Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli 7,7 ve 7,6’lık depremler sonrasında tablo giderek ağırlaşıyor. Yıkıcı depremlerden Kahramanmaraş, Osmaniye, Şanlıurfa, Kilis, Adana, Diyarbakır, Adıyaman, Hatay, Malatya, Gaziantep ve daha birçok il ve ilçe etkilendi. Deprem bölgesinde OHAL ilan edilirken, can kaybının 44 bini, yaralı sayısının ise 100 bini bulduğuna acıyla tanıklık ediyoruz.

Yıkıcı depremlerin ilk gününden bu yana devlet erkanının arama kurtarma faaliyetlerini başlatamadıklarına, deprem gibi doğal afetlerde müdahale deneyimi ve birikimi olduğunu sandığımız tüm resmi kurumların deprem bölgelerine iki gün boyunca gitmedikleri gibi arama kurtarma işinde gönüllü uzman ekiplerin gitmesini engellediklerine şahitlik ettik. Tablonun kahredici hale gelmesinde siyasi iktidarın benimsediği neoliberal dönüşüm politikalarının, kamu hizmetlerinin piyasaya açılmasının, özelleştirmelerin, devletin bir şirket gibi yönetilmesinin, devleti adeta inşaat şirketlerine teslim etmesinin, denetimsizliğin, Kamu-Özel ortaklığı projelerinin, kamu yatırımlarına yeterince bütçe ayrılmaması gibi politikaların payı büyüktür. Ayrıca kurumların liyakatsiz kadrolarla doldurulması, üniversitelerin ve diğer kurumların içi boş akraba çiftlikleri haline getirilmesi, bilimsel temellerden uzaklaşılması, ülkenin devasa bir inşaat sahası haline dönüştürülmesi, yapılaşmanın denetimden yoksun gibi sebepler kurumlardaki çöküşü hızlandırmış ne yazık ki depremin yarattığı hasarın derinleşmesini sağlamıştır.

Depremde yaşamını yitiren on binlerce insanımızın yanında binlerce çocuk da ailesini yitirdi. Depremlerin hemen ardından ortaya çıkan korkunç yıkımı ve arama kurtarma konusundaki organizasyon yoksunluğunu gören herkes, bölgedeki çocukların güvenliğinden de endişe etmeye başladı. Çocukların depremin süren yıkıcı etkisinden korunması için, koruyucu aile olmak veya evlat edinme de dâhil kamuoyunda çeşitli sorular sorulmaya başlandı. Başta Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olmak üzere hiçbir devlet kurumu, kamuoyunun bu sorularını hukuka uygun ve anlaşılır şekilde yanıtlamadı, yanıtlamıyor. Çocukların güvenliği ve üstün yararının ve kamunun bilgilenme hakkının gözetilmeden yapılan üstü kapalı açıklamalar endişelerin artmasına sebep olmaktadır. Hukuka uygun olmayan bilgilerin ortaya saçılmasına devlet tarafından adeta göz yumulması güven sarsıcı bir başka husustur. Bakanlıkça oluşturulduğu söylenen depremden etkilenen çocuklarla ilgili kayıt sisteminin nasıl işlediği, Bakanlığın “refakatsiz çocuk” tanımıyla ne kastettiği, bu durumda olan kaç çocuk olduğu, çocukların bulundukları yerler veya çıkarıldıkları enkazın adresi, yaş aralığı, sağlık durumu gibi bilgilerinin tutulup tutulmadığı kamuoyu tarafından bilinmiyor. Bir başka endişe yaratan ve yargıya da yansıyan hususta deprem sonrası bazı çocukların kayıp olduğuna dair iddialardır. Yine basına da yansıyan bir takım görgü tanıklarının ifadelerine göre çocukların İstanbul Beykoz’da bir villaya yerleştirildiği iddia edildi. Bu villanın İHH İnsani Yardım Vakfına ait olduğu ve çocukların orada bir gönüllü tarafından bakıldığı öne sürüldü. Ardından vakıf yetkililerinin ve Bakanlığın yaptığı açıklamalar birbirleriyle çelişmekte sürecin şeffaf yürütülmemesi çocuklarımızın bir kez daha devlet dışı yapılanmaların, gerici tarikat ve cemaatlerin insafına terkedildiği endişesini güçlendirmiştir. Yine SES olarak hep söyleyegeldiğimiz sosyal hizmet alanının yıllardır benimsenen politikalarla giderek piyasaya açılır duruma gelmesi, kamusal hizmet olarak kamu tarafından verilmesi gereken sosyal hizmetin özelleştirilip özel kurumlara devredilmesi bir yandan ise imzalanan protokollerle kamu bünyesindeki hizmetlerin de denetimsiz ve sınırsız bir şekilde kamu dışında birtakım dernek ve cemaatlere terk edilmesi, mevcut politikaların ihtiyacı değil, siyasi ihtiyaçların göz önünde bulundurularak yürütülmesi soysal hizmetin kurumsal yapılanmasını geriletmiştir. Oysa sosyal hizmetler alanı kamusal bir hizmet olarak sunulmalı, ihtiyaç duyan herkesin ayrımsız şekilde, ücretsiz, eşit, nitelikli ve anadilinde hizmete ulaşmasının sağlanması için politikalar üretilmelidir. Bu politikalara ihtiyaç her zamankinden daha fazladır.

Bir hatırlatma yapmak gerekirse çocuklara ilişkin yasal düzenlemelerin ve uygulamaların tümü çocuğun üstün yararı ilkesi gözetilerek yapılmak zorundadır. Hukuk dışına çıkılamaz. Refakatsiz, mülteci, yoksul çocukların yasal düzenlemelere aykırı şekilde devlet dışı kurumların, tarikatların evlerine yerleştirilmeleri kabul edilemez. Aile onayının olması veya çocuğun Suriye vatandaşı olması bu durumu değiştirmez. Bakanlık derhal görevini yerine getirerek tarikatlara terkedilen çocukları devlet kurumlarına yerleştirmeli, tüm süreç kamuoyuyla paylaşılarak şeffaf ve hesap verilebilir şekilde yürütülmelidir.

Çocuklara ilişkin endişe uyandıran bir başka husus ise Diyanet İşleri Başkanlığının evlat edinmeye dair söylemi olmuştur. 17 Şubat 2023 Cuma günü Diyanet İşleri Başkanlığının resmi internet sitesinde, “Deprem Bölgesinden Sıkça Sorulan Sorular” kısmında “Depremzede çocuklar evlat edinilebilir mi?” sorusuna “Evlat edinenle evlatlık arasındaki bu ilişki sebebiyle bir evlenme engeli olmadığı gibi; evlatlığın kendi öz anne babası yerine, evlat edilenlerin nesebine kaydedilmesi de caiz değildir. Ayrıca evlatlık olarak büyütülen çocukla, evlat edinen arasında birbirlerine mirasçı olma hakkı da söz konusu değildir.” şeklinde yanıt vermiştir. Gelen tepkiler üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı, açıklamalarını güncelleyerek yanıtının arkasında durmuştur. 2023 yılı için kendisine 6 bakanlığa ayrılan bütçeden daha fazla bütçe ayrılan ve yaptığı yönlendirmelerle toplumda ayrımcılığı teşvik eden, adeta  gerici karanlığın sesi haline gelmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığının yaptığı açıklama Anayasa’ya, Medeni Kanun’a ve Türkiye’nin de taraf olduğu çocuk hakları ile ilgili uluslararası sözleşmelere ve Çocuk Koruma Kanunu’na aykırıdır.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının bu söylemlere ve kanunlara aykırı uygulamalara karşı sessizliğini koruması ve bugün çocuklar açısından karşı karşıya olduğumuz tablo, ihtiyaç duyulan koruma ortamını sağlamaktan çok uzakta olduğumuzu göstermektedir.

Özetle; İlgili makamların depremin ilk gününden bu yana hayatını kaybeden çocuk sayısı, enkaz altından kurtarılan çocukların hangi hastanelere sevklerinin sağlandığı, hangi hastanelerde kaç çocuğun tedavi altında olduğu, refakatsiz ve kayıp çocuk sayısının, tedavisi tamamlanan kaç çocuğun ailesine teslim edildiği veya ailelerine ulaşmak için ne tür bir sistemin kurulduğu, koruma altına alınan çocuklardan kimliği tespit edilemeyenlerle ilgili nasıl bir sürecin işleyeceği konularında şeffaf bilgilendirme yapılması elzem durumdadır.

SES olarak özellikle deprem sebebiyle ağır mağduriyet yaşayan çocukların daha fazla hak ihlaline maruz bırakılmamaları için Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığını gerekli önlemleri almaya davet ediyoruz. Çocukların takibi için açılan danışma hatlarının ihtiyaca cevap verecek şekilde genişletilmesini, depremden etkilenen çocuklarla ilgili hizmetlerin çocuk koruma kanunu kapsamında çocuğun üstün yararı benimsenerek planlanmasını, veri paylaşımlarının özenli olmasını talep ediyoruz. Ayrıca devletin çocukları koruma yükümlülüğünün hiçbir kişi ve kuruma devredilemeyeceğini, tüm çocukların sağlık ve güvenliğinden devletin sorumlu olduğunu ve etkin bir çocuk koruma sisteminin derhal uygulanması gerektiğini bir kez daha hatırlatıyoruz. 28.02.2023

Merkez Yönetim Kurulu

 

 

İLETİŞİM: SES – Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Çankaya, Kızılay, Necatibey Cad. No:82 D: 4, 06420 Ankara Telefon: (0312) 232 61 22 e-Posta: [email protected]