SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ, SAĞLIK HAKKININ KAPSAMINI SÜREKLİ DEĞİŞTİREN TEBLİĞLERLE DÜZENLENEMEZ!

Facebook
Twitter
WhatsApp

Kapitalizmde toplumsal alana dair düzenlemeler, kapitalist üretim ilişkilerinin devamlılığını hedefleyici tarzdadır. Sosyal devlet döneminde insan (vatandaş), kamusal hakları üzerinden tanımlanırken ve bu haklardan faydalanmak kamusal bir güvenceye dayandırılırken, 80’li yıllardan itibaren kamuya ait hizmet ve ekonomik etkinlik alanlarının özelleştirilmesiyle beraber kamu otoritesi- vatandaş ilişkilerinde yeni bir dönem başlamıştır.

Asıl olarak bireysel ödeme gücüne göre sunulan ve kamusal güvencenin çeşitli müdahalelerle eritildiği “metalaştırılmış kamusal hizmet” anlayışı ön plana çıkmıştır. Sosyal devlet döneminde, varlığını, sorunları toplumsallaştırarak çözme becerisiyle meşrulaştıran iktidara karşılık, neoliberal dönemde iktidar sorun çözme alanı olarak piyasaya işaret etmekte, toplumsal alanı piyasanın dili ile yeniden inşa etmektedir. Kamu hizmetlerinin finansmanının kaynağı artık çoğunlukla bu hizmetleri talep edenlerin yaptıkları ödemelerdir.

5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, sağlık ve sosyal güvenlik haklarını düzenleyen önemli metinlerdir. Bu metinler, neoliberal sağlıkta dönüşüm programının bir ürünüdür ve metinlerde hakların ele alınış biçimi oldukça sorunludur.

Her alanda olduğu gibi sağlık ve sosyal güvenlik alanındaki haklar da yasalarla düzenlenir ve garanti altına alınır. Ancak Türkiye’de ve pek çok başka ülkede sağlık ve sosyal güvenlik alanı neoliberal politikalarla belirlendiğinden, daha en başında, haklar oldukça kaygan bir zeminde ve güvenceden yoksun olarak yasalarda yer alabilmişlerdir. Yasada yer alan tüm haklar, Sosyal Güvenlik Kurumu bütçesinin gelir gider dengesine endekslenmiştir. Özcesi, yeterince prim toplanmadığında ya da başka nedenlerle SGK’nın gelir-gider dengesi bozulduğunda hakların herhangi bir garantisi yoktur.

Tebliğlerle, yasaların dar bir çerçevede sunduğu haklarımız bile ortadan kaldırılmaktadır!

Bu mantığın ürünü olan Sağlık Uygulama Tebliğleri (SUT) de sağlık ve sosyal güvenlik hakkının kapsamının sürekli daraltılması amacıyla kullanılmaktadır. Yayınlanan her tebliğ ile birlikte haklarımız daraltılmakta, iktidar, sağlık ve sosyal güvenlik alanında istediği gibi at koşturmaktadır. Şimdiye kadar SGK ödeme kapsamından çıkartılan pek çok ilaç ve tedavi hizmeti nedeniyle çok sayıda insan önlenebilir/tedavi edilebilir hastalıklardan dolayı hayatını kaybetmiştir.

En yakın örneklerden biri MPS hastası 12 yaşındaki Beytullah’tır. Beytullah’ın’ın kullandığı enzim ilaçları, “ileri derecede zekâ özrü” olduğu gerekçesiyle (yani 50 IQ puanının altında kaldığından) 2011 SUT’u uyarınca SGK tarafından 3 yıl boyunca karşılanmamıştır. Çünkü devlet, 50 IQ puanı altında kalanların tedavi masraflarını “gereksiz” bir harcama olarak görmekte ve karşılamamaktadır. İnsanların yaşam hakkını hiç sayan bu uygulama ancak Beytullah hayatını kaybettikten sonra ortadan kaldırılmıştır.

İnsanca yaşam hakkımız yok sayılamaz!

Genel olarak neoliberal sağlıkta dönüşüm programıyla ve özel olarak da SUTlar ile devlet, kimlerin insan sayılıp sayılmadığına karar verme hakkını kendinde bulmaktadır. 12 yaşındaki Beytullah’ın ilaçlarını SGK kapsamında alabilmesi için düzenli aralıklarla tekrarlanan IQ testlerinden en az 50 puan alması gerekiyordu. IQ testinde 50’nin altında kalanlar için SGK herhangi bir ödeme yapmıyordu. Oysa, sağlık ve sosyal güvenlik tüm insanların hakkıdır ve devletlerin insan hayatını yaşanmaya değer hayatlar ve değmeyen hayatlar olarak ayırma hakkı bulunmamaktadır. Türkiye devleti, IQ testini geçemediği gerekçesiyle Beytullah’ı artık insan olarak görmediğini ve ilaç vermeye değer bulmadığını açıkça ifade etmiştir. Oysa Beytullah, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup yasalara gore 18 yaşına dek sağlık ve sosyal güvenlik hakkından (budanmış ve metalaşmış da olsa) yararlanma hakkına sahipti.

Toplumsal kesimleri ve onların temsilcilerini dışlayan yasa yapma ve uygulama mantığı kabul edilemez!

Belirtmek gerekir ki, her yıl değiştirilen ve ara dönemlerde de değişiklik tebliğleriyle yeniden yayınlanan SUT’lar tam da torba yasacı bir kafanın ürünüdür. Devlet uzun bir süredir adeta ilan edilmemiş bir olağanüstü hal mantığıyla idare edilmeye çalışılmaktadır. Devlet ve vatandaş ilişkisi ya da devlet ve vatandaş olmayanlar arasındaki ilişki hakları garantiye alan ve uluslararası sözleşmelere uyan bir yerden kurulmak zorundadır. Ayrıca bu haklar kamuoyunca ve onun özörgütlülükleriyle tartışılarak, onların taleplerini dikkate alarak düzenlenmelidir. Ancak Türkiye’de birbiriyle alakasız düzenlemeler aynı torbalarda yer almakta, kamuoyunun ve onun her düzeyde temsilcilerinin görüşleri hiçe sayılarak apar topar yasa çıkarılmaktadır. Çıkarılan yasalarla hakların budandığı yetmiyormuş gibi, yönetmelik ve tebliğlerle de geriye kalan hak kırıntıları ortadan kaldırılmaktadır.

Türkiye’de yaşayan insanların hakları, seçim yatırımı olarak değerlendirilemez!

Dikkat çekici bir gelişme de son yayınlanan SUT ile önceden budanan bazı hakların kısmen de olsa iade edilmiş olmasıdır. Siyasal iktidar keyfi uygulamalarına devam etmekte, hakları istediği zaman genişletip ama çoğu zaman da daraltarak kendi iktidarının devamlılığını sağlayacak değişiklikler yapabileceğini düşünmektedir. Bu tarz bir mantık, ancak, toplumu dilenci olarak gören bir anlayışın ürünü olabilir. Hatırlatmak isteriz ki ne bu ülkede yaşayanlar ne de sağlık ve sosyal hizmet emekçileri, iktidarın kendilerine yakıştırdığı dilenci konumunu asla kabul etmeyecektir.


MERKEZ YÖNETİM KURULU

İLETİŞİM: SES – Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Çankaya, Kızılay, Necatibey Cad. No:82 D: 4, 06420 Ankara Telefon: (0312) 232 61 22 e-Posta: [email protected]