Son günlerde cezaevlerinden sendikamıza çok sayıda mektup ulaşmıştır. Mektuplarda ifade edildiği üzere 27 Kasım 2020 tarihinde birçok cezaevinde siyasi tutsaklar cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinin giderilmesi için süresiz dönüşümlü açlık grevi başlatmış bulunmaktadır. Süresiz dönüşümlü açlık grevleri 1. ayını doldurmuştur.
Kişilerin etkinlik ve ifade alanlarının ancak kendi bedenleri ile sınırlı olduğu cezaevi ortamlarında kimi uygulama ve politikalara karşı bir protesto biçimi olarak gündeme gelen açlık grevleri, gerek sağlık açısından, gerekse etik ve politik açıdan oldukça karmaşık bir süreçtir. Uluslararası alanda uzun yıllar süren çalışmalar sonucunda konu ile ilgili pek çok evrensel hukuk ve etik normlar ortaya çıkmıştır. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası açlık grevleri ve ölüm oruçları konusundaki yaklaşımını bu evrensel normlar üzerinden değerlendirmektedir.
Covit-19 virüsünün bağışıklık sistemi zayıf, yeterli ve dengeli beslenmeyen ve kronik hastalıkları olanları daha fazla etkilediği bilimsel bir gerçektir. Pandemi koşullarının olduğu böylesi bir dönemde açlık grevleri tutsaklar açısından hayati riski arttırmaktadır. Bu nedenle; bir an önce açlık grevinde bulunan tutukluların düzenli sağlık kontrollerinin yapılması ve sağlık örgütlerinden görevlendirilecek hekimlerin cezaevlerinde muayene yapmalarına imkân tanınması gerekmektedir. Açlık grevindeki mahpusların talepleri ile ilgili olarak bu taleplerin konuşulması amacı ile Adalet Bakanlığının diyaloğa geçmesi, başta milletvekilleri olmak üzere insan hak örgütleri, hukuk ve sağlık örgütleri temsilcilerinden oluşan heyetlerin görüşmeler yapması, bağımsız heyetlerin cezaevlerinde inceleme ve ziyaretlerin yapılmasına izin verilmesi gerekmektedir
Açlık grevi eylemine başvuran mahpusların başta sağlık hakkı olmak üzere, yaşam haklarının korunması için tüm yetkililerin gerekli duyarlılığı göstermesi gerekmektedir. Bu bakımdan açlık grevcilerinin de kendi sağlıklarını korumak için başta B1 vitamini olmak üzere gerekli tıbbi tedbirleri almaları gerektiğini belirtmek isteriz. Ayrıca Adalet Bakanlığının ve Sağlık Bakanlığının Kasım 1991’de 43. Dünya Tıp Kongresi tarafından Malta’da kabul edilen Malta Bildirgesi’ne uygun olarak davranmaları gerekli hassasiyeti göstermeleri gerekmektedir.
Sendikamız, yaşam hakkını esas alan bir anlayışla din, dil, ırk, cins gibi kişiler arasında herhangi bir ayırım gözetmeden insan sağlığını korumak, acılarını dindirmek ve insan onuruna yakışır bir şekilde yaşamlarını idame etmeleri konusunda sosyal devletin ilkeleri gereği devletin bu konuda duyarlı davranması gerektiğini bir kez daha vurgularken siyasal iktidarın gerekli girişimlerde bulunarak süreci insan hakkı ve yaşam hakkı başta olmak üzere doğru temelde yürütülmesini, sürecin takipçisi olacağımızı tüm kamuoyu ile paylaşırız.
Önüne geçilebilir nedenlerle kimsenin kalıcı olarak zarar görmemesi, geçmiş dönemlerde olduğu gibi benzer süreçlerde ortaya çıkan can kayıplarının bir daha yaşanmaması için herkesi bir kez daha ve ACİLEN duyarlı ve sorumlu olmaya davet ediyoruz.