Sağlık hakkı; “Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinde” açıkça tanınan ve insan haklarına ilişkin en temel çok taraflı antlaşmalardan biri olan “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesinde de yer alan en temel haklardan biridir. Sözleşmeye göre taraf devletlerin bireylerin sağlıklı bir şekilde yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli koşulları oluşturma yükümlülükleri vardır.
DSÖ’nün 1978 tarihli Öncelikli sağlık Hizmetlerine ilişkin Alam -Ata Bildirgesi sağlık hakkının temel bir insan hakkı olduğunun altını çizmiş ve mümkün olan en yüksek sağlık seviyesine ulaşılmasının dünya çapındaki en önemli toplumsal hedeflerden biri olduğunu ifade etmiştir.
Tarih boyunca çeşitli salgın hastalıklarla mücadele eden ve birçok kez büyük kayıplar veren insanlık için 21. yüzyıla girerken de kendisine en büyük tehdidi teşkil eden küresel sorunlardan biri bulaşıcı hastalıklar kaynaklı salgınlar olmaya devam etmektedir. AIDS, Ebola, yeni grip türleri gibi birçok bulaşıcı hastalığı şimdi de yeni bir koronovirüs türü olan Covid-19 eklenmiştir. 50 milyon kadar insanın ölümüne yol açan İspanyol gribi ile karşılaştırma yapıp yapamayacağımızı zaman gösterecekse de tahminler Covid-19 insanlık açısından oldukça yıkıcı bir tahribata yol açacağı öngörülmektedir. İnsanlık bu salgına hazırlıksız yakalansa da DSÖ 2019 yılında yayımladığı küresel sağlığa en büyük on tehdit unsuru listesinde küresel bir grip benzeri salgına yer vermiştir.
Küresel sağlık yönetimi mekanizmalarının ve uluslararası sağlık hukukunun temel odağı olan DSÖ aynı zamanda Covid-19 salgını ile küresel boyutta mücadelenin ve küresel işbirliğinin de temeli ve Birleşmiş Milletlerin en büyük uzmanlık kuruluşudur. Kuruluşundan bugüne kadar başta bulaşıcı hastalıkla ve salgınlarla mücadele olmak üzere küresel sağlık meselelerine yönelik hukuki düzenlemelerin yapılması ve gerekli uluslararası işbirliğinin sağlanması noktasında da kuşkusuz ki temel merci konumundadır.
Covid-19 pandemisinden çıkış için insanlığa umut olan aşı, şirketlerin kar hırsı ve zengin ülkelerin aşı stokçuluğu yapması nedeniyle yoksullar için yeni bir eşitsizliğe yol açtı. Aşılar daha üretilmeden şirketlerle ön anlaşmalar yapıp nüfuslarından katbekat fazla aşıyı rezerve eden gelişmiş ülkeler aşılamaya başlarken yoksul ülkelerin çoğunda hala tek doz aşı bile bulunmuyor. Bu durum salgını küresel olarak kontrol altına almayı da engelliyor. Dünya Sağlık Örgütü Direktörü yaşananları ‘Aşılamada ahlaki çöküş yaşanıyor’ ifadeleri ile küresel salgın yönetimindeki sorumluluk ve yükümlülüklerini unutmuş gözükmektedir. Oysa 2005 tarihli Uluslararası sağlık Tüzüğü 196 taraf devlete uluslararası düzeyde halk sağlığı acil durumu teşkil eden salgın vb. durumlarda devreye sokabilecekleri sağlık önlemlerinin hukuki çerçevesini son derece detaylı bir şeklide çizmekte ve DSÖ’ye bu noktada oldukça belirgin koordinasyon görevi vermektedir. DSÖ küresel salgın yönetimi kapsamında “her şeyi bilen ama hiçbir şey yapmayan kurum” misyonuna bürünmüştür.
Covid-19 salgını uluslararası bir sorundur ve bu nedenle devletlerin işbirliği içerisinde iyi niyet kuralları çerçevesinde hızlı bir şekilde bir araya gelmeleri salgının küresel yönetimi açısından oldukça gereklidir. İşbirliği mekanizması olmadıkça salgının sonuçları insanlık adına yıkıcı sonuçlara yol açacaktır. Bu nedenle öncelikle Uluslararası Sağlık Tüzüğü yükümlülüklerine uymayan devletlere yaptırım uygulanması amacıyla yeniden düzenlenmelidir. Çünkü yükümlülüklerine uyma konusunda devletleri zorlayıcı mekanizma bulunmamaktadır. Ayrıca küresel salgın yönetimi konusunda DSÖ devlet merkezli yaklaşımından uzaklaşarak devlet dışı aktörlere yani sivil topluma yönelik katılım imkânlarını arttırmalıdır. Özellikle sendikalar meslek birliklerinin katılımı için olanaklar yaratılarak devletler üzerindeki sivil toplum denetimi uluslararası bir zeminde artırılabilir.
Covid-19 salgınından çıkış için insanlığın ümidi olan aşıya erişim aşı tekelleri yüzünden kalkınmış ülkelerin yurttaşlarına sunulan bir müjde olmuştur. Oysa küreselleşmiş bir dünyada küresel bir salgınla mücadele için dünyanın her yerinde, hiçbir kesimin ve bireyin göz ardı edilmeden önlemler alınması gereklidir. Özellikle kadınların Covid-19’la mücadeledeki kritik rolü ve mevcut krizin mülteciler ile çocuklar gibi kırılgan durumlardaki kişiler üzerindeki etkisinin asgariye indirilmesi gerekmektedir. Fakat bugünlerde aşı üreten şirketler tüm dünyaya aşıları eşit paylaştırmak yerine en çok parayı veren ülkelere aşıyı satmayı kendilerinde hak görmektedir. Çünkü aşı şirketleri halktan toplanan vergileri kullanarak ürettikleri aşılarda kendilerini insanlığa karşı değil hissedarlarına karşı sorumlu hissetmektedir. Oysa gelişmekte olan ülkelerin sağlık hakkı aşı tekellerinin insafına ve lütfüne terk edilemez. Kalkınmış devletlerin ve güçlü özel sektör aktörlerinin gelişmekte olan veya en azından gelişmiş devletlere ulusal sağlık sistemlerini geliştirmeleri için teknik ve finansal yardımda bulunması sağlanmalıdır. Bilinmektedir ki gelişmekte olan ülkelerin hiçbirinin salgının yıkıcı etkisinin yükünü taşıyacak sağlık alt yapısı bulunmamaktadır. Bu devletlere yardım edilmesi asgari sağlık altyapısına erişimlerinin sağlanması gerekmektedir. Uluslararası toplumun büyük bir kısmını oluşturan bu devletlerin kendi ülkelerinde bulaşıcı hastalıkları yeterli bir ölçüde takip ve kontrol etme kapasitesinden yoksun olması diğer devletleri dolayısıyla diğer toplumları da riske atmaktadır. bu nedenle küresel çapta sağlık alt yapısını koruyucu sağlık hizmetleri temelinde geliştirme planları salgınların ortaya çıkardıkları tehlikeleri azaltmada çok önemli etkilere neden olacaktır. Bu kapsamda;
- COVID-19 aşı ve ilaç teknolojileri için fikri mülkiyet hakkının kaldırılmalı, aşı ve ilacın patent hakkı sadece geliştirende olmamalıdır. Ortak bir anlaşmayla, kar marjı düşük tutularak, bütün ilaç fabrikaları tarafından üretilmesi sağlanmalıdır. Her ülkeye pandemi bitene kadar aşıları üretme izin verilmelidir.
- DSÖ’nün yapması gereken “ahlaki çöküş” uyarısıyla şirketlerin olmayan vicdanına seslenmek değil, devreye girerek aşıların patentten muaf olduğunu ve kamusal mülkiyete tabi olması gerektiğini ifade etmektir, “pandemi bitene kadar patent hakları askıya alınsın” demesi gerekmektedir
Kapitalizm Covid-19 öncesi olduğu gibi milyarlarca insanı ölüme götürüyor. İnsanlığa dair kaygısı olan bilim insanlarından çocuk felci aşısının mucidi olan JonasSalk “Güneşi patentleyemezsiniz. Ben bundan patent istemiyorum. Bu aşı insanlığa aittir” diyerek bilimin insanlığa adanmışlığının en güzel örneklerinden birini sergilemiştir. Bugün AstraZeneca, Moderna, Pfizer, Gamaleya ve Sinovac gibi şirketlerin başındaki bilim insanlarından da çok iyimser bir niyetle bu tutumu sergilemelerini beklemekteyiz. Çağrımız aşının fikri mülkiyet hakkından muaf tutulması, aşı geliştirme aşamaları tüm dünyanın bilgisine sunulmalıdır. Güneşi patentleyemezsiniz aşı da şimdi tüm insanlığın güneşidir.
KESK YÜRÜTME KURULU