt yapı ve kaynak kullanımı ile maliyet unsurlarını dikkate alarak sağlık hizmeti sunucularını fiyatlandırmaya esas olmak üzere ayrı ayrı sınıflandırabilir. Komisyon, 63 üncü madde hükümlerine göre finansmanı sağlanan sağlık hizmetlerinin Kurumca ödenecek bedellerini; sağlık hizmetinin sunulduğu il ve basamak, Devletin doğrudan veya dolaylı olarak sağlamış olduğu sübvansiyonlar, sağlık hizmetinin niteliği itibarıyla hayati öneme sahip olup olmaması, kanıta dayalı tıp uygulamaları, maliyet-etkililik ölçütleri ve genel sağlık sigortası bütçesi dikkate alınmak suretiyle, her sınıf için tek tek veya gruplandırarak belirlemeye yetkilidir.

(Değişik dördüncü fıkra: 17/4/2008-5754/44 md.) Kurum, ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile dernek, vakıf, federasyon, konfederasyon ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının görüşlerini alabilir.

 

9

Sözleşmeli sağlık hizmeti sunucularının alabileceği fark ücretleri

             MADDE 51 – (1) Kamu idaresi sağlık hizmeti sunucuları dışındaki vakıf üniversiteleri dâhil sözleşmeli sağlık hizmeti sunucularınca, Sağlık Hizmetleri Fiyatlandırma Komisyonunca belirlenen sağlık hizmetleri bedeline ek olarak, genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü oldukları kişilerden sağlık hizmeti sunucularının giderleri ve ürettikleri sağlık hizmetlerinin maliyetleri, yapılan sübvansiyonlar gibi kriterler dikkate alınarak bu bedellerin bir katına kadar alınabilecek ilave ücretin tavanı Bakanlar Kurulunca belirlenir. Bu tavan dâhilinde alınabilecek ilave ücret oranları Kurumca belirlenir. Eşdeğer ilaçların azami fiyatı ile genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin talep ettiği eşdeğer ilacın fiyatı arasında oluşacak fark ve optik için tavan uygulanmaz ve bu fıkra kapsamında değerlendirilmez.

(5) Sağlık hizmeti sunucuları, otelcilik hizmetleri ile istisnai sağlık hizmetleri için, genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerden Sağlık Hizmetleri Fiyatlandırma Komisyonu tarafından belirlenen sağlık hizmeti fiyatlarının üç katını geçmemek üzere ilave ücret alabilir.

             Sağlık hizmetlerinin sağlanma yöntemi ve sağlık giderlerinin ödenmesi

             MADDE 73- (Değişik: 17/4/2008-5754/45 md.)

Bu Kanuna göre sağlık hizmetleri, Kurum ile yurt içindeki veya yurt dışındaki sağlık hizmeti sunucuları arasında yapılan sözleşmeler yoluyla ve/veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sözleşmesiz sağlık hizmeti sunucularından satın aldıkları sağlık hizmeti giderlerinin ödenmesi suretiyle sağlanır.

Kamu idaresi sağlık hizmeti sunucuları dışındaki vakıf üniversiteleri dahil sözleşmeli sağlık hizmeti sunucularınca, Sağlık Hizmetleri Fiyatlandırma Komisyonunca belirlenen sağlık hizmetleri bedeline ek olarak, genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü oldukları kişilerden sağlık hizmeti sunucularının giderleri ve ürettikleri sağlık hizmetlerinin maliyetleri, yapılan sübvansiyonlar gibi kriterler dikkate alınarak bu bedellerin bir katına kadar alınabilecek ilave ücretin tavanını belirlemeye Bakanlar Kurulu yetkilidir.

 

Sözleşmeli sağlık hizmeti sunucuları, Kurumca belirlenmiş standartların üstündeki talepleri karşılayan otelcilik hizmetleri ile hayati öneme sahip olmama ve alternatif tedavilerin bulunması gibi hususlar göz önüne alınarak Sağlık Hizmetleri Fiyatlandırma Komisyonu tarafından belirlenen istisnai sağlık hizmetleri için, genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerden belirlenen hizmet fiyatlarının üç katını geçmemek üzere ilâve ücret alabilir. Sözleşmeli sağlık hizmeti sunucuları, Kurumca ödenecek sağlık hizmeti bedellerinin yayımlanmasını  takiben   otuz  gün  içinde   ilâve  ücret   ödemeleri   için  belirlenen  tavanlar dahilinde belirledikleri sağlık hizmeti fiyatlarını kuruma bildirmek zorundadır. Sözleşmeli sağlık hizmeti sunucuları fiyat değişikliklerini 5 iş günü içinde Kuruma bildirirler. Tavanlar dahilinde de olsa Kurumca belirlenen süreden önce bu fiyatlarını artıramazlar.

 

 

 

Yürürlükten kaldırılan hükümler

MADDE 106 – (Değişik: 17/4/2008-5754/64 md.)

7) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 107 nci, 209 uncu ve ek 22 nci maddeleri,

 

 

1-       Dava konusu Yönetmeliğin 6. maddesinin (1). fıkrasının (a) bendinde geçen “… ve (c)  bentlerine …” ibareleri: Söz konusu düzenleme ile bu yasa yürürlüğe girdikten sonra işe başlayan memurlar ve diğer kamu görevlileri sigortalı sayılmıştır. Bununla birlikte memurlar ve diğer kamu görevlilerinin tedavi yardımını düzenleyen 657 sayılı kanunun 107, 209 ve ek madde 22. maddeleri 5510 sayılı kanunun 106. maddesinin 7. fıkrası ile yürürlükten kaldırılmıştır. Dava konusu Yönetmelik ve dayanak yasa maddesi ile Memurlar ve kamu görevlileri,  5510 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girdiği tarihten önce ve sonra çalışanlar olarak ayrılmakta ve farklı hükümlere tabi tutulmaları öngörülmektedir. Bu durumda, bir yandan 5510 sayılı yasa yürürlüğe girmeden önce görevde bulunan memurların haklarının korunduğu görüntüsü yaratılmakta; diğer yandan da daha sonra çalışmaya başlayanlar için Anayasa Mahkemesi’nin 5510 sayılı kanunla ilgili verdiği iptal  kararında belirtilen gerekçeye aykırı olarak, Anayasa’nın 128. maddesine açıkça aykırı bir düzenleme yapılmıştır. Bu nedenle bu düzenlemenin iptali gerekir.

2-       Dava konusu Yönetmeliğin  13. maddesinin (1). fıkrasında geçen ve kanunun 4. maddesinin (c) bendini ifade eden “… (c) …” harfi: Bu düzenleme ile memurlar ve diğer kamu görevlileri açısından da genel sağlık sigortası primi getirilmiştir. Her ne kadar bu primi kamu idareleri ödeyecek ise de kazanılmış haklara aykırı olarak, sağlık yardımını emekli karşılık ve kesenekleri kapsamında primsiz alan kamu görevlilerine yeni bir prim getirilmesi bulundukları statü nedeni ile Anayasanın 128. maddesine aykırıdır. Bu nedenle bu düzenlemenin iptali gerekir.

3-       Dava konusu Yönetmeliğin 32. maddesinin (1). fıkrasının (a) bendinin memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden iptali: Yapılan düzenleme ile memurlar ve diğer kamu görevlileri açısından sağlık yardımından yararlanmak için en az 30 gün genel sağlık prim gün sayısının olması kuralı getirilmiştir. Bu durum, Anayasa Mahkemesinin 5510 sayılı kanunla ilgili vermiş olduğu iptal kararında kamu görevlileri ile ilgili yaptığı hukuksal tespitlere açıkça aykırıdır. Ayrıca, kazanılmış haklardan geriye gidilmiştir. Bu nedenle iptali gerekir.

4-       Dava konusu Yönetmeliğin 33. maddesinin (1). fıkrasının birinci cümlesinin memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden iptali: Bu düzenleme ile memurlar ve diğer kamu görevlileri açısından da ayakta tedavide 2 YTL katılım payı alınmasını getirmiştir. Yukarıda da belirtildiği gibi 5510 sayılı kanunun 106. maddesinin 7. fıkrası ile 657 sayılı kanunun 209. maddesi kaldırılarak bugüne kadar katılım payı alınmayan bu kesimden katılım payı uygulanmasına geçilerek, Anayasa Mahkemesi kararlarına ve kazanılmış haklara aykırı düzenleme getirilmiştir. Bu nedenle iptali gerekir.

5-       Dava konusu Yönetmeliğin 34. maddesinin (2). fıkrasının memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden iptali: Bu düzenleme ile memurlar ve diğer kamu görevlilerinden de istisna olmaksızın ortez, protez, iyileştirme araç ve gereçlerinden katılım payı alınması öngörülmüştür. 5510 sayılı kanunun 106. maddesinin 7. fıkrası ile 657 sayılı kanunun 209. maddesi kaldırılarak, bugüne kadar ayakta tedavide ilaç katılım payı alınan kesime ilaç dışında katılım payı getirilmesi Anayasanın 128. maddesine ve kazanılmış haklara aykırı olacağından iptali gerekir.

6-       6- Dava konusu Yönetmeliğin 35. maddesinin (1). fıkrasının memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden iptali: Bununla hiçbir istisna tanınmadan memurlar ve diğer kamu görevlileri açısından ayakta tedavide ilaç katılım payı alınması öngörülmüştür. 5510 sayılı kanunun 106. maddesinin 7. fıkrası ile 657 sayılı kanunun 209. maddesi kaldırılarak, “(Değişik fıkra: 25/06/2003 – 4905 S.K./1. md.) Ayakta veya meskende tedavi halinde kullanılacak ilaç bedellerinin %20’si memur tarafından ödenir. Ancak, sağlık raporu * ile belirlenen ve tüberküloz, kanser, kronik böbrek, akıl hastalıkları, organ nakli ve benzeri uzun süreli tedaviye ihtiyaç gösteren hastalıkların ayakta veya meskende tedavileri sırasında kullanılmasına lüzum gösterilen ilaçlardan, hayati önemi haiz oldukları Sağlık Bakanlığınca tespit edilecek olanların bedellerinin tamamı kurumlarınca ödenir. (Ek fıkra: 30/05/1997 – KHK-572/16 md.) Bu madde gereğince sağlanacak yardımlardan, topluma uyumu kolaylaştıracak her türlü ortopedik ve diğer yardımcı araç ve gereçlerin standartlara uygunluğu sağlanır.” Hükümleri de mülga edilmiştir. Böylece memurlar açısından Anayasanın 128. maddesi uyarınca statülerine uygun düzenlemeler gözetilmeden yapılan değişiklik ve kazanılmış haklar kaldırıldığından, bu düzenlemenin de iptali gerekir.

7-       Dava konusu Yönetmeliğin 41. maddesinin (4). Fıkrasının iptali: bu düzenleme ile 5510 sayılı kanunda açıkça dayanak bulunmadığı halde, kimlik tespiti yükümlülüğünü yapmayan sağlık hizmeti sunucusu yani sağlık personeli sorumlu tutularak, kamu zararının ondan geri alınması  öngörülmüştür. Ülkemiz koşullarında zor şartlarda az personelle yoğun çalışan ve her türlü kimlik tespiti suistimalinin olabileceği bir ortamda meydana gelen zararların sağlık personelinden geri istenmesi açıkça hukuka aykırıdır. Sağlık personelinin asli görevi sağlık hizmeti vermektir. Gerek 657 sayılı kanunun 36. maddesi gerekse de Anayasanın 128. maddesi hükümleri gözetilerek bu düzenlemenin iptali gerekir. Bu düzenleme genel sağlık sigortası sisteminin ne kadar acımasız olduğunu, prim borcu olana hizmet verilmeyeceğini, sistemin tamamen piyasa koşullarına yani hastanın müşteri, hastanenin işletme, sağlık personelinin işletmeci olacağını göstermektedir.

8-       Dava konusu Yönetmeliğin, 48. maddesinin (1). Fıkrasının iptali: Yönetmeliğin bu düzenlemesi ile Sağlık Hizmetleri Fiyatlandırma Komisyonu marifeti ile genel sağlık sigortasının temel teminat paketleri dediğimiz kasko modeline uygun belirmeler yapacağı anlaşılmaktadır. 5510 Sayılı Kanununda düzenlenen Genel Sağlık Sigortası sistemi ile kişilere sağlık haklarının gereği olarak sağlık hizmeti sağlanması değil prim temelinde sağlık yardımında bulunulması ve geri kalanın de katılım payıyla tamamlanması öngörülmüştür.  Yasada sınırlı yardım, “temel teminat paketi” anlayışı benimsenmiştir.  Oysa sağlık hizmetleri; koruyucu sağlık hizmetleri, tedavi hizmetleri ve rehabilitasyon hizmetleri olarak bütüncül bir yapı gösterir. Kişilerin hastalık öncesi alacakları hizmet ile hastalıklarında ulaşacakları tedavi hizmetleri ve ihtiyaç durumunda da tedavi sonu rehabilitasyon hizmetleri bir bütünsellik içindedir. Bu bütünselliği ortadan kaldıran ve her bir hizmet sunumunu da kendi içinde parçalara ayrıştıran bir sağlık yardımı anlayışı sağlık hizmet etkinliğini olumsuz etkileyecektir.

5510 Sayılı Yasa’da teminat kapsamındaki sağlık hizmetlerinin sayılarak belirlenmesi yöntemine gidilmesi, bazı sağlık hizmetlerinin başından itibaren kapsam dışında bırakılması, kapsamdaki hizmetlerin, hangi tedavi yöntemleri ve ne kadar süre ile verileceğinin de Kurum’ca belirlemesi kabul edilmiştir. Üstelik daha önce metinde yer alan Kurumun bu amaçla bilimsel komisyonlar kuracağı yönündeki düzenleme de ortadan kaldırılarak bu yetkinin bilimsel ölçütleri olmadan da kullanılabilmesine olanak sağlanmıştır. Bu düzenleme, sağlık hizmetinin bir hak olarak görülmediğini, verilecek hizmetin kapsamının yürütme tarafından daraltılabileceğini ortaya koymaktadır. Hangi sağlık hizmetlerinin kapsam içinde olduğu belirsiz olan maliyet-fayda, maliyet-etkinlik ve benzeri ölçütler temelinde belirlenecek sağlık hizmetlerinin sunulması, zaten sağlıkta var olan eşitsizlikleri daha da artırıp pekiştirecektir. Düzenleme bu haliyle memurlar ve diğer kamu görevlileri ile diğer sigortalıları da olumsuz etkileyeceğinden. Sağlık hattı yönünden Anayasanın 56. maddesine aykırılık taşımaktadır.

         Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme Türkiye tarafından onaylanmış ve yürürlüğe konmuş durumdadır. 18 Haziran 2003 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 4867 sayılı kanunla onaylanmıştır. 11 Ağustos 2003 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 2003/5923 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile de yürürlüğe girmiştir.

Bu Sözleşmenin 12. maddesinde, ulaşılabilecek en yüksek sağlık standardı hakkı düzenlenmiştir. Bu hakkın yorumu ile ilgili Sözleşme kapsamında kurulmuş bulunan Ekonomik ve Sosyal Komitenin taraf devletleri bağlayan genel yorumu bulunmaktadır. Komitenin 2000 yılında yapılan 22. Oturumunda kabul edilen 14 nolu genel yorumu ekte sunulmuştur. Dava konusu düzenleme içerdiği haklar bakımından yetersizlikler taşıdığı ve sigortalılara ek külfetler getirdiği, sağlık hakkından yararlanmayı çeşitli durum ve şartlara bağladığı için Sözleşmeye de aykırıdır. Bu nedenle Anayasanın 90. maddesi dikkate alınarak iptali gerekir.

 

9-       Dava konusu Yönetmeliğin 51. maddesinin (1). ve (5). Fıkralarının iptali: Bu düzenleme ile kamu idaresi sağlık hizmeti sunucuları dışındaki sözleşmeli sağlık hizmeti sunucularının fark ücreti alabileceği, 5. fıkrada da otelcilik hizmeti için belirlenen fiyatın üç katı tutarında fark ücreti alınabileceği düzenlenmiştir. Getirilen sistemle fark ücretlerinin alınması sağlık hakkı açısından açıklanabilecek bir durum değildir. Prime dayalı bir sistemde katılım payının alınmasının yanı sıra  fark ücretinin de alınacak olması sistemin tamamen paralı olması anlamına gelmektedir. Sağlıkta özelleştirmenin sınırsızca yapıldığı ve maalesef Anayasa Mahkemesinin de sağlık hizmetinin satın alınabileceğine dair kararı varken, kamu idareleri tarafından verilemeyecek sağlık hizmetleri için zorunlu olarak özel hastanelere gidecek sigortalılardan fark ücretlerinin alınacak olması sağlık hakkı ile izah edilebilir mi? Nitekim şimdiden bir çok özel uzmanlık gerektiren branşta hizmet sunan hekimler özel hastanelerde çalışmaktadır. Buralara tedaviye gidecek olanlardan fark ücreti alınması sağlık hakkına erişimde ciddi ihlallere neden olacaktır. Anayasanın 56. maddesi ile 90. madde kapsamında imzalan Ekonomik, sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşmenin 12. maddesi uyarınca bu düzenlemenin iptali gerekir.

 

VI. ANAYASAYA AYKIRILIK NEDENLERİ

 

Anayasa Mahkemesi, çeşitli kararlarında, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan sosyal devlet ilkesinin anlamını açıklığa kavuşturmuştur. 1961 Anayasası döneminde verilen bir karara göre, “demokratik sosyal hukuk devleti, insan hak ve özgürlüklerine saygı gösteren, ferdin huzur ve refahını gerçekleştiren ve teminat altına alan, kişi ile toplum arasında denge kuran, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen, çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, ekonomik ve mali önlemler alarak çalışanları koruyan, işsizliği önleyici ve milli gelirin adalete uygun dağılmasını sağlayıcı önlemleri alan, adaletli bir hukuk düzenini kuran ve bunu devam ettirmeye kendini yükümlü sayan…. devlet demektir…. Anayasa, devleti işverenle işçi arasında ekonomik ve sosyal bir denge kurmak, sermayenin emeği ve emeğin sermayeyi sömürmesini önleyici tedbirler almakla yükümlü tutmuştur” ( AYMK. 26-27.9. 1967,  E. 1963/336, K. 1967/29, AMKD, S: 6, 26-27). Bu kararda, sosyal devlete özgü olarak, emek-sermaye dengesi, çalışanların insanca yaşaması, işsizliğin önlenmesi ve ulusal gelirin adaletli dağılımı, unsurları ön plana çıkmaktadır.

 

Anayasa Mahkemesi’nin 1982 Anayasası ile ilgili olarak verdiği bir kararda, sosyal devlet ilkesinin, Anayasa’nın 5. maddesi ile de bağlantısı kurularak, sosyal adalet, sosyal güvenlik ve insan onuruna uygun biçimde yaşama unsurları ön plana çıkarılmıştır.  Bu yöndeki karara göre, “ devletin temel amaç ve görevleri arasında insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak, kişiyi mutlu kılmak, onların hayat mücadelesini kolaylaştırmak, insan haysiyetine uygun bir ortam içinde yaşamalarını sağlamak gibi hususlar da yer alırlar. Gerçekten, yarattığı gelecek güvencesiyle bu mutluluğa hizmet eden araçlardan biri de kişinin sosyal güvenliğinin temin edilmiş olmasıdır” (AYMK., 21.10. 1986, E. 1986/ 16, K. 1986/ 25, AMKD., S: 22, 290-291).

 

Başka bir kararında Anayasa Mahkemesi sosyal devleti şöyle tanımlamaktadır: “Sosyal hukuk devleti, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği yani sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlet demektir… Hukuk devletinin amaçladığı kişinin korunması, toplumda sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin sağlanması yoluyla gerçekleştirilebilir… Anayasa’nın, Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer verdiği sosyal hukuk devletinin dayanaklarından birini oluşturan sosyal güvenlik kavramının içerdiği temel esas ve ilkeleri uyarınca toplumda yoksul ve muhtaç insanlara Devletçe yardım edilerek onlara insan onuruna yaraşır asgari yaşam düzeyi sağlanması, böylece, sosyal adaletin ve sosyal devlet ilkelerinin gerçekleşmesine elverişli ortamın yaratılması gerekir ( 26.10.1988, E. 1988/ 19, K. 1988/ 33, AMKD, S: 24, 451-452).

 

Anayasa Mahkemesi, sosyal güvenliği, Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen “yaşama hakkı “ ile bağlantılandırmıştır. Anayasa Mahkemesi’ne göre, “ hukuk devletinin amaç edindiği yaşama hakkının korunması, sosyal güvenliğin sağlanmasıyla gerçekleşecektir. Sosyal güvenliği sağlayacak olan kuruluşların yasal düzenlemeleri ‘yaşama hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma haklarını zedeleyecek veya ortadan kaldıracak hükümler içermemesi gerekir”. Bu gerekçeyle Anayasa Mahkemesi, 506 sayılı Kanunun 34. maddesinde öngörülen ve sosyal sigortalılara yapılacak sağlık yardımını 18 ayla sınırlayan hükmünü, “sağlık yardımı sonunda henüz iyileşmemiş ve tedavisi sürmekte olan kişinin gerek yaşama hakkının gerekse maddi ve manevi varlığını koruma hakkının özünü zedeler bir nitelik taşıdığından Anayasa’nın 17. maddesine aykırı” görmüştür. Bu karar, sosyal güvenlik hakkı çerçevesinde yapılacak sağlık yardımlarının, Anayasa’nın 65. maddesindeki sınırlamaya tabi olamayacağını söylemektedir. Bu nokta, Anayasa Mahkemesi’nin kararında açıkça belirtilmiştir: “Anayasa’nın 60. maddesi kişilere sosyal güvenlik hakkını vermekle birlikte ikinci fıkrasında bunun için alınacak tedbirleri devlete görev olarak verirken 65. madde ile de bu göreve bazı sınırlamalar getirmiştir. Ancak, 60. maddede belirtilen bu sosyal hak, yine Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen ‘yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma…. hakkı’ ile çok sıkı bağlantı içindedir. Dolayısıyla devlet ekonomik ve sosyal alandaki görevlerini yerine getirirken uygulayacağı sınırlamalarda ‘yaşama hakkını’ ortadan kaldıran düzenlemeler yapamayacaktır” ( AYMK., 17.1.1991, E. 1990/ 27, K. 1991/ 2, AMKD, S: 27, C:1, 13-39).

 

Anayasa Mahkemesi’nin bu kararları uyarınca,  sosyal devleti, sosyal adalet ve sosyal güvenliği sağlamak ve herkes için insan onuruna yaraşır asgari bir yaşam düzeyini gerçekleştirmekle yükümlü devlet olarak tanımlamak olanaklıdır.

Oysa, 5510 sayılı yasa ve bu yasada değişiklik öngören taslak ile biçimlenen Dünya Bankası ve IMF Modeline dayalı Sosyal Güvenlik Reformu” sosyal devleti ve sosyal güvenlik hakkını tümüyle reddetmekte, bireyi geleceği yasalarla güvence altında olan bir yurttaş yerine, yazgısını mali piyasaların gücünün belirlediği edilgen bir nesneye dönüştürmektedir.

 

Anayasa Mahkemesi’nin 5510 sayılı Yasa ile ilgili olarak verdiği 15.12.2006 tarihli 2006/111-112 sayılı iptal kararının Genel Değerlendirme bölümünde şu saptamalar yer almaktadır.

 

“…

 

Sosyal güvenlik, bireylerin istek ve iradeleri dışında oluşan sosyal risklerin, kendilerinin ve geçindirmekle yükümlü oldukları kişilerin üzerlerindeki gelir azaltıcı ve harcama artırıcı etkilerini en aza indirmek, ayrıca sağlıklı ve asgari hayat standardını güvence altına alabilmektir. Bu güvencenin gerçekleştirilebilmesi için sosyal güvenlik kuruluşları oluşturularak, kişilerin yaşlılık, hastalık, malûllük, kaza ve ölüm gibi sosyal risklere karşı asgari yaşam düzeylerinin korunması amaçlanmaktadır.

 

Kişilere sağlanan bu anayasal güvencelerin yaşama geçirilebilmesi için Devlet tüm çalışanlara sosyal güvenlik hakkını sağlamak ve bunun için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Ancak, bu doğrultuda düzenlemeler yapılırken, sosyal güvenlik hakkından yararlanacak olanların hukuksal konumları gözetilerek aynı statüde bulunmayanların bu statülerinin gerekli kıldığı kurallara bağlı tutulmaları Anayasa’nın 10. maddesinde belirtilen kanun önünde eşitlik ilkesinin doğal bir sonucudur. Bu ilke, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Yasa önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.

 

Anayasa Mahkemesi’nin önceki kararlarında da belirtildiği gibi, memur statüsü ile emekli statüsü arasında organik bir bağ bulunduğundan memur statüsünde yapılan değişiklikler doğal olarak emekli statüsünde de etkisini göstermektedir. Bu nedenle memurun sosyal güvenlik haklarından biri olarak emeklilik de Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen memurların ve diğer kamu görevlilerinin “diğer özlük işleri” kapsamında aynı yasal güvence içindedir.

 

Tarihi süreç içinde geçmişi “sosyal sigorta”dan çok daha eskilere dayanan ve memurların sosyal güvenlik hakkının en önemli güvencesi olan emekli maaşı, önceki hizmetler de gözetilerek verildiğinden, devletin mali olanaklarının yeterliliği ve adil ölçüler içinde görevlerinin niteliğine uygun olmalıdır. Hukuk sistemimizde de bugüne kadar emekli maaşının hesaplanmasında, belirtilen özellikler dikkate alınarak hizmet süresi, yaş, görevin önemi, alınan ve alınmakta olan maaşlar ve kesenekler gibi unsurların etkili olduğu görülmektedir.

 

Yasa koyucunun Anayasa’nın 7. maddesi uyarınca sahip olduğu genel düzenleme yetkisi kapsamında bulunan konuların, 128. maddede özel olarak vurgulanarak yasa ile yapılmasının Anayasa buyruğu haline getirilmesi, Devletin en temel işlevlerinden olan kamu hizmetinin görülmesindeki yeri tartışmasız olan kamu görevlileri için statülerine, yaptıkları görevin gereklerine uygun, emeklileri için de önceki statüleri ile uyumlu ayrı yasal düzenleme yapılmasını gerekli kılmaktadır. Ancak, düzenlemenin aynı hukuksal konumda bulunmayanların bu özelliklerini ve farklılıklarını yansıtmak koşuluyla aynı veya başka bir yasa içinde yapılması hususu kuşkusuz yasa koyucunun takdiri içindedir.

 

Belirtilen nedenlerle, 5510 sayılı Yasa’da, aynı hukuksal konumda bulunmayan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile bunlar dışında kalan sigortalıların yukarıda belirtilen özellikleri gözetilmeksizin aynı sisteme bağlı tutulması, Anayasa’nın 2., 10. ve 128. maddelerine aykırıdır. Dava konusu düzenlemelerin memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden iptali gerekir.

 

5510 sayılı Yasa ile sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde görülebilmesini sağlamak amacıyla genel sağlık sigortası kurulması öngörülmüştür. Yasa’nın genel gerekçesinde beş farklı emeklilik rejiminin aktüeryal olarak hak ve yükümlülüklerin eşit olacağı tek bir emeklilik rejimine dönüştürülmesinin planlandığı, buna koşut olarak sağlık hizmetlerinin düzenlenmesinde de aynı anlayışın esas alındığı anlaşılmaktadır. Oysa yukarıda da belirtildiği gibi memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yürüttükleri kamu hizmetine bağlı olarak hukuksal konumları, diğer çalışanlardan bir çok bakımdan farklılıklar göstermektedir.

 

 

Çalışmakta olanları ve emeklileri kapsayan genel sağlık sigortasından yararlanma hakkı da, Anayasa’nın 128. maddesinde memurlar ve diğer kamu görevlileri için yasayla düzenlenmesi öngörülen haklar arasında bulunduğundan, üstlendikleri kamu hizmetinin aksamadan yürütülmesi ve hizmet alanlar yönünden de olumsuzluklar yaşanmaması için bu hususların da memurların diğer hakları gibi onlara ilişkin düzenleme içinde ayrıca yer alması Anayasal bir gerekliliktir.

 

Açıklanan nedenlerle genel sağlık sigortası kapsamındaki dava konusu kurallar belirtilen özellikleri taşımaması nedeniyle memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden Anayasa’nın 2., 10. ve 128. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.

…”

denilmektedir.

Öte yandan, gerekçeli kararda kamu görevlileri ile ilgili durumun tanımlanmasının ardından,   ”Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez. Çalışma yaşamında kimilerinin hukuksal konularından kaynaklanan değişik kurallara bağlı tutulmaları, diğer çalışanlardan ayrıcalıklı duruma gelmeleri anlamına gelmez. Yaptıkları işin özelliği nedeniyle aynı kurallara bağlı tutulamayanlar için de koşut düzenlemeler getirilerek ekonomik ve mali haklar yönünden eşitlik sağlanabilir.” İfadesine de yer verilmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararı Hükümeti bağlayan ve düzenleme yapması gereken konular için iki ana yönelim tanımlamıştır: Kamu çalışanlarının hukuksal statüsünün, 5510 sayılı Yasada belirlenenden farklı bir düzenleme gerektirmesi ve diğer sigortalılar için norm ve standart birliğinin gözetilmesi.

 

Anayasa Mahkemesi kararı, memurlar ve diğer kamu görevlileri açısından sosyal güvenlik ve sağlık yönünden Anayasanın 128. maddesine uygun olarak gerekli güvenceleri kapsayan ayrı bir yasa yapılması veya aynı yasa içinde ayrı bir bölümde ayrı düzenleme yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle, 5510 sayılı Yasa’da Anayasa Mahkemesi kararlarına uygunluk sağlanabilmesi için kamu görevlilerinin durumunun ayrı bir bölümde düzenlenmesi gerekirken, buna uyulmaması açıkça Anayasaya aykırıdır.

 

Anayasa Mahkemesinin 05.06.2008 tarihli 2008/16-116 sayılı kararında, Anayasa değişikliklerinin iptal edilmesinde Anayasanın 2. maddesine yaptığı vurgunun, bu davada da başvurulacak bir yol olabileceğini belirtmek isterim. Nasıl ki, laiklik ilkesi bu kadar önemli ise sosyal devlet ilkesinin de önemli olması gerekmez mi?

Anayasa Mahkemesi söz konusu kararında, “ Yürürlükteki Anayasamızın öngördüğü düzen, anayasal normlar bütünü ve bu bütünü somutlaştıran ilk üç maddede ortaya çıkan bir anayasal düzendir. Kurucu iktidarın siyasal düzene ilişkin temel tercihi Anayasa’nın ilk üç maddesinde, bunun somut yansımaları ise diğer maddelerde ortaya çıkmaktadır. 4. madde ise ilk üç maddenin güvencesi olma niteliği itibariyle doğal olarak değiştirilmezlik özelliğine sahiptir. Bu durumda Anayasa’nın 4. maddesi dâhil olmak üzere her bir maddede yapılacak değişikliklerin siyasal düzende değişikliklere ve kurucu iktidarın yarattığı anayasal düzende dönüşümlere yol açması mümkündür. O halde Anayasa’nın diğer maddelerinde yapılacak değişikliklerle Anayasa’nın 4. maddesinin yasama organı için çizdiği sınırların aşılma olasılığı göz ardı edilemez.

Dolayısıyla Anayasanın ilk üç maddesinde değişiklik öngören veya Anayasa’nın sair maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak aynı sonucu doğuran herhangi bir yasama tasarrufunun da hukuksal geçerlilik kazanması mümkün olmadığından, bu doğrultudaki tekliflerin sayısal yönden Anayasa’ya uygun olması tasarrufun geçersizliğine engel oluşturmayacaktır.

Açıklanan nedenlerle, Anayasa Mahkemesi’nin, 5735 sayılı Kanun’un 1. ve 2. maddelerinin Anayasa’ya uygunluğunu inceleyebileceğinin ve söz konusu maddelerin Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerini değiştiren hükümlerinin Cumhuriyetin Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen niteliklerine aykırı olup olmadığı, aykırı olduğuna karar vermesi halinde bu hükümleri Anayasa’nın 4. maddesindeki değiştirme yasağına aykırılık nedeniyle iptal edebileceğinin kabulü gerekir.” Şeklindeki gerekçe ile bundan böyle sosyal devlet ilkesine aykırı tüm yasal ve Anayasal değişikliklerin anayasaya aykırılığı konusunun ciddiye alınması gerekmektedir.

Dava konusu Yönetmeliğe dayanak olan 5510 sayılı kanunun yukarıda belirtilen maddeleri Anayasa Mahkemesinin kararlarından da anlaşılacağı gibi Anayasanın 2. 5. 10. 17. 56. 90. ve 128. maddelerine açıkça aykırıdır.

 

ANAYASA AYKIRILIĞIN CİDDİLİĞİ KONUSU

Anayasanın 152. maddesi uyarınca, aynı konu ile ilgili Anayasa Mahkemesinin daha önceden verdiği kararlar, sosyal devlet ilkesi ile ilgili kararları, Anayasanın 5. 10. 17. 56. ve 128. maddelerindeki düzenlemeleri ve  uluslar arası sözleşmeler uyarınca Anayasaya aykırılık iddiamızın ciddiye alınması gerekmektedir.

 

YÜRÜTMEYİ DURDURMA SEBEPLERİ: 2577 sayılı kanunun 27. maddesindeki koşullar oluştuğundan, dava konusu Yönetmeliğin iptali istenen maddelerinin yürütülmesinin durdurulması gerekmektedir.

 

HUKUKSAL NEDENLER: Anayasa, Uluslar arası Sözleşmeler, Danıştay Kanunu, İYUK, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu,5510 sayılı kanun, 657 sayılı kanun ve diğer yasal mevzuat

 

DELİLLER: Ekteki belgeler ve diğer yasal deliller

 

 

 

İSTEM SONUCU: Duruşma isteğimiz kabul edilerek, 28 Ağustos 2008 tarih ve 26981 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Genel Sağlık Sigortası İşlemleri Yönetmeliği’nin 6. maddesinin (1). fıkrasının (a) bendinde geçen “… ve (c)  bentlerine …” ibarelerinin, 13. maddesinin (1). fıkrasında geçen ve kanunun 4. maddesinin (c) bendini ifade eden “… (c) …” harfinin, 32. maddesinin (1). fıkrasının (a) bendinin memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden, 33. maddesinin (1). fıkrasının birinci cümlesinin memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden, 34. maddesinin (2). fıkrasının memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden, 35. maddesinin (1). fıkrasının memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden, 41. maddesinin (4). fıkrasının, 48. maddesinin (1). fıkrasının, 51. maddesinin (1). ve (5). fıkralarının iptali ve yürütülmesinin durdurulması ile bu düzenlemeye dayanak olan 5510 sayılı kanunun 4. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin, 67. maddesinin 1. fıkrasının ( a )bendinin memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden,  68. maddesinin 2. fıkrasının memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden, 72. maddesinin 1. ve 4. fıkralarının, 73. maddesinin 2. fıkrasının birinci cümlesi ile 4. fıkrasının, 106. maddesinin 7. fıkrasının Anayasanın 2, 5, 7, 10, 17, 56,90 ve 128. maddelerine aykırı olması nedeni ile Anayasanın 152. maddesi uyarınca iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına, yargılama harç ve giderleri ile avukatlık vekalet ücretinin davalı idare üzerine bırakılmasına karar verilmesini saygı ile arz ve talep ederim. 27.10.2008

 

 

                                                                                                                                                                                             Av. Öztürk Türkdoğan

 

 

Ek: Onanmış Vekaletname

1

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İLETİŞİM: SES – Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Çankaya, Kızılay, Necatibey Cad. No:82 D: 4, 06420 Ankara Telefon: (0312) 232 61 22 e-Posta: [email protected]