Kadınlar çalışma yaşamından geri çekilecek

Facebook
Twitter
WhatsApp

İTÜ İşletme Fakültesi İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kadriye Bakırcı en fazla kâr, en az ücret, en çok çalıştırma ve en kötü çalışma koşullarını yaşama geçirmeyi hedefleyen SSGSS ve istihdam paketinin kadınlara etkisini değerlendirdi.

SSGSS’nin öngördüğü 9 bin gün sayısını kadınların tamamlamasının imkansız olduğunu ifade eden Bakırcı, bu düzenlemelerle kadınların çalışma yaşamından uzaklaştırılacağını söyledi.
doç. dr. kadriye bakırcı

İTÜ İşletme Fakültesi İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kadriye Bakırcı en fazla kâr, en az ücret, en çok çalıştırma ve en kötü çalışma koşullarını yaşama geçirmeyi hedefleyen SSGSS ve istihdam paketinin kadınlara etkisini değerlendirdi. SSGSS’nin öngördüğü 9 bin gün sayısını kadınların tamamlamasının imkansız olduğunu ifade eden Bakırcı, bu düzenlemelerle kadınların çalışma yaşamından uzaklaştırılacağını söyledi.

SSGSS’yi ilk incelediğinizde sizin tepkiniz ne oldu?

Son iki hukuksal düzenleme beni çok çarptı. Anayasa önerisi ve sosyal güvenlikle ilgili düzenleme. Doğrusu, sosyal devletten tamamen uzaklaşılarak, bütün bireylere “başınızın çaresine bakın” denmesi ürkütücü. Neoliberal politikalar bütün dünyada yaygınlık kazanıyor. Sosyal devlet anlayışından çok hızlı bir geriye doğru gidiş var. Bunda Sovyetlerin yıkılmasının çok büyük etkisi oldu. Eski sosyal yardımlaşma anlayışı yerine, bireysel çabalarla kendini kurtarma temel ilke oldu.

 

Sosyal güvenlikle ilgili düzenlemede de aynı şeyi görüyoruz. Örneğin Genel Sağlık Sigortası (GSS), vergilerden karşılanmak yerine primlerden karşılanmak esasına göre kurgulanmıştır veya bazı sağlık hizmetleri GSS’nin kapsamı dışında bırakılmıştır. Bu durum GSS’nin herkes için ulaşılabilir olmasını güçleştirecektir. Dolayısıyla ciddi bir geriye gidiş var. Çok olumsuz sonuçları var ve bundan en çok kadınlar etkilenecek.

O yıkıcı sonuçları ayrıntılandırırsak, SSGSS kadın işçi ve emekçiler cephesinden ne gibi olumsuzluklara yol açacak?
Taslağı incelediğimde genel olarak gözüme çarpan hususlar şunlar: Birincisi, emeklilik yaşının kademeli olarak yukarıya çekilmesi ve 2048’de kadın ve erkeklerin emeklilik yaşının eşitlenmesi. Burada tamamen biçimsel bir eşitlik anlayışı var. Sanki kadın ve erkeklerin çalışma koşulları, yaşam koşulları aynıymış, aynı aile yükümlülüklerine ya da bakım yükümlülüklerine sahiplermiş gibi bir yaklaşım var. Erkekler arasında da biçimsel eşitlik anlayışı güdülmüş. Çünkü örneğin kamu kesiminde düzenli olarak çalışan bir erkeği esas alırsanız, bu belki pek sorun oluşturmayabilir. Fakat özel sektörde çalışan bir erkekle kamu sektöründe çalışan bir erkeğin, örneğin çalışmanın sürekliliği açısından durumu farklı. Aynı zamanda özel sektörde bir maden ocağında çalışan erkekle, herhangi bir masa başı iş yapan erkeğin de durumu farklı. Yaşam süreleri aynı değil. Dolayısıyla cinsiyete ve yapılan işin niteliğine göre ayrımlar olmalıydı.

İkincisi emeklilik aylığının bağlanabilmesi için öngörülen prim ödeme gün sayısı 7 binden kademeli olarak 9 bin güne çıkarılıyor. Yine burada da kadınlarla erkekler kıyaslandığında, kadınlar aile ve bakım (çoçuk-hasta-yaşlı) yükümlülükleri nedeniyle çalışmaya ara verebiliyorlar. Esnek çalışma denilen özellikle kısmi çalışma biçimi, dünyanın her tarafında daha çok kadınlara özgü bir çalışma biçimi. Bunun nedeni de kadının ailevi ve bakım yükümlülükleri. Dolayısıyla bir kadının bu koşulu gerçekleştirmesi imkansız. Yine örneğin ağır ve tehlikeli işlerde çalışan erkeklerin de bu koşulu gerçekleştirmeleri imkansız. Diğerlerinin de çalışmaya hiç ara vermeden, kesintisiz çalışmaları lazım ki böyle bir koşul gerçekleşebilsin. Aksi halde gerçekten de “mezarda emeklilik” sloganı pratikte yaşanacak.

Üçüncüsü, emzirme ödeneği. Emzirme ödeneğinin kanunun ilk halinde 6 ay süreyle ödeneceği öngörülmüşken yapılan değişiklikle bir kerelik ödemeye dönüştürüldü. Emzirme yardımını hak etme 120 gün prim ödeme şartına bağlandı.

Dördüncüsü yetim kız çocuklarına verilen evlenme yardımı 24 aydan 12 aya indirildi. Böylece yetim çocuklarına ev kurmalarına katkıda bulunmak için yapılan ödemede de bir geriye gidiş söz konusu.
Beşincisi, bu kanuna göre sigortalı sayılanların kanunları gereği verilen ücretsiz doğum ya da analık izin sürelerinin borçlandırılarak, borçlandırılan sürelerinin sigortalılıklarına sayılacağı öngörülmüştür. Böylece ücretsiz doğum ve analık izin süreleri borçlanılacak sürelerden sayılmaktadır. Oysa çocuk bakımı toplumsal bir sorumluluktur ve doğum ve analık izin sürelerinin sigorta primlerinin devlet tarafından karşılanması gerekir.
Altıncısı, tasarı ile yapılan değişiklikle aylık bağlama oranı her yıl için yüzde 2 olarak belirlenmiştir. Aylık bağlama oranının her yıl için yüzde 2’ye indirilmesi emekli aylıklarının düşürülmesine yol açacaktır. Zaten düşük olan emekli aylıklarının daha da düşmesi yoksulluğu artıracaktır.

Yedincisi, çocuksuz, çalışan ya da gelir alan dul eşin ölüm aylığı oranı yüzde 75’ten yüzde 50’ye indirilmiştir.
Sekizincisi, bazı diş sağlığı hizmetlerinin GSS kapsamı dışına çıkarılması. Yine bir başka husus, sağlık hizmetlerinde katkı paylarının artırılmış olması. Bu durum en temel insan haklarından biri olan sağlık hakkından belirli bir kesimin yararlanmasını çok zorlaştıracaktır.

SSGSS’nin ve tabii onunla birlikte ele alınan istihdam paketinin bir vaadi de kadının istihdamının artırılması. SSGSS, zaten sorunlu olan kadının istihdamını nasıl etkileyecek?
Bence olumsuz etkileyecek. Hem kayıt dışılık artacak, hem de kadın istihdamı azalacak. Bu beni endişelendiriyor çünkü şu anda Türkiye’deki kadın istihdam oranı yüzde 20’lerde. AB ortalaması yüzde 56. Çok büyük bir uçurum var. AB Lizbon stratejilerinde 2010 yılında AB’de bu oranın yüzde 60’a çıkarılması planlandı. Türkiye’nin bu oranı yakalayabilmesi için kadın istihdam oranını üç kat artırması gerekiyor 2010 yılına kadar. Bunun için işe alınmada pozitif ayırımcılık şart. İşveren kota ayıracak başka çare yok. Ama sosyal güvenlikle ilgili düzenlemeler böyleyken kadınlar çalışmayı tercih edecekler mi, o da meçhul tabii. Bakın bu zaten düşük ücret, kadınların çalışmak istememelerine yol açan bir husus. Çünkü kadının aldığı ücret, eğer evde çocuk bakımına yetecek bir ücret değilse, kadınlar çalışmak istememektedir. Kadınlar 9 bin prim gün sayısını tutturamayacaklarını gördüklerinde de ya çalışmak istemeyecekler ya da işverene “sigorta primini bana ver” deyip, sigortasız çalışmayı kabul edeceklerdir. Bu da kayıt dışı istihdamı artıracaktır.

Hasta, yaşlı, çocuk bakımını ve ev işlerini kapsayan ev kadınlığı statüsünün hazırlanan taslakta bir karşılığı yok. Ev kadınlığı statüsü nasıl ele alınmalı? Ve bazı kadın örgütlerinin dile getirdiği “evdeki çalışmanın ücretlendirilmesi” talebini nasıl karşılıyorsunuz?
Kadının evdeki çalışması ücretlendirildiği zaman şöyle bir sakıncası olabilir; kadın evden çıkmak istemeyebilir. Ama örneğin kısmi zamanlı çalıştığında sanki tam zamanlı çalışıyormuş gibi hesaba katılarak bir sosyal güvence sağlanabilir. Böyle çözümler üretilebilir.

Geçtiğimiz günlerde AKP kadın kolları 0-5 yaş arasında çocuğu olan annelere çocuk başına 300 YTL kreş parası verilmesi fikrini ortaya attı. 300 YTL’nin yüzde 15’ini annenin ücretinden kesileceğini öngören, yani çocuk bakımını yine annenin sırtına yükleyen bu öneri için ne söylersiniz?
Çocuk yükümlülüğü toplumsal bir yükümlülüktür. Bu sadece annenin yükümlülüğü değildir. Baba da dahildir buna. Ama sadece anne babanın da değil, devletin de yükümlülüğüdür. Çünkü devletin de istediği bir şeydir çocuğun doğması, sağlıklı bireylerin yetişmesi. Dolayısıyla bence bu yükümlülüğün toplum tarafından (toplum derken devleti kastediyorum) yerine getirilmesi gerekiyor. Dolayısıyla para yardımından çok, kreş açılmasının ve bunun kurumsallaşmasının çok daha doğru olacağını düşünüyorum.  Devlet mutlaka SHÇEK vasıtasıyla bunu yerine getirmeli ama kreşler daha da yaygınlaştırılabilir, örneğin sendikaların da kreş açma yükümlülüğünün olması gerektiğini düşünüyorum. Yani sendikalar tatil kampı, otel açabiliyorsa, üyeleri için kreş de açabilir. Bu hem sendikalardaki kadın üye sayısını da artıracak, hem de daha aktifleştirecektir. Çünkü sendikalarda kadın üye sayısının düşük olması sendika yönetimlerinde kadın olmaması büyük bir problem.  Yine belediyeler bu konudaki sorumluluklarını yerine getirmeli. İşverenler açısından da örneğin organize sanayi bölgelerinde işverenler kreş açabilir, esnaf ve sanatkar odalarına böyle bir yükümlülük getirilebilir. Anneye para verip “sen bu çocuğa baktır” demek bana doğru bir çözüm olarak gelmiyor. Aslına bakarsanız, gebe ve emziren kadınlar yönetmeliği 100’den fazla kadın işçi çalıştıran işverenlere kreş açma yükümlülüğü getiriyor. İşverenler bu yükümlülükten kurtulmak için kadın işçi sayısını düşük tutabiliyor. Böylece kreş açma yükümlülüğünden kurtulmuş oluyor. Dolayısıyla gebe ve emziren kadınlar yönetmeliğinde kadın işçi yerine, kadın ve erkek işçi toplamı dikkate alınarak bir değişiklik getirilmesi gerekiyor.  fiili eşitlik
SSGSS’yi değerlendirirken “Biçimsel eşitlik söz konusu” demiştiniz. SSGSS’yi hazırlayanların savı da kadını ve erkeği eşitledikleri yönünde. Bunu biraz daha açar mısınız? Söz konusu eşitlik nasıl bir eşitlik?

Biçimsel eşitlik modeli, aralarındaki farklılıkları dikkate almaksızın örneğin, kadınlarla erkeklerin, etnik azınlık gruplarıyla çoğunluktakilerin ve benzeri grupların eşit olduğu ve benzer şekilde muamele görmeleri esasına dayanmaktadır. Bu model aynı zamanda serbest piyasa ekonomisine uygun bir eşitliği karakterize etmektedir. Oysa, kadınlar, etnik gruplar, eşcinseller ve engelliler grup olarak uzun yıllardır, daha radikal, grup temelli çözümler gerektiren dezavantajlar yaşamaktadırlar. Bu nedenle günümüzde bireyin cinsiyet veya ırkını veya benzeri özelliklerini göz ardı eden bireysel bakış açısına karşılık, bu etmenlerin göz önünde bulundurulmasını ve korunması gereken grupların gerçek durumlarına ilişkin kararlar alınmasını talep eden, sonuçlarda veya çıktılarda eşitliği amaçlayan ve “fiili eşitlik” olarak adlandırılan eşitlik biçimi savunulmaktadır. Dolayısıyla amaç kanun önünde eşitlik değil bu grupların içinde bulundukları koşulların göz önünde bulundurularak gerçek eşitliğin sağlanması olmalı. O zaman ne yapacaksınız, gerekiyorsa pozitif ayırımcılık yapacaksınız. Bunu AB düzeyinde yapılan düzenlemelerde veya Avrupa Adalet Divanı kararlarında görmek mümkün.

Aslında Türkiye’de 1982 Anayasası’nda 2004 senesinde 10. maddede yapılan değişiklikle, biçimsel eşitlikten uzaklaşılıp, maddi eşitliğe adım atıldı. Eklenen bir cümle var, “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptirler, devlet bu eşitliği yaşama geçirmek için gerekli önlemleri alır” diye. Yani devlete pozitif bir yükümlülük getirildi. Dolayısıyla bütün bu yasalar yapılırken bunun gözetilmesi gerekiyor. Ama maalesef bu olmuyor. Bir defa bu ayrımlar Türkiye’de çok bilinmiyor, ikincisi zaten bu yasaları yapanlar da o ayrımları bilenlerden oluşturulmuyor. Sosyal güvenlikle ilgili düzenlemelerde de bunu görebiliyoruz.
 örgütlenmeden olmaz

SSGSS’ye karşı kadın örgütleri katılımını da içeren bir platform oluşturuldu. Eylem ve etkinlikler sürüyor ama en temel sorun örgütlenme. Nasıl bir yol izlenmeli?
Evet örgütlenmek çok önemli. Örgütlenmeden bu işler olmuyor. Özellikle sendikal örgütlenme biçiminde bir değişiklik yapılması gerektiğini düşünüyorum. Yani sadece çalışanların örgütleneceği örgütlerden çok, emekliler ve işsizlerin de örgütlenebileceği daha geniş tabanlı örgüt tipi yaratılabilir. Asgari kamu hizmeti dediğimiz insanların insanca yaşabilmesi için şart olan sosyal güvenlik, eğitim, sağlık gibi konularda geri adım atmamak gerekir. Bunlarda direnmek gerekir. Çünkü bunlar en temel insan hakları ve insanca yaşayabilmek için temel hizmetler.

Ve tabii neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmek gerekiyor…
Ne yazık ki, çoğunluk henüz neyle karşı karşıya olduğunu bilmiyor. Pek çok kişinin hafızasında kalan, sosyal güvenlik kurumlarının birleştirilmesi, sevk almamak ve her istediği hastaneye gitmek. Bu da pek çok çalışanın hoşuna gitti. Çünkü siz farklı hastanelere gideceksiniz dediğiniz zaman bir ayrımcı ve elitist tavır var orda. Ödeyecekleri katkıların farkında değiller. Örneğin yine bu yasada 18 ila 45 yaş arasında olanların diş tedavilerini devlet ödemeyecek. İnsanlar bunun ne kadar farkında? Diş tedavisinin bu kadar pahalı olduğu bir ortamda yoksul kesim ağız ve diş sağlığını nasıl koruyacak?
 http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=24968’den alınmıştır. 10.02.08

İLETİŞİM: SES – Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Çankaya, Kızılay, Necatibey Cad. No:82 D: 4, 06420 Ankara Telefon: (0312) 232 61 22 e-Posta: [email protected]