- Dönem 4. Merkez Temsilciler Kurulumuz (MTK) 30 Eylül-1 Ekim 2021 tarihlerinde Ankara Akar İnternational Otel’de gerçekleştirildi.
Divan oluşumu ve emek-demokrasi-barış şehitleri için yapılan saygı duruşunun ardından toplantının açılış konuşmasını yapan Eş Genel Başkanımız Selma Atabey şöyle konuştu: “Pandeminin dünyada ve ülkemizde yarattığı olumsuz etkilerden dolayı iki yıldır yüz yüze gerçekleştiremediğimiz MTK’mızın büyük bir heyecan ve coşku içinde geçeceğine olan inancımla Merkez Yönetim Kurulu adına sevgi ve saygıyla selamlıyorum hepinizi, hoş geldiniz. Sendikamızın bu yıl 25. kuruluş yıldönümünü aslında evveliyatının yıllar öncesine dayandığı mücadelemizin, emeklerimizin, kaybettiğimiz yoldaşlarımızın, hala omuz omuza olduklarımızın, anılarımızın, değerlerimizin ve geleceğe dair heyecanımızın bir arada olduğu bir ruh haliyle kutladık. Bu ruh halimizi kaybetmeden devam ediyoruz. Öncelikle 10 Ekim katliamının üstünden tam altı yıl geçti. Bu katliamda yaşamını yitiren barış güvercinlerimizin hukuksal süreçlerini yürütmekte ki kararlığımızı sürdürüyoruz ve anılarını yaşatacak, özledikleri dünyayı kurma mücadelesini sürdüreceğimizi bir kez daha ifade etmek istiyorum. Ayrıca pandemide yaşamını yitiren meslektaşlarımız, emek, barış, demokrasi ve özgürlük mücadelesinde yaşamını yitiren tüm yoldaşlarımızın anıları önünde sizlerin huzurunda saygıyla eğiliyorum. Uzun süredir uygulanan ve pandemi ile birlikte AKP- MHP faşist blokunun politikalarının yol açtığı ve zirveye çıkan ekonomik kriz, derinleşen sömürü zinciri, işsizlik, açlık ve yoksulluk, rüşvet ve yolsuzluk, hırsızlık, doğa talanı ve sebep olunan iklim krizi, KHK zulmü ve güvenlik soruşturmaları, kadın katliamları, çocuk istismarları ve pandemi gerekçe gösterilerek hak ve özgürlüklerin tümüyle ortadan kaldırılması için nasıl bir çaba gösterdiklerine hep birlikte tanıklık ettik. Bu politikalara karşı bizlerde mücadele ederek ve yaygın toplumsal muhalefetle AKP-MHP bloku içerisinde bir gedik açılmış ve bunun sonucu yaşadıkları çatlaklık ve toplumsal meşruiyetinin erozyona uğraması ile birlikte, yapılan son seçim anketleriyle politik yenilgisini fark eden faşist blok bu başarısızlığının üstünü örtbas etmenin peşindedir. Devletin tüm aygıtlarını kullanarak muhalefet cephesini dağıtmak içinde adeta bir savaş başlatmış durumdadır. Buna karşın Türkiye’nin tüm emek demokrasi ve özgürlük güçleri tutumlarını bu dönemde net biçimde ortaya koymalı, faşizme karşı belki de son hamle olarak güçlerini birleştirmenin yol ve yöntemlerini bulmalıdır. Eşit, özgür ve savaşsız bir yaşam isteyenler olarak 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde en çok ihtiyaç duyduğumuz barışı hep bir ağızdan haykırmak için meydanlara toplandığımızda yine engelleme, gözaltı ve saldırıların hedefi olduk. Pandeminin gölgesinde kalan ve hala yürütülen savaş politikalarının ne olduğunu en iyi bilen bizleriz. Bu savaşlardan kaynaklı Ülkemize yönelik kontrolsüz göç dalgasının yarattığı sosyal sorunların yanında bu soruna yönelik tepkilerin halkların kardeşliğini zedeleyen boyutlara ulaşması, göçmenlerin evlerine yönelik saldırılar savaşın sonuçları olarak en önemli gündemlerimizden olmuştur. Bu yüzden sağlık ve sosyal hizmet emekçileri her yerde savaşa karşı barışın, ölüme karşı yaşamın sesi ve sözü olmaya devam ettik. Kendi yaşamlarımızı da pandemi döneminde korumak için “yaşatmak için yaşamak istiyoruz” şiarıyla birlik ve beraberliğimizi sürdürdük. Siyasal iktidar savaşı nasıl fırsat ve gerekçe bilip, uzun zamandır fiili olarak sürdürmekte olduğu OHAL uygulamalarını yürüttü ise şimdi de pandemiyi gerekçe göstererek otoritesini daha da yoğunlaştırmaya ve kalıcılaştırmaya çalışmıştır. Başta düşünce ve ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yapma özgürlükleri olmak üzere pek çok temel hak ve özgürlükler yasaklanmış, böylelikle her fırsatta engellenen ve şiddetle bastırılan toplumsal muhalefetin eylemselliğini imkansız hale getirerek siyasal ve sivil alan tümüyle kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Pandemiyi fırsat bilip pek çok hakkımız gasp edilmeye çalışıldığı gibi pek çok saldırıda yasalaştırılmaya çalışılmıştır. Faşist blok tarafından yıllardır Kürt halkına karşı sürdürülen özel savaş politikaları ile ırkçılık iktidarın eliyle körüklenmiş ve bu yaz Konya‘da yedi kişilik Kürt ailenin katledilmesine neden olmuş yine Kürt emekçilere karşı Kürtçe konuştukları ya da şarkı dinledikleri için saldırılar gerçekleştirilmiştir. HDP ‘ ye açılan kapatılma davası ve akabinde HDP İzmir İl Binası’na yönelik faşist saldırıda gencecik bir emekçi kadın yaşamını yitirmiştir. Cezaevlerinde ki siyasi tutsaklara yönelik özel politikalar ve yaşam koşullarının daha da ağırlaştığı için buna karşı uzunca bir süre açlık grevleri sürdürülmüştür. Ortadoğu‘ya yönelik sınır dışı müdahalelerin devam etmesi ve Kürtlerin yoğun yaşadığı sivil alanların hatta hastanelerin hedef alınması hepimizi nefessiz bırakan gelişmeler olmuştur. AKP’nin 19 yıllık iktidarı döneminde en temel politikalarından biri kadın üzerinde tahakküm kurma ve kadının kendi bedeni ve kimliği üzerindeki iradesini kırma gayreti olmuştur. Eril sistemin sürdürücüsü olan AKP, kadın özgürlük mücadelesinin tüm kazanımlarını geriletme ve kendi çizgisini dayatarak makul kadın profilini yaratmaya çalışarak kadın hareketinin mücadelesini ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Esas gücünü ataerkil yapısından alan eril kapitalist sistem; dinci, gerici politikaları ile daha fazla cesaretlenmiştir. Kadınlardan bu derece nefret ettikleri, ehlileştirmeye yönelik gayretleri, ehlileştiremediklerine yaşamayı bile çok gördükleri, kadın katliamlarının kırım boyutuna vardığı, “ölmek istemiyorum” çığlığını her gün daha fazla duyduğumuz bir dönemde kadınları, çocukları ve LGBTİ+ şiddetten koruyan tek yasal düzenleme olan İstanbul sözleşmesini fes etmiştir. Böyle bir karar kadınların mücadelesini daha da tetiklemiş ve bugün birbirine sahip çıkan, bir kadının daha kirpiğinin yere düşmemesi için mücadele etme azmini daha da artırmış ve karanlığa teslim olmayan, karanlığı yırtan kadınların mücadelesinin daha da yükselmesine vesile olmuştur. Ayrıca kadınlar başta olmak üzere kendilerinden olmayan tüm insanların hayatını hiçe sayan Taliban gibi şeriatçı bir örgüte AKP iktidarının “kardeş” övgüler yağdırılmasına karşın Afganistanlı kadınlarla dayanışma içinde olduğumuzu ülkenin dört bir yanında yapılan açıklamaları ile kadın mücadelesinin sınırları aşan bir mücadele ivmesi kazanmış ve bu eril zihniyete karşı birleşmesi en iyi sonuçlarındır. Bir kişi daha eksilmeyeceğiz diyen kadınlar İstanbul Sözleşmesine ve tüm haklarına sahip çıkmak için mücadeleye kesintisiz devam ediyorlar. Ve biz 25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Gününde KESK’li kadınlar olarak yine bu mücadelede en önde yerimizi alacağız. Kadın mücadelesi yanında doğa mücadelesi bizim vazgeçilmez mücadele alanlarımızdandır. Bu yazda kapitalizmin yarattığı yıkım karşısında birçok felaketle karşı karşıya kaldık ve canımız yandı. Bir tarafta Muğla, Antalya ve birçok ilimizde yeterli müdahale ekipmanların olmayışından kaynaklı günlerce söndürülmeyen orman yangınları, Dersim’de atılan bombalardan dolayı çıkan yangına da yeteri müdahalede bulunulmadığı gibi yurttaşların gönüllü çabalarının da engellenmesi, Sinop ve çevresinde dere yatağında yapılan imarlaşmanın sonucunda can ve mal kaybına neden olan sel baskınları ile birlikte doğa mücadelesinin aynı zamanda yaşam mücadelesi olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Her yeşil alana AVM, gökdelen, otel dikme sevdalısı iktidar nedeniyle nefes alma alanı bile kalmazken, kapitalizmin bir sonucu olarak değerlendirdiğimiz iklim krizi ile de baş etmenin yegane yolunun bizlerin direnişi olacağı gerçeğidir. Hukuk ve yasaları kendi çıkar keyfiyetine göre işleten sermaye sınıfı, katmerleştirdiği emek gücü sömürüsüyle beraber doğayı talan ederek eko sistemi bozuyor, pandemilere sebep oluyor ve bizlerden daha çok gelecek kuşakların yaşamlarından çalıyor. Tüm bunlara rağmen toplumun büyük kesiminin bu felaketlerde gösterdiği toplumsal dayanışma örneği de hepimizin umutlarını yeniden yeşertmiştir. Toplum karşısında itibarsızlığını ve güvensizliğini tescillemiş olan iktidar, salgın sürecini sermayeden yana tutum alarak bilimsel verilerden uzak ve yaşam hakkını önceleyen bir yaklaşım belirlememesi bu süreci de krizli bir hal almasına ve birçok can kaybına neden oldu. Bizler bir yandan pandemi sırasında alınması gereken önlemleri iktidara sıralıyor, saha da canla başla çalışıyor ve diğer yandan gerek vaka sayıları konusunda şeffaf olmamaları, gerek aşıların güvenilirliği konusunda en yetkili ağızlardan yapılan çelişkili açıklamalar toplumda aşı tereddüttü nün artmasına sebep oldu. Aşı karşıtlığı üzerinden gelişen söylemler ve valiliğin izniyle aşı karşıtlığı için yapılan mitingler bu tereddüdü daha da arttırmış ve iktidara karşı zaten güvensiz olan bölge halkı aşı olma konusunda oldukça mesafeli olmuştur. Her türlü ayrımcılığa uğrayan Kürt illeri başta olmak üzere TTB ile birlikte anadilde sağlığın önemi ve toplumsal bağışıklığın artırılması içinde tüm illerde çaba sarf ettik. İktidar sahiplerine yönelik uyarılarımız ve eleştirilerimize de devam ettik. Bu çalışmaları yürütürken de hastalanmayı ve hatta ölümü göze alarak çalışmaya devam ettik. Sağlık Bakanlığı buna karşın uygun çalışma koşullarının asgarisini bile karşılamaktan aciz olan yöneticileri ile yine emeklerimizi karşılıksız bırakmaya devam ettiler. Pandemi ek ödemeleri “lütuf” olarak gösterilmeye çalışıldı, üstelik meslek grupları arasında uçurum yaratılarak iş barışını zedeleyen durumlar yaratıldı. Sürecin en başından beri iktidar ve Sağlık Bakanlığı sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin işlerini kolaylaştırmadığı gibi zorlaştırdı; haklarımızı ödemedi gibi gasp etti. Üstelik son çıkardıkları Aile Hekimliği Ödeme ve Sözleşme Yönetmeliğiyle sahada yaşanan hiçbir soruna çözüm üretmedikleri gibi birinci basamaktaki iş yoğunluğunu daha da arttırmış, üstüne de sözleşme feshini kolaylaştıran maddeler de iş güvencesini tamamen ortadan kaldırmış durumdalar. Diğer emek meslek örgütleriyle başlattığımız mücadeleye karşın cezalar yağdırılmaya başlanmış fakat mücadeleye olan inancımızla eylem ve etkinlikler örgütleyip yönetmelik geri çekilene kadar da devam edecektir. Yine OHAL KHK’leri hukuksuzluğunu sürdürmek ve korkuyu hakim kılmak için 15 Temmuz’un yıl dönümünde iş kolumuzu da ilgilendiren 375. Yasa ile bakanlık bünyesinde kurulan ve işten atmayı kolaylaştıran, antidemokratik uygulamaları apar topar meclise getirerek yasalaştırdı. Bu bahane ile de güvenlik soruşturmalarına takılan sonra anayasa mahkemesinin kararı ile işe başlayan birçok arkadaşımıza soruşturma açıldı. Yine Boğaziçi Üniversitesi’nde süren direniş de hepimizin umudu olmaya devam etmekte. Her ne kadar iktidar bir kayyumu almak zorunda kalıp yeni bir kayyumla yola devam etmeye çalışsa da bu çırpınmalar da direniş karşısında etkisiz olacaktır. Barış ve demokrasi mücadelesinin önüne konulan engelleri aşmaya çalışırken, emeğin hakları için de mücadeleyi yükselttiğimiz bir yaz dönemi oldu. İktidarın tarihi büyüme söylemleri emekçilerin karnını doyurmamakta sokakta ve işyerlerinde sesler daha da yükselmektedir. Sermaye kesimleri servetlerini arttırırken işsizlik rekora koşmaya devam ediyor, emeğiyle geçinenler artık temel ihtiyaçlarını bile karşılayamıyor. Yükseköğrenim için il değiştirmek zorunda kalan öğrenciler en temel hak olan barınma hakkına dahi ulaşamıyor ve öğrenciler parklarda bahçelerde yaşam ve eğitim alma mücadelesi yürütüyorlar. Üzerinde oyunlar oynanan enflasyon rakamları bile aldığımız ücretlerdeki erimeyi göstermeye yetiyor. Emekçilerin tarihin en zorlu dönemlerinden birini yaşadığı bu dönemde yapılan TİS görüşmeleri ise iktidar ve yetkili sendika arasında geçmiş dönemlerde olduğu gibi uzlaşıyla sonuçlandırıldı ve tarihi bir başarı olarak sunulmaya çalışıldı. Toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin iktidar ve iktidar güdümlü sendika arasında orta oyuna dönüştüğü artık bütün emekçilerin bilincinde olduğu bir durum. Bu sözde sendika, emekçiler nezdinde bütün itibarını yitirmiş durumdadır. Şu anda sahip olduğu üye sayılarını tüm iktidar gücünü ve zorbalığını kullanmasına rağmen korumakta güçlük çektiği için TİS masasında kendi erimesini azaltmaya yönelik hamleler geliştirmiş, %1 barajı gibi, uluslararası sözleşmelere ve sendika yasasına aykırı bir garabeti de TİS maddeleri arasına sokmayı becermiştir. Ancak bütün bu çırpınışları sonuç vermemekte. Masada imzaladıkları hesabını vermekten korktukları için kendi telefon numaralarını paylaşmaktan imtinaya kadar işi vardırmış durumdalar. Üstelik sahada sendikamızın da %1 barajına takıldığı yalanını yayarak emekçilerin sendikamıza yönelmesini durdurmayı hedeflemekteler. Bunlara karşı sendikamıza sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin ilgisi artmış ve üye sayımız günden güne artmaktadır. Kuruluşumuzdan beri sendikal örgütlenmenin önündeki engellerle mücadele ettik, AKP iktidarıyla birlikte bu mücadele iyice çetin bir hale ulaştı. Haziran ayında benimde içinde bulunduğum sendika yöneticilerimize dönük yapılan gözaltılar sendikamızı itibarsızlaştırmaya yönelikti. SES‘imizin üye yaptığı ve büyüdüğü bu süreçte bir önceki dönem Eş Genel Başkanımız Gönül Erden’in tutuklanması manidardır. Bu tutuklama sendikamıza dönük yapılan ve örgütlenmemizin önüne geçebilmek için bir komplodur. Ayrıca İzmir’de pandemide hayatını kaybeden sağlık emekçilerini anan yöneticilerimizin bu yaz açığa alınarak sendikamız cezalandırılmaya çalışıldı. Ancak yılmadık, mücadeleye devam ediyoruz ve kazanıyoruz. İzmir’deki arkadaşlarımızın görevine iadesini buradan bir kez daha hep birlikte kutluyoruz. Yine haksız ve hukuksuz bir şekilde görevlerinden ihraç edilmiş olan üyelerimizle gerek ihraç politikalarına dair mücadelemiz gerek dayanışmamız devam etmekte. Gelen her iade haberinde hep birlikte mutlu oluyor, red kararlarında ise hep birlikte yeni ve zorlu bir hukuk mücadelesinin parçası oluyoruz. Hiçbir durumda yalnız değiliz, her bir üyemizin bu duyguyla hareket etmesi içinde dayanışmayı esas alıyoruz. Önümüzdeki dönem tek adam diktatörlüğüne karşı emekçilerin hak ve çıkarları için, sağlığımız için, halkın sağlık hakkı için, adaleti, eşitliği, barışı, demokrasiyi, insan haklarını savunmayı ve özgürlük mücadelesini en geniş birliktelikle yürütmekten başka bir yolumuz bulunmamaktadır. İktidarın baskısına karşı ancak birleşik mücadele ile kazanılacağı bilinciyle sağlık ve sosyal hizmet emekçileri olarak bu dönemde daha fazla büyümeyi hedefliyor ve laik, herkesin kendi rengi, dili, kimliği ile barış içinde bir arada yaşayacağı yeni yaşamı inşa edene kadar mücadelemizi kararlılıkla sürdürmeye devam edeceğiz.”
Eş Genel Başkanımız Selma Atabey’in konuşmasının ardından söz alan MTK delegeleri siyasal ve sendikal geçmiş süreci değerlendirerek, önümüzdeki dönemin planlamasına dair görüş belirttiler.
Genel Örgütlenme, Eğitim, Basın-Yayın ve Sosyal İşler Sekreterimiz Mehmet Sıddık Akın’ın örgütlenme sunumu yaptığı MTK toplantımızda, Genel Kadın Sekreterimiz Gönül Adıbelli 10. Dönem 2. Merkez Kadın Meclisi toplantısının sonuç raporunu açıklarken, Genel Mali Sekreterimiz Tayyar Özcan da mali durum bilgilendirmesi gerçekleştirdi.
İki gün süren 10. Dönem 4. Merkez Temsilciler Kurulumuz sonuç bildirgesinin okunmasıyla sona erdi.
,