Uzun süredir alarm veren Türkiye ekonomisi her geçen gün daha fazla çıkmaza sürükleniyor. Türk Lirasında yaşanan aşırı değer kaybından, kronik hale gelen işsizlik ve enflasyona kadar bütün veriler ne kadar inkar edilirse edilsin ülkenin bir ekonomik krize sürüklendiğini fazlasıyla ispatlıyor.
Buna rağmen hükümet ülkeyi krize sürükleyen yeni-liberal politikaları daha da ağırlaştıran programları, paketleri, içi boş kampanyaları çare olarak gösteriyor. Kimse kriz kelimesini dahi ağzına almasın. Hakkını, hukukunu aramasın isteniyor. Yıllardır yaşadıkları mağduriyetin giderilmesini isteyen emeklilikte yaşa takılanlar, stokçularla- fırsatçılarla aynı kefeye konulup haklı talepleri yük olarak görülüyor. Kısacası hükümet hem ülkede bir ekonomik kriz yaşandığını inkar ediyor hem de inkar ettiği krizi aşmak için emekçilerden fedakarlık yapmasını, haklarından feragat etmesini istiyor.
Oysa hem yıllardır yaşadığımız gerçek enflasyonu Ali Cengiz oyunları ile perdeleyen TÜİK rakamları, hem de bir ay önce açıklanan Yeni Ekonomi Programı (YEP) ülkede ekonomik bir kriz yaşandığını teyit ediyor. İğneden ipliğe her şeye ardı ardına gelen zamlar sonucu çarşıda, pazarda, mutfakta büyüyen yangın ise gerçek enflasyonun TÜİK’in resmi enflasyonunu katladığını ortaya koyuyor.
Yaşanan hayat pahalılığında tüm ücretli kesimler gibi kamu emekçileri olarak bizler de gittikçe yoksullaşıyoruz. Beş milyon kamu emekçisi ve emeklisi olarak yıllardır adına toplu sözleşme demeye dilimizin varmadığı, bugüne kadar tuttuğunu görmediğimiz hedeflenen enflasyon rakamlarının esas alındığı, mutabakatların bedelini ödüyoruz.
Maaşlarımızın bir kısmı daha cebimize girmeden adaletsiz gelir vergisi dilimleri çarkına takılıyor. Geriye kalanı ise borçlarımıza, elektrik, su, doğalgaz gibi temel ihtiyaçlarımızın gün geçtikçe kabaran faturalarına gidiyor. Her alış verişte cebimizden çıkan para artarken karşılığında aldığımız ürünler azalıyor, poşetlerimiz gittikçe küçülüyor. İhtiyacımız olmasına rağmen alamadığımız ürünleri, eşyaları, çocuklarımızın isteklerini “gelecek aya” diyerek erteleyip duruyoruz.
Öte yandan içinde bulunduğumuz kriz koşulları, tüm itirazlarımıza rağmen 2017 yılında Orta Vadeli Mali Plandaki (OVMP) enflasyon hedefleri esas alınarak imzalanan “toplu sözleşme” yi kadük hale getirmiştir.
Bilindiği üzere söz konusu toplu sözleşmeye göre maaşlarımızda 2018 yılının ilk altı aylık dönemi için %4, ikinci altı aylık dönemi için %3.5, 2019 yılının ilk altı aylık dönemi için %4 ikinci altı aylık dönemi için %5 artış yapılması kararlaştırılmıştır. Oysa söz konusu artış oranları yaşanan enflasyon karşısında adeta buhar olmuştur.
Bir ay önce açıklanan Yeni Ekonomi Programında (YEP) hedeflenen enflasyon oranları bile 2017 yılında imzalanan mutabakatın hükmünü yitirdiğini ispatlamaktadır. Söz konusu programa göre 2018 yılı enflasyonunun yüzde 20.8, 2019 yılı enflasyonun ise yüzde 15.9 olacağı tahmin edilmektedir. Öte yandan daha yılın bitmesine üç ay varken yıllık enflasyonun yüzde 24.5 seviyesine, tüketici ve üretici enflasyonu arasındaki makasın ise 22 puan gibi rekor bir seviyeye çıkması bu hedeflerin tutmasını da imkansız hale getirmiştir.
Öte yandan kamu emekçileri olarak sadece her geçen gün daha fazla yoksullaşmıyoruz. OHAL ile birlikte fiilen askıya alınan iş güvencemizi, güvenceli çalışma koşullarını kalıcı olarak ortadan kaldırmayı hedefleyen gelişmelere de her gün bir yenisi ekleniyor.
Kamuya kadrolu personel alımı neredeyse sıfırlanırken sözleşmeli personel alımı çığ gibi büyüyor. KPSS’de, görevde yükselme sınavlarında yüksek not alanlar mülakat ve güvenlik soruşturması ile eleniyor. Torpilin, kayırmacılığın önü sonuna kadar açılırken kariyer ve liyakat ilkeleri yok ediliyor.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi kriz ortamı yıllardır sınırlanan iş güvencemizin, kamusal emeklilik hakkımız tamamen ortadan kaldırılmasının fırsatı haline getiriliyor. Tüm kamuda esnek çalışma modelleri, bizi birbirimizin rakibi haline getirecek performansa dayalı ücretlendirme sistemi ve yaş sınırının kaldırılması ve süresinin üç yıla çıkarılması hedeflenen zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi dayatılıyor.
Ülkenin dört bir yanında fedakarca çalışan, kamu hizmetleri alanının bütün sorunlarını, yükünü omuzlayan kamu emekçileri olarak hepimizi yoksulluk ve güvencesizlik batağına daha fazla sürükleyen bu koşullara karşı birlikte mücadele etmezsek yarın çok geç olacak.
Hangi sendikanın üyesi olursak olalım ekmeğimizin her geçen gün küçültülmesine, iş güvencemizin ortadan kaldırılmasına, elimizde kalan son haklara da göz konulmasına karşı bugün birlikte bir set oluşturmazsak yarın çok geç olacak.
Bu nedenle biz KESK’e bağlı ……………………………………sendikasının üyeleri olarak Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığını ve başta toplu sözleşme görüşmelerine katılan Memur Sen ve Türkiye Kamu Sen konfederasyonları olmak üzere tüm konfederasyonları içinde bulunduğumuz koşullarda hem mali haklar hem de sosyal haklar açısından hükmünü çoktan yitirmiş olan toplu sözleşmenin derhal yenilenmesi için göreve çağırıyoruz.
Çünkü bu ülkenin onurlu kamu emekçileri olarak hepimiz güvenceli bir çalışma yaşamını ve insanca yaşamaya yetecek ücreti, ülkemizce onaylanan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmeleri başta olmak üzere evrensel normları temel alan gerçek bir toplu sözleşmeyi fazlası ile hak ediyoruz.