İstanbul Aksaray Şubemizden İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Önünde 25 Kasım Açıklaması: Savaşa, Erkek Şiddetine, Yoksulluğa Karşı Barışı, Hayatlarımızı ve Haklarımızı Savunuyoruz!

Facebook
Twitter
WhatsApp

İstanbul Aksaray Şubemiz 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü eylem-etkinlikleri kapsamında bugün İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimlik binası ana kapı önünde açıklama gerçekleştirdi.

Açılış konuşmasını İş Yeri Temsilcimiz Emine Atar’ın yaptığı eylemde şube adına ortak açıklamayı yapan İstanbul Aksaray Şube Kadın Sekreterimiz Helin Göçmenoğlu şöyle konuştu: “Dünyada ve ülkemizde sağ, muhafazakâr iktidarlar, savaş ve şiddet politikalarıyla kadın kimliğine ve emeğine dönük saldırılarını sürdürüyor. Biz kadınların mücadelesi her zaman olduğundan çok daha fazla baskıyla susturulmaya çalışılıyor. Evde, işte, okulda, sokakta, sosyal medyada, dijital platformlarda erkek şiddetine maruz bırakılıyoruz. Erkek şiddetine dair veriler iktidarlar tarafından açıklanmıyor. Şiddet vakalarının üstü örtülmeye çalışılıyor. 2022 yılında erkek şiddeti 334 kadını öldürdü. Sadece 2022 verilerine baktığımızda bile şiddetin hedefi haline gelen kadınların sayısının arttığını görüyoruz. LGBTİ+ örgütlerinden gelen raporlar nefret söyleminin de her geçen gün arttığını gösteriyor. Ama AKPMHP iktidarı sorun çözmek yerine kadın düşmanı siyasetine ve nefret söylemlerine yenilerini ekliyor. Her 25 Kasım’da olduğu gibi bu yıl da sınırları ve zamanları aşan kadın dayanışmasını ve Mirabal kardeşlerin 1960larda Trujillo’nun diktatörlüğünün devrilmesinde yol açan direniş ve mücadelesini selamlayarak isyanımızı meydanlara taşıyacağız. Sevgili Basın Emekçileri, Sevgili Kadınlar Erkek egemen siyasetin politikaları kapitalizmin, milliyetçi ve tekçi ideolojilerin saldırılarına hizmet ederken eşitsizlikleri yeniden üretiyor ve erkek devlet şiddetini meşrulaştırıyor. Bu nedenle bizler, kamu emekçisi kadınlar olarak erkek devlet şiddetine karşı her alanda yürüttüğümüz mücadeleyi emek, barış ve demokrasi mücadelesinden ayrı düşünmüyoruz. Haftalardır İsrail’in Gazze’ye her geçen gün artan şiddetli saldırılarına tanık oluyoruz. Savaşta öldürülenlerin çoğunun kadın ve çocuk olduğunu üzüntüyle takip ediyoruz. Gazze’de savaş ve soykırım suçu işleniyor. İkiyüzlü devletler her zaman olduğu gibi, dünyanın her yerinde, Filistin’den Rojava’ya kadınların bedenlerini savaş politikalarına alet ediyor, hayatlarını hiçe sayıyor. İçinde bulunduğumuz coğrafyada maalesef yalnızca bazı hayatlar kutsal sayılıyor. Savaşa, erkek şiddetine, yoksulluğa karşı barışı, hayatlarımızı ve haklarımızı savunuyoruz! Erkek şiddeti cezasız bırakılırken, kendi hayatlarını savunan kadınlar oldukça ağır cezalarla karşı karşıya kalıyor. Haklarımız ve hayatlarımız için İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyeceğiz diyoruz. Sözleşme yeniden yürürlüğe girene, gereği yerine getirilene ve 6284 Sayılı yasa etkin bir biçimde uygulanana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz. Sevgili Basın Emekçileri, Sevgili Kadınlar, Dünyada krizlerle daha da artan ekonomik eşitsizlikler ve kemer sıkma politikaları kadın emeğinin sömürüsünü katlayarak artırıyor. Kadının tek istihdam biçiminin güvencesiz, evden, kısmi zamanlı, parçalı ve esnek istihdam olmasını sağlayan düzenlemeler yaygınlaşıyor. Türkiye’deyse AKP/MHP iktidarının sermayeden, savaştan ve ranttan beslenen bütçe politikalarıyla ekonomik kriz derinleşiyor. Kadın emeğini güvensizleştirecek politikalarına hız veren iktidar 2024 bütçesinde kadını güçlendirmeye sadece her yüz lirada 53 kuruş ayırıyor. İktidarın gündeminde kadın işsizliği ve yoksulluğu yok. İşyerlerimiz tüm emekçiler ve özellikle kadınlar için adeta şiddetin kendisi haline geldi; tek adam rejimiyse süren taciz, mobbing ve baskıların önünü alacak ILO 190 Sayılı Sözleşme gibi uluslararası sözleşmeleri onaylama gereği duymuyor. Bunların yanında iktidar örgütlü kadın mücadelesini hedef alan baskı, gözaltı ve tutuklamaları hız kesmeden sürdürerek, anayasal haklarımızı, toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkımızı engelleyerek de kadına yönelik şiddeti farklı biçimlerde sürdürüyor. Bu yolla açıkça kadınların hayatına kastederek de olsa erkek egemen sistemi tüm mekanizmaları ile korumaya kararlı olduğunu göstermekten çekinmiyor. KHKler, haksız ve hukuksuz işten çıkarmalar, güvenlik soruşturması gibi uygulamaların yanında KHK ile ihraç edemediklerini de mobbing, sürgün ve şiddetle görevden el çekmeye zorluyorlar. İşyerlerinde taciz, mobbing, şiddetin sorumlularının hesap vermesini sağlayacak herhangi bir düzenlemeyse bulunmuyor. Uzun zamandır şiddete, savaşa, yoksulluğa sömürüye karşı sürdürdüğümüz kendi yaşamlarımızın özneleri olma mücadelesinin iktidarları nasıl korkuttuğunun farkındayız. Bugünün kadın hak ve özgürlüklerinin yıllardır yürüttüğümüz mücadeleyle elde edildiğini görüyorlar. Bizler emeğimizin gaspı ve bedenimizin denetimine dayanan sistemik tahakkümü kırmanın, ata erkil kapitalist sistemi ortadan kaldırmanın yolunun örgütlü kadın mücadelesini kararlılıkla sürdürmekten ve yılmadan yükseltmekten geçtiğini biliyoruz. Ekonomik ve sosyal güvenceden yoksun bırakılmayı, yoksullaşmayı, bize dayatılan kimliklerle yaşamayı, güvencesiz- kayıt dışı çalıştırılarak sömürülmeyi, dünyanın bakımı da dahil tüm bakım yüklerini karşılıksız olarak yüklenmek zorunda görülmeyi, şiddet ve istismar tehdidi altında yaşamayı reddediyoruz. Bu sorunlara çözüm üretecek politikalar yapılsın, kadına yönelik şiddetin tüm biçimleri ortadan kalksın istiyoruz. Kadınların eşitlik ve özgürlük sorunu çözülmeden siyasi, medeni, sosyal ve ekonomik haklara erişimden bahsedilemeyeceğinin altını çiziyoruz Varız! Diyoruz. Vardık ve var olacağız

1-) Türkiye’de tıpta uzmanlık sınavı, uzmanlık alanı seçimini bilimsel ölçütlere bağlayarak kadın ve erkeklerin dilediği dalda uzmanlaşmaları konusunda bir temel sağlamaktadır. Ancak uzmanlık alanının seçimi konusunda aile, üniversite öğretim üyeleri ve toplum tarafından kadınlara uygun görülen uzmanlık dallarına yönlendirildiği, diğerlerinden uzak durmaları konusunda çeşitli mekanizmalarla teşvik edildiği görülmektedir. Örneğin ağır çalışma koşulları ve bu dallarda görevli erkek hekimlerin kadınlara yönelik ayrımcı, olumsuz ve caydırıcı tutumları ile kadınların uzmanlık dalı seçimlerini etkilenmektedir. Üzülerek söylüyoruz kadına uygun görmediğiniz uzmanlık dalını bırakın en yakıştırdığınız uzmanlık dalını bile tercih edecek kadın doktoru bile kadına yönelik işyerinde şiddet, mobbing ve tacizden dolayı mum ile arayabilirsiniz. Zira kadın doktorlarda yurtdışına göç etmek için dil kurslarında yerini ayırtmış bulunmaktadır. Ayrıca şunu belirtmekte yarar var. Sayın Fahrettin Koca! elinizle işaret ettiğiniz gibi para için gitmiyorlar. Altını tekrar çiziyoruz en çok kadına yönelik işyerinde şiddet, mobbing ve tacizden dolayı gidiyorlar. Kadınların çoğunlukta olduğu bir meslek olan hemşirelik mesleği ve uygulamalarında toplumun cinsiyetle ilgili kalıp yargılarından nasibini almıştır. Hemşireliğin tarihsel gelişimine baktığımızda, yaralıların bakımı ve şefkat göstermesi gibi profesyonel olmayan daha çok annelik rolünden kaynaklanan bir özellik göstermesi nedeniyle hemşirelik mesleği uzun yıllar kadınlara has bir meslek olarak kalmıştır. Her ne kadar 2007 yılında yapılan yasa değişikliği ile erkeklerinde hemşirelik mesleğine girmesinin önü açılmış olsa da hemşirelik mesleği halen hakkettiği değeri bulamamıştır. Hemşirelik mesleğinin annelik ve şevkat göstermekten öte profesyonel ve bağımsız bir meslek olduğu aşikardır. Ancak erkeklerin hemşirelik mesleğini yapabilmesinin önünün açılması hemşireliğin yardımcı sağlık personeli algısını tam anlamıyla yıkamamıştır.

2-) Kendi ağrısından başka geriye kalan herkesin ağrısını dindirsin dediğiniz kadın sağlık emekçilerinin her ay en az bir gün çektiği regli ağrılarını kim dindirecek? İktidara sesleniyoruz, muhalefete sesleniyoruz, toplumun vicdanına sesleniyoruz! Başta sağlık sektörü olmak üzere bütün kadın çalışanlara ayda en az bir gün regli izninin yasal düzenlemesini yapmakla mükellefsiniz.

3-) Hastalarımızın ve toplumun sağlığını savunucu rolü, vicdani ve kanuni olarak bizim en temel rolümüzdür. Ama maalesef ki kendi doğurduğumuz çocuğumuzun yirmi dört ay boyunca anne sütü hakkını savunamıyoruz. Çünkü süt iznimiz doğumdan sonra ilk altı ay günde sadece üç saat ikinci altı ay ise günde sadece bir buçuk saattir. Yasadan da anlaşılacağı üzere ilk altı ay bile doğurduğumuz çocuklarımızın iki saatte bir anne sütü içme hakkını savunamıyoruz. Bölük parça yatan aylıklarımızdan tek kuruş kesilmeden doğumdan sonra ilk on iki ay yarım gün izin ikinci on iki ay ise günde iki saat izin için biz kadın sağlık emekçileri sonuna kadar mücadele edeceğimizi bildiriyoruz.”

İLETİŞİM: SES – Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Çankaya, Kızılay, Necatibey Cad. No:82 D: 4, 06420 Ankara Telefon: (0312) 232 61 22 e-Posta: [email protected]

×