TBMM‘den demokratik tartışma mekanizmaları oluşturulmadan, bir oldu bittiye getirilmek istenircesine 8 Mayıs 2007‘de geçirilen, ancak 10. Cumhurbaşkanı tarafından (kısmen) veto edildiği için yasalaşmayan 5654 sayılı "Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Yasa Tasarısı" bugün yeniden Meclis gündemine getirilmiştir.Ülkemizin öncelikle ve ivedi olarak çözüm bekleyen sorunlar yığılmış dururken, seçim takvimi nedeniyle toplantılarına ara veren Meclis‘in yeni yasama dönemi başlar başlamaz AKP Hükümetince ilk gündem maddelerinden biri olarak teklif edilen bu yasa tasarısı; tüm toplumsal, siyasal, sosyal, bilimsel, ekonomik, çevresel, hukuki argümanları sıfırlayarak, neden ve neyin uzantısında bu denli ısrarla ve inatla yasalaştırılmak isteniyor diye soruyoruz.Ülkemizin yaşamsal hizmet alanı olan enerjide, 1980‘li yıllardan itibaren yoğun olarak gündeme getirilen neoliberal politikaların uygulanması paralelinde, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların direktifleri doğrultusunda kamunun küçültülerek, sermayeye karlı alanlar yaratma modeli oluşturulmuştur. Bu bağlamda, sektörün merkezi bütünsel yapısı tahrip edilmiş, tüm uygulamalar özelleştirmeye dönük gerçekleştirilmiş, doğal kaynaklarımız yok sayılırken, ülkemiz dışa bağımlı duruma getirilmiş ve ekonomimiz milyarlarca dolar zarara uğratılmıştır.AKP İktidarı simgesel ampulünü gösterip, toplumu her geçen gün daha fazla karanlığa sokmaktaki kararlılığıyla bu kez nükleer enerji santrallerini Türkiye gündemine getirerek, ülkeyi enerji alanında çıkışı belirsiz, uzun ve ışıksız bir tünel sokmaktadır. Türkiye bütünsel yapısı içinde enerji sektöründe yaratılan karmaşa ve kaos ortamında NES Yasa Tasarısı ile ulusal çıkarlarımıza tümüyle ters bir seçenek gündeme taşınmakta, yanlış bilgi üretkenliği ile nükleer enerji santralı sanki akılcı çözümmüş gibi sunulmakta, Türkiye toplumuna dayatılmaktadır. Türkiye‘de enerji alanında eksik olan ne yenilenebilir enerji kaynak potansiyeli, ne bilgi ne para ne de insan gücüdür. Eksik olan; bu unsurların akışını yönlendiren, çıkarılan yasalar ile dengede tutan stratejik planlama ilkeleri ve uzun erimli yatırım projeleridir. "Enerji yetmezliği" denilen noktada 41.000 MW kurulu güce rağmen, 28.000 MW puant gücün karşılanmasında sistemde zorlanma yaşanmaktadır. Üretim-iletim-dağıtımda kayıpların, hükümet yetkililerinin ağızlarına sakız ettikleri söylemlerle değil, bakım, onarım, yenileme gibi icraatlarla üzerine gidilerek alt değerlere çekilmesi, enerjinin etkin ve verimli kullanılması, doğru ve gerçekçi tedbirler alınarak, çevreci bir yaklaşımla çalıştırılan santralların kapasite kullanım oranlarının yükseltilmesi gerekmektedir. (Örneğin; termik santralarımız sırf kazan-boru patlağı gibi nedenlerle yılda ortalama 350 kez devre dışı kalmakta, buradan doğan üretim kaybımız 5-6 milyar kWh‘ı bulmaktadır).Hidroelektrik enerjide teknik değerlendirilebilir potansiyelimiz yıllık (küçük debili akarsularımızla birlikte) 180 milyar kWh iken bu potansiyelin sadece 39 milyar kWh‘ı değerlendiriliyorsa (tüm potansiyelin %22‘si), 31.500 MW‘lık ısıl potansiyelle dünyada 7. Avrupa‘da 1. sırada olduğumuz jeotermal enerjinin üretimimizdeki payı %4‘lerde kalıyorsa, kurulu gücü 41.000 MW olan ülkemizde 48.000 MW rüzgar enerjisi potansiyeli mevcutken bunun sadece 50 MW‘ı, güneşlenme süresi 2 bin 640 saat/yıl iken, bunun ancak 200‘de 1‘i kullanılıyorsa, biyokütle ve biyomas enerji üretiminde kayıtlara geçilemeyecek kadar küçük değerlerde kalınıyorsa, Türkiye enerjisinde doğal ve yenilenebilir öz kaynak potansiyelimiz yanında nükleer santraların yeri olamaz.Başbakanlık Atom Enerjisi Kurumu üyelerince 1972 yılında hazırlanan raporlarda; ilki 1981, 7. si 1997‘de işletmeye girmek üzere 7 bin MW‘lık nükleer santral tesisinin zorunlu olduğu, yoksa 1981‘den sonra ulusal kaynaklarımızın tükeneceği belirtilmektedir. Tarih 2007; ulusal kaynaklarımız (görüldüğü gibi) tükenmedi, çünkü (yeterince) kullanılmadı. Ayrıca biz, kullanıldığında tükenecek olanı değil, güneş, rüzgar, hidrolik, hidrojen, biyokütle gibi kendini yenileyen kaynak potansiyelimizi ortaya koyuyoruz.Bir enerji santralının elektrik üretimi sürecinde atmosfere salınan CO2 (karbondioksit) ve eşdeğeri sera gazları miktarlarıyla ilgili hesaplar, santralın elektrik ürettiği işletmedeki zamanıyla sınırlı bırakılmadığında, yani yakıtın (NES için uranyum) elde edilmesinden, dönüştürülmesine, santrala naklinden, atıkların işletilmesi ve depolanması ile santral inşasını içeren zaman aralıklarında gaz salınımları dikkate alındığında nükleer santraların sera gazları emisyonlarının indirimine bağlı küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda yenilenebilir enerji kaynakları yanında yine sınıfta kaldığı görülmüştür. Çünkü, Alman ÖKS Institut (Eko Enstitüsü) ve UAEA (Uluslar arası Enerji Ajansı)‘nın son raporlarına göre; bir nükleer santraldan kWh başına 31 gr ile 120 gr arasında değişen oranlarda CO2 ve yine 30 gr civarında CO2 eşdeğeri sera gazları çıktığı saptanmıştır.Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile EPDK arasında yoğun mevzuat ve bürokrasi karmaşasıyla lisans alımları sürekli ertelenen, iletim sistemindeki altyapı eksiklikleri gösterilerek adeta oyalama taktikleri ile bekletilen yenilenebilir enerji yatırımları, ulusal kaynaklarımıza dayalı yeni teknolojilerin geliştirilmesi yönünde ar-ge çalışmalarıyla birlikte en kısa sürede yaşama geçirilmelidir. Ülke yararı gözetmeksizin, ulusal hedef ve programlardan özenle uzak durarak çıkar politikaları güden karar vericiler, sektörel kuruluşların bütünsel yapısını ekonomik ve siyasi rant hevesleriyle geçmişte parçalamışlardır. Bugün ise AKP iktidarı, direksiyonu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı‘nda, pedalları EPDK (Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu‘nda), vites kolu Özelleştirme İdaresi Başkanlığı‘ndaki enerji arabasını, doğalgazda, mobil santralda, Yİ-YİD modellerinde, özelleştirmede olduğu gibi sık sık kaza yaptırarak, artık işletilemez duruma getirmiştir. Her kazanın faturasını da yoksulluk sınırındaki ülkemiz insanlarına ödetmiştir. Türkiye enerji sektörünü daralan pazar paylarını büyütmek amacındaki nükleer lobilere açmakla, kırmızı ışıkta geçmek arasında hiçbir fark yoktur!AKP hükümeti enerjide yanlış politikalarını sürdürdükçe ülkenin büyük bölümünü karanlıkta bırakan 1 Temmuz 2006‘daki gibi kaos geceleri, Beyaz Enerji operasyonları, Botaş yolsuzlukları vb. olaylar daha çok yaşanacak, sektörde kesik kafalı bürokrat sayısı hızla artacaktır.İnsanın doğayla bütünleşik yaşam çizgisinde "sürdürülebilir kalkınma"ya dönük teknolojik projelerin özellikle enerji alanında geliştirildiği ülkelerde nükleer santral konusu tüm boyutlarıyla ele alınarak, çıkarılan yasaların sayfalar tuttuğu bilinmekteyken TBMM gündemindeki NES Yasa Tasarısı tercüme özeti, derleme ve ısmarlama bir yasa olduğunu biçem ve içeriğiyle göstermektedir. Bu yasa tasarısı açıklık ve netlik taşımamakta, asal eksendeki konuları yönetmeliklere bırakmaktadır.5654 sayılı yasa tasarısına göre; TAEK, nükleer santral kurup işletecek şirketlerin karşılaması gereken ölçütlerin/kriterlerin belirleyicisi ve bu ölçütlere göre yarışmaya girecek şirketlerin belgeleyicisi olarak yetkilendirilmektedir. TAEK‘in kuruluş ve çalışma ilkelerini belirleyen "2690 sayılı TAEK Kanunu, 13 Temmuz 1982 tarihli baskıcı bir dönemin yasasıdır. Kurum bilimsel ve idari özerklikten tümüyle uzaktır. Nükleer enerjiden yana her dönemde tek yanlı bir yaklaşım sergileyen ve siyasal etkilere çok açık bir kurumun, bu denli ciddi ve önemli bir konuda düzenleyici ve belirleyici olması kabul edilemez. TAEK, 1956 yılında kurulmuş olmasına rağmen, 1986 Çernobil nükleer santral kazasını üç gün sonra duymuş ve radyoaktif etkiyi uzun süre belirleyememişti. Yani; 30 yıllık birikim, deneyim yetmemiştir. Şimdi ise, 51 yıllık birikimi olan bu kurumun başkanı (Sn. Oktay Çakıroğlu), 2007 yılı itibariyle gelişmiş ülkelerin dahi nükleer santralların radyoaktif atık sorununu çözemediği bilinmekteyken (örneğin; Kanada‘da 50.000 ton yüksek dozda radyoaktif atık bulunmaktadır) ve bu atıkların bertarafı için hiçbir ülkede lisanslı depolama tesisi henüz bulunmazken, Türkiye‘de kurulacak santralın atık sorununun geliştirilen teknolojiyle çözüleceğini söyleyebilmektedir. Bu noktada kişinin usuna "Zihni Sinir Projeleri" geliyor. Ve yine 8 Ocak 1999 tarihsel gerçeği; İkitelli‘de ortaya çıkan "Kobalt 60" iztopunun yerinin uzun süre tespit edilememesi sonucu birçok insanımızın ölümcül nedenlerle hastanelik olması olayında, çalışmayı yürüten kurumun TAEK olduğu henüz unutulmadı. Bugün, Çekmece‘deki araştırma reaktörünün işletme sorunlarını çözemeyen TAEK, nükleer santral için nasıl öngörü sahibi olabilir? Böyle bir kurumu nükleer santral yatırımında yetkili üst kurum olmasını, ülkemiz ve ulusumuz için ayrıca çok sakıncalı görmekteyiz. Nükleer santral lobilerinin ve onların Türkiye‘deki uzantılarının iddia ettikleri gibi dünyada yalnız üç adet nükleer santral kazası yaşanmadı. (1957 Windscale – İngiltere, 1979 Three Mile Island-ABD, 1986 Çernobil-Ukrayna). Dünyada bugün mevcut 439 nükleer santralda her yıl onlarca kaza yaşanmaktadır. Uluslar arası Atom Enerji Ajansınca sadece 2006 yılında raporlanan "89 adet kaza" bulunmaktadır. Yine 2007 yılı yazında Almanya ve Japonya‘daki tehlike boyutları üst seviyelerdeki kazaları anımsayalım. Ülkelerindeki gökdelen ve tüm binalarını deprem riski gözeterek tesis eden Japonlar bile 6.8 aletsel büyüklüğündeki Temmuz 2007 depreminde Nigita‘daki ülkenin en büyük santralını koruyamamışlar, çatlamalar sonucu radyoaktif sızıntı oluşması nedeniyle santralı kapatmak zorunda kalmışlardır.Siyasal iktidarca bir an önce yasalaştırılmak istenen tasarıyla Türkiye topraklarında kurulması ısrarla dayatılan nükleer santrallar, ülkemiz jeolojik yapısı ve mevcut aktif fay hatları gerçeğiyle ayrıca çok riskli ve tehlikelidir. "Aceleye getiren yok, acele işe şeytan karışır" diyen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sn. Hilmi Güler, Türkiye‘ye nükleer santral kurmak inadıyla, şeytanı rehber edinmiş olup, ülkeyi sonu belirsiz bir noktaya götürmektedir.Yasa tasarısında, bir kaza olması durumunda tazmini "Paris Sözleşmesi"ne bağlanmaktadır. Paris Sözleşmesi bu yükümlülüğü 700 milyon avro olarak belirtiyor. Bu noktada devletin yükümlülüğü 500 milyon avrodur. Çernobil kazasının ekonomik boyutunun yaklaşık 300 milyar avroya dayandığı gerçeğiyle, şirketlerin zararın giderilmesinde Paris Sözleşmesi ile sınırlandırılması "devede kulak" misalidir. Ayrıca yasa tasarısıyla, üzerinde nükleer santral kurulacak taşınmazın kullanılmasından, atıkların nakli, depolanması ve bertarafına, santralın işletme süresinin sonunda devreden çıkarılması ve sökümüne kadar tüm süreçlerde oluşturulacak fonlara, sembolik düzeyde katkı koymaları suretiyle şirketlere birçok (maddi) kolaylıklar sağlanmaktadır. Bu durum Hazine‘ye ve devlete büyük mali yükler getirecek, böylelikle GSMH‘ı zaten düşük seviyedeki ülkemiz insanlarının vergilerinin hazine üzerinden şirketlerin kasalarına akması sağlanacaktır. Nükleer enerji santralının sonlu yakıtlı, finansman, yatırım, işletim, söküm, atık maliyetleri açısından en pahalı, küresel ısınmayı arttırıcı, ekolojik dengeyi bozucu, üretim güvenliği, kaza riski açısından en tehlikeli olduğu bugün tüm veriler ışığında netlikle bilinmekteyken, soruyoruz; dünyada nükleer endüstrinin dibe vurduğu gerçeğini görmezden, göstermezden gelen ve bu dönemi "Nükleer Rönesans" tanımıyla ortaya koyan siyasal iktidar neyin peşindedir?… Ve biz; Türkiye‘de nükleer enerji santralı kurulmasına "Hayır" diyen 100.000 kişinin imzasını TBMM‘ne taşıyanlar, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, siyasi partiler, bilim insanları ve her kesimden konuya duyarlı yurttaşların oluşturduğu ve sekreteryasını TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası‘nın yürüttüğü Nükleer Karşıtı Platform olarak, TBMM‘deki Sayın Milletvekillerimize buradan bir kez daha sesleniyoruz; Türkiye‘nin nükleer enerji santralına gereksinimi yoktur. Yaşamımızın temel çizgisindeki tercihlerinizle, kendi yaşamınızı ve gelecekteki yaşamların belirleyicisi olacağınızı asla unutmayın.Nükleer lobilerin karları arttırmaya endeksli, insan, doğa, enerji, ekonomi zararlısı santrala ilişkin yasa tasarısının Meclis‘ten geçirilmesine izin vermeyin.Ülkemizde nükleer enerji santralı kurulmasına dönük teşebbüslerden Her şey için çok geç olmadan, derhal vazgeçin!Kamuoyuna duyurulur.