KESK: Yoksullaşmada, Güvencesizlikte ‘İstikrar’ Sürüyor! Tüm Emekçileri Yoksullaşmaya, Güvencesizliğe, Yaklaşan Krizin Faturasının Sırtımıza Yıkılmasına Karşı Birlikte Mücadele Etmeye Çağırıyoruz!

Facebook
Twitter
WhatsApp

Ülke olarak 24 Haziran’da çok önemli bir seçim yaşadık. Seçim bitti ama milyonların geçim derdi, iş derdi, ekmek derdi bitmedi. Tam tersine dertlerimiz, sorunlarımız artmaya devam ediyor.

Önceki gün TÜİK’in açıkladığı resmi enflasyon rakamları emeği ile geçinen kesimler başta olmak üzere milyonların yoksullaşmaya devam ettiğini teyit etmektedir.

Aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere; TÜİK tarafından açıklanan resmi rakamlara göre; Haziran ayı enflasyonu (TÜFE) iyimser beklentileri boşa çıkararak %2,61 olarak gerçekleşmiştir.  Haziran ayında en yüksek artış %5,98 ile alt gelir grupları açısından en önemli kalem olan gıda ve alkolsüz içecekler kaleminde yaşanmıştır.

TÜİK rakamlarına göre Aralık 2017 – Haziran 2018 dönemini kapsayan altı aylık enflasyon %9,17, Haziran 2017 – Haziran 2018 dönemini kapsayan yıllık enflasyon %15,39 olmuştur. Aynı dönemde ulaştırmada yaşanan enflasyon %24,3, gıda ve alkolsüz içeceklerde ise %18,9 olarak gerçekleşmiştir.

Yine aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere TÜİK’in resmi rakamları son 15 yılın en yüksek enflasyonu ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.

Tüm bu rakamların özeti başta ücretli, maaşlı kesim olmak üzere milyonların gelirinin erimeye devam etmesi, her geçen gün daha fazla yoksullaşmasıdır.

Öte yandan yukarıda özetlemeye çalıştığımız enflasyon tablosundan daha kötüsü kısa ve orta vadede bu tablonun değişeceğine dair bir emarenin görünmemesidir. Yukarıdaki verilere son 15, 20 gün içinde yaşadığımız zam furyası henüz yansımamıştır.  Örneğin alkollü içeceklerde iki gün önce yapılan %15,5 ÖTV zammı, son bir ay içinde kuru soğanda %84, patateste %64, havuçta ve sivri biberde %60 oranlarında yaşanan zamlar, tütün ürünlerinde vergi oranlarının değiştirilmesi ile yapılan örtülü zam bu enflasyon rakamlarına yansımamıştır.

Patates fiyatlarındaki artışın ateşi yedi yıldır savaşın sürdüğü bir ülkeden, Suriye’den yapılan ithalatla kısmen söndürülebilmiştir. Ancak dışa bağımlılığı artıran mevcut tarım politikaları sürdürüldükçe etten samana kadar pek çok ürünü ithal etmek zorunda kalan ülkemizin yarın elimizde kalan birkaç tarım ürününü dahi dışarıdan alır hale gelmesi kaçınılmazdır. Öte yandan seçim sürecinde ertelendiği söylenen pek çok zam bugün kapıdadır. Örneğin son iki gündür doğalgaza en az %20 oranında bir zam yapılacağı kamuoyuna yansımıştır.

Mevcut resmi veriler de hayat pahalılığının artacağını göstermektedir.

Mevsimsel etkiler gibi tüm geçici etkilerin arındırılması sonucunda fiyatlar genel düzeyinde yaşanan artış yani çekirdek enflasyon rekor üstüne rekor kırmaya devam etmektedir. Mayıs ayı TÜİK rakamlarına göre %12,64 ile tarihin en yüksek seviyesine çıkan çekirdek enflasyon Haziran rakamlarına göre %14,60 ile yeni bir rekora ulaşmış bulunuyor.

Ayrıca Yurt İçi Üretici Enflasyonu da (Yİ-ÜFE) hiç olmadığı kadar artmıştır. 2016 yılında  %9,94 olan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) 2017 yılında %15,47’ye çıkmıştır. İki gün önce açıklanan rakamlara göre Yİ-ÜFE Haziran 2018 itibari ile %23,71’e yükselmiştir.

Yurt Dışı Üretici Fiyat Endeksi de (YD-ÜFE)  Türk lirasının döviz karşındaki eriyişine paralel olarak yükselmeye devam etmektedir. Ocak ayında %12,09 olan yıllık YD-ÜFE Mayıs itibari ile %30,65’e tırmanmıştır.

İşin özü üreticilerin de enflasyonu artmaya devam etmektedir. Maliyeti artan üretici bunu ya doğrudan ürünün-malın fiyatına yansıtacaktır. Ya da son dönemde sıkça karşılaşıldığı üzere ürünün gramajını, litresini,  paket içindeki adedini düşürerek örtülü zam yapma yolunu seçecektir. Dolayısıyla tüketici enflasyonu (TÜFE), üretici enflasyonuna bağlı olarak  artmaya devam edecektir.

Buraya kadar olan kısımda TÜİK tarafından açıklanan resmi rakamları esas alan bir değerlendirme yapmaya çalıştık.

Ancak bu ülkede yaşayan herkes TÜİK’in resmi rakamları ile yaşadığımız gerçek enflasyon arasında bir uçurum olduğunu bilmektedir. Dolayısıyla asgari ücretlisi, işçisi, kamu emekçisi, emeklisi ile hepimiz TÜİK’in bu resmi enflasyon rakamlarının gösterdiğinden çok daha derin bir yoksullaşma yaşıyoruz.

KESK olarak en başından beri dikkat çektik, buradan bir kez daha altını çiziyoruz. TÜİK’in resmi enflasyonu ile sokakta, çarşıda karşılaştığımız, her gün yaşadığımız gerçek enflasyonun uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur.

Çünkü TÜİK enflasyonu hesaplarken aşağıdaki 12 ana harcama grubunu, dört yüzden fazla ürüne-maddeye yer verilen enflasyon sepetini kullanmaktadır. Bu yönteme göre enflasyonun multi milyarder için de asgari ücretli için de aynı oranda olduğu varsayılmaktadır.

 

Tablo:  TÜİK- Enflasyon Hesabında Harcama Grupları ve Endeksteki Ağırlığı (%)

 

ANA HARCAMA GRUBU 2010 2014 2017 2018
Gıda ve Alkolsüz İçecekler 27,6 24,45 21,77 23,03
Alkollü İçecekler ve Tütün

 

5,31 5,29 5,87 5,14
Giyim ve Ayakkabı 7,3 7,17 7,33 7,21
Konut 16,83 16,41 14,85 14,85
Ev Eşyası 6,78 7,52 7,72 7,66
Sağlık 2,55 2,44 2,63 2,64
Ulaştırma 13,9 15,54 16,31 17,47
Haberleşme 4,94 4,7 4,12 3,91
Eğlence ve Kültür 2,83 3,36 3,62 3,39
Eğitim 2,48 2,26 2,69 2,67
Lokanta ve Oteller 5,51 6,58 8,05 7,27
Çeşitli Mal ve Hizmetler 3,97 4,28 5,04 4,76

 

TÜİK tarafından enflasyon hesaplamasında kullanılan yukarıdaki tabloya göre Türkiye’de yaşayan herkesin 2018 yılında gelirinin %23,03’nü Gıda ve Alkolsüz içeceklere, %14,85’ni Konut-Kira giderlerine, %7,27’sini Lokanta ve Otel harcamasına ayırdığı kabul edilmektedir.

Oysa içinde kamu emekçilerinin de bulunduğu toplumun alt gelir grupları ellerine geçen paranın büyük bölümünü gıda, kira-barınma, ulaşım giderleri için kullanmaktadır. Buradan kısabildiğini önce eğitime, sağlığa ayırmakta, en son eğer hala parası kalmışsa giyime, eğlenceye harcama yapabilmektedir.

TÜİK enflasyon hesabında bu durum görmezden gelinmektedir. Örneğin maaşınız 2.500 TL ve bunun %40’nı yani 1.000 TL tutarlık kısmını oturduğunuz evin kirasını ödemek için harcıyorsunuz. Ama TÜİK’in enflasyon hesaplamasına göre Türkiye’de herkesin gelirinin %14,85’ini konut-kira gideri için harcadığı varsayılıyor, enflasyon hesabı bu orana yapılıyor.

Bu da yetmezmiş gibi alt gelire sahip kesimlerin gelirlerinin büyük bölümünü ayırdığı Gıda ve Alkolsüz İçecekler, Konut-Kira ana harcama gruplarının ağırlığı yıldan yıla düşürülmektedir.  Buna göre “Gıda ve Alkolsüz İçecekler”in ağırlığı 2010 yılında % 27,6 iken bu oran 2014 yılında %24,45’e, 2017 yılında ise  %21,77’e düşürülmüştür. 2018 yılında ise %23,03 olarak belirlenmiştir.

Buna bir de alt gelir grupları olarak hayatımızda tüketmediğimiz deve eti, ördek eti ya da gelişen teknoloji ile fiyatları düşen flaş bellek, CD gibi ürünlere yer verilen enflasyon sepeti eklendiğinde gerçek enflasyonla alakası olmayan resmi enflasyon rakamları ortaya çıkmaktadır.

Türkiye’de siyasi iktidarlar yıllardır “işçiyi, memuru enflasyona ezdirmedik” nutukları atarken işte bu çarpık enflasyon rakamlarını kullanmaktadır.

Oysa rakamlar halkın, emekçilerin büyük bölümünün borçla yaşadığını ortaya koyuyor. Merkez Bankası’nın 31 Mayıs’ta yayınladığı Finansal İstikrar Raporu’na göre, vatandaşın bankalara, finansal kurumlara, TOKİ ve varlık yönetim şirketlerine 574.6 milyar lira borcu vardır.  Toplam 32 milyon borçludan üç milyonu borcunu ödemediği için bankaların yasal takibinde. Varlık yönetim şirketlerinin tahsilat yapamadığı borçlu sayısı ise 1.5 milyon. Özetle Türkiye’de 4.5 milyon kişi batık durumdadır.

Buna rağmen bir hafta önce kredi kartı işlemlerinde uygulanacak azami faiz oranları artırılmıştır.  Merkez Bankası tarafından yapılan değişiklikle kredi kartı işlemlerinde uygulanacak aylık azami akdi faiz oranları Türk lirası için yüzde 1,84’ten yüzde 2,34’e, yabancı para için yüzde 1,97 ‘den yüzde 2,12’e çıkarılmıştır.

Özetlemeye çalıştığımız bu tabloya rağmen bir kısım medya bu ay kamu emekçileri olarak maaşlarımıza yansıtılacak enflasyon farkına ilişkin ibretlik haberler yapmaya devam etmektedir.   “Memura çifte zam” manşetleri atılan bu haberlerde enflasyon farkı yerine bilinçli olarak ‘enflasyon zammı’ kavramı kullanılırken, Temmuz’dan itibaren maaşlarının ne kadar artacağına ilişkin para destelerinin yer aldığı resimler ile süslenmiş haberler, tablolar yapılmaktadır.

TÜİK’in çarpık enflasyon rakamlarının temel alındığı bu haberlerde elbette ki yaşanan gerçek enflasyondan, açlık ve yoksulluk sınırının son 15 yılda en az dört kat arttığından, Türk Lirasının Dolar başta olmak üzere döviz karşısındaki olağanüstü değer kaybından,  adaletsiz gelir vergisi dilimleri ile maaş ve ücretlerdeki erimeden elbette ki söz edilmemektedir.

Bunun yerine ne yapılıyor? Örneğin hem ‘en düşük memur maaşı’ deyip hem de bekar bir kamu emekçisinin değil, 0-6 yaş arasında iki çocuğu olup eşi çalışmayan bir ‘memurun’ maaşı esas alınıyor. Böylece en düşük memur maaşının Temmuz’dan itibaren 2.893 TL’den 3.133 TL’ye çıkacağı iddia ediliyor. Böylece en düşük memur maaşı; eş ve çocuk yardımından kaynaklı olarak 375 TL, Asgari Geçim İndiriminden (AGİ) kaynaklı olarak ise 75 TL olmak üzere en az 450 TL fazla gösteriliyor.  Yine örneğin sanki bütün doktorlara döner sermaye ödemesi yapılıyormuş gibi doktor maaşlarını olduğundan bir kat fazla gösteren tablolar yapılıyor.

Oysa hesap açık ve ortadadır. Siyasi iktidar ve yıllardır siyasi iktidarın memur kolları olarak görev yapan malum konfederasyon yönetimi arasında varılan “mutabakatla” kamu emekçilerinin ve emekliklerinin maaşları 2018 yılının ilk altı aylık dönemi için %4 oranında artırılmıştır. Bu altı aylık dönem sonunda enflasyonunun %4’ü aşması durumunda, aşan kısım kamu emekçilerinin, kamu emekçisi emeklilerinin Temmuz maaşlarına yansıtılacaktır.

TÜİK rakamlarına göre 2018 yılının ilk altı aylık döneminde enflasyon %9,17 olmuştur. Yani kamu emekçilerinin ve emekliklerin maaşları %5,17 erimiştir. Dolayısıyla Temmuz maaşlarımıza yansıtılacak olan %5,17’lik bu oran enflasyon zammı değil, enflasyon farkıdır. Bu farkın üzerine 2018 yılının ikinci altı aylık dönemi için  %3,5 toplu sözleşme maaş artış oranı da eklendiğinde kamu emekçilerinin maaşları toplam  %8,65 oranında artacaktır.

Söz konusu oranın maaşlarda yansıması her kamu emekçisinin derecesine, kademesine, mesleğine, unvanına bağlı olarak değişmekle birlikte ortalama 200 TL ile 350 TL arasında olacaktır.

Tekrar altını çiziyoruz.

  • Öncelikle yaşadığımız gerçek enflasyona göre değil, TÜİK’in çarpık hesaplamalara dayalı resmi enflasyonuna göre yapılan bu artışların bir karşılığı yoktur.
  • Maaşlarda-ücretlerde enflasyon oranında artış yapılması sıfır zam demektir.
  • Adaletsiz gelir vergisi dilimleri sürmektedir. Kamu emekçilerinin çok geniş kısmı bu aydan itibaren %20’lik ikinci vergi dilimine girecektir. Dolayısıyla enflasyon farkları daha ceplerine girmeden vergi olarak kesilecektir.
  • Hükümet maaşlarımızda artış yaparken hedeflenen enflasyonu temel almaktadır. Oysa aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere Türkiye’de gerçekçi belirlenmeyen, yönlendirme ve manipülasyon içeren politikalar sonucunda hedeflenen enflasyonla gerçekleşen enflasyon arasındaki bant gittikçe genişlemektedir. Böylece emekçi kesimlerin ileriye dönük ücret-maaş artışı talepleri hedeflenen enflasyonla daha baştan kısıtlanmaktadır.

Tablo: Gerçekleşen Enflasyon- Hedeften Reel Sapma

Yıl Hedef  Gerçekleşme  Hedeften Reel Sapma (%)
2006                  5,0 9,7 94
2007                  4,0 8,4 110
2008                  4,0 10,1 153
2009                  7,5 6,5 -13
2010                  6,5 6,4 -2
2011                  5,5 10,4 89
2012                  5,0 6,2 24
2013                  5,0 7,4 48
2014                  5,0 8,2 64
2015                  5,0 8,8 76
2016                  5,0 8,5 71
2017                  5,0 11,9 138
2018*                  5,0 15,4 238

 

Kaynak: TCMB- *2018 Haziran verisi

 

  • TÜİK’in resmi enflasyonu Türkiye’de emekçilerin durumunu yansıtmamaktadır. Emekçilerin satın alma gücünü, refah durumunu gösteren en önemli kriter açlık ve yoksulluk sınırı verileridir.

Konfederasyonumuz Araştırma Birimi KESK-AR’ın 2018 Haziran ayı açlık ve yoksulluk sınırı çalışmasına göre;

Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için gereken aylık gıda harcaması tutarı, yani açlık sınırı 1.927 TL’ye

Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut, kira, elektrik, su, yakıt, ulaşım, eğitim, sağlık ihtiyaçları için zorunlu diğer aylık harcamaların toplam tutarı yani yoksulluk sınırı 5.623 TL’ye ulaşmıştır.  

Bu rakamlar ortalama 3.000 TL maaş alan kamu emekçilerinin yoksulluk sınırından daha fazla uzaklaşıp hızla açlık sınırına yaklaştığını göstermektedir.

  • Satın alma gücünü gösteren kriterlerden biri de gelirin, uluslararası kabul gören döviz karşısındaki değeridir.

Maliye Bakanı döviz kurundaki artışın vatandaşları etkilemediğini iddia etse de doğalgazdan, akaryakıta, elektrikten ete, samana kadar her şeyi ithal eden ülkemizde TL’nin döviz karşısında değer kaybetmesi en çok emekçileri vurmaktadır.

Bu açıdan bakıldığında kamu emekçilerinin satın alma gücünün ciddi şekilde eridiği görülecektir.  Ocak 2018 tarihi itibari ile 3.000 TL maaş alan bir kamu emekçisinin maaşının Ocak – Haziran döneminde dolar karşısındaki durumunu gösteren aşağıdaki tabloya göre

Kamu emekçisinin Ocak-Haziran dönemi maaşı TL cinsinden 3.000 TL’de sabit kalırken ortalama dolar kuru her ay artmıştır. Ocak-Haziran döneminde ortalama döviz kurunda %22,7 oranında artış yaşanırken kamu emekçisinin maaşı sabit kalmış, dolayısıyla maaşı dolar cinsinden her ay düşmüştür.  Altı aylık dönem sonunda maaşında dolar cinsinde 342 dolar kayıp yaşanmıştır.

Dönem Kamu Emekçisi Maaşı (TL) Ortalama Döviz Kuru-USD

 

Kamu Emekçisi Maaşı

(USD)

Maaşta Dolar Bazında Azalma
Ocak 3.000 TL 3,7680 796 $  
Şubat 3.000 TL 3,7765 794 $ 2 $
Mart 3.000 TL 3,8806 773 $ 23 $
Nisan 3.000 TL 4,050 741 $ 55 $
Mayıs 3.000 TL 4,4048 681 $ 115 $
Haziran 3.000 TL 4,6225 649 $ 147 $
Maaşta USD Bazında Altı Aylık Toplam Kayıp 342 $

 

Kamu emekçileri olarak sadece her geçen gün daha fazla yoksullaşmıyoruz, aynı zamanda güvenceli çalışma koşullarını, OHAL ile birlikte fiilen askıya alınan iş güvencemizi kalıcı olarak ortadan kaldırmayı hedefleyen gelişmelere de her gün bir yenisi ekleniyor.

Mevcut iktidarın ve Cumhurbaşkanı’nın kamu alanının Anonim Şirket’e dönüştürülmesi hedefinden hareketle kadrolu alımlar tamamen durdurulmuştur. “Gönlüm sözleşmeli çalışmadan yana” diyen son başbakan Binali Yıldırım döneminde, özellikle OHAL sonrasında hız kazanan sözleşmeli personel alımı çığırından çıkmıştır.

Bilindiği üzere iş güvencesi amirlerinin iki dudağı arasında olan sözleşmeliler (4/B) yıllardır 4/A kadrosuna geçirilmeyi talep etmektedir. Ayrıca 4/B’lilerin tüm maaş-ücret kalemleri gelir vergisine dahil edildiği için vergi dilimi adaletsizliğini daha derinden yaşamaktadırlar. Bunlara ek olarak sözleşmeli personel (4/B) yıllardır tayin, görevde yükselme, izin hakları, harcırah konularında yaşadıkları sorunların çözümünü beklemektedir. Buna rağmen hükümet, sözleşmeli personelin yaşadığı sorunlara ilişkin çalışma yapıldığına dair arada sırada yaptığı açıklamalarla yetinmiştir.  Ancak seçimden hemen önce 21 Haziran tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 2018 /11809 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslarda önemli değişiklikler yapılmıştır.

Bu değişikliklere göre sözleşmeli personelin izin hakları (doğum, süt, evlilik, birinci dereceden yakının vefatı halinde verilen izin 4/A’lılarla eşitlenmiştir. Ancak başta kadro sorunu olmak üzere diğer temel talepleri görmezden gelinmiştir. Daha da önemlisi yapılan değişikliklerle kamuya sözleşmeli personel alımının kapsamı çok daha genişletilmiştir. Yargıtay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Kuvvet Komutanlıkları, Milli Savunma Üniversitesi ve Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı sözleşmeli personel alınacak kurumlar arasına eklenmiştir. Böylece neredeyse tüm kamuda sözleşmeli personel istihdamının kapısı açılmıştır.

Bugüne hükümet programlarında, Ulusal İstihdam Strateji Belgelerinde en son 11. Kalkınma Planı’nda iş güvencesine dayanan kamusal istihdamın refah devleti dönemi için geçerli olduğu ancak refah devleti döneminin kapandığı ifade edilmiştir. Serbest piyasaya dayalı açık rekabet koşullarında özel hukuk hükümlerine göre kamu personeli çalıştırılmasının şart olduğu vurgulanmıştır. Dolayısıyla Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslarda yapılan değişiklikler 24 Haziran’dan sonra geçilecek Cumhurbaşkanlığı-Hükümet sistemi ile bazı bakanlıkların kaldırılması, bazılarının birleştirilmesi konusu ile birlikte değerlendirildiğinde bundan sonra kamuya sadece sözleşmeli personel alımı yapılacağını söylemek bir kehanet değildir.

Bilindiği üzere mevcut iktidar ve Cumhurbaşkanı tarafından 24 Haziran seçimleri öncesinde yürütülen kampanyanın merkezinde “istikrar” söylemi yer almıştır. Emekçiler için istikrar yarına güvenle bakabilecek koşulların sağlanması ile mümkündür. Bizim için istikrar çalışma hakkımızın ve iş güvencemizin, örgütlenme ve toplu eylem hakkımızın yasal güvence altına alınması, insanca bir yaşam sürmeye yetecek maaş-ücret ile mümkündür.

Ancak seçim öncesinde iktidarın ve yandaşlarının pazarladığı “istikrar” emeğin değil, vergi indirimleri, afları, hazine garantileri, teşvikler ile kârına kâr katan, buna rağmen  hep daha fazlasını istemeye devam eden patronların, sermayenin istikrarıdır. Emekçilerin payına ise yoksullaşmada, güvencesizlikte istikrar düşmektedir.

Emekçiler açısından sahte olan bu istikrar tablosu yeni ortaya çıkmamıştır. 1980 darbesi ile ülkemizde yaşanan iktisadi dönüşümle yüzünü sermayeye, sırtını emeğe dönen bir düzen kurulmuştur. Sermaye yanlısı iktidarlar emekçilere kaşıkla verdiğini her seferinde kepçeyle geri almıştır.  Aradan geçen 40 yılda iktidarda kimin olduğu fark etmeksizin emeğin en temel haklarının ortadan kaldırılmasında çok ciddi mesafe kaydedilmiştir. Sonuç olarak siyasal düşüncesi, sendikası, dili, mezhebi, cinsiyeti fark etmeksizin tüm emekçiler 40 yıldır kaybetmektedir.

Bugün geldiğimiz noktada elimizde kalan son temel haklarımıza da göz dikilmektedir.

Geliri eriyen, grev hakkı başta olmak üzere sendikal hak ve özgürlükleri “OHAL’ den istifade” askıya alınan milyonlar hala sahte istikrar söylemi ile aldatılmak istenmektedir. Seçim öncesi verdiği 3.600 ek gösterge sözünü bugün ‘her seçim döneminde böyle vaatlerde bulunulur’ diyerek geçiştirenler emeğin aleyhine yeni hamleler peşindedir.

En başından beri kamu emekçilerinin güvenceli, kadrolu çalışmasına karşı çıkan, kamunun bir Anonim Şirkete dönüşmesini hedefleyenler iş güvencemizin kalıcı olarak-tamamen ortadan kaldırılması konusunda ciddi bir adım daha atmaya hazırlanmaktadır. 24 Haziran seçimleri sonrası geçilen yeni sistemle birlikte tüm kamuda teşkilat yasaları değişecektir. Bu değişikliklerin temel hedefi sözleşmeli istihdamın temel istihdam haline getirilmesidir.

Emekçiler olarak hepimizi Kaybedenler Kulübü’nün abonesi haline getirmeyi hedefleyen,  hak arama yollarımızı tamamen kapatan bu düzene karşı birleşmediğimiz sürece kaybetmeye devam edeceğimiz açıktır.

Bu nedenle başta kamu emekçileri olmak üzere tüm emekçileri bir kez daha yoksulluğumuzu derinleştiren, hepimize güvencesiz çalışma dayatan koşullara, yaklaşan ekonomik krizin faturasının yine bizim sırtımıza yıkılmasına karşı hep birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.

                                                                                                                                                                                                      KESK YÜRÜTME KURULU

İLETİŞİM: SES – Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Çankaya, Kızılay, Necatibey Cad. No:82 D: 4, 06420 Ankara Telefon: (0312) 232 61 22 e-Posta: [email protected]

×