2019 yılını da kapsamasına rağmen yılın ilk 7 ayı ortada olmayan, Meclise getirildikten sonra ise birkaç gün içerisinde hızla Genel Kuruldan geçirilen 11. Kalkınma Planı, AKP hükümetlerinin diğer Kalkınma Planları gibi kamunun tasfiyesi, elde kalan son kamu hizmetlerinin de sermayeye peşkeş çekilmesi, emekçilerden toplanan vergilerden oluşan bütçenin büyük oranda sermayeye kaynak olarak aktarılması, Kamu-özel işbirliği projelerinin daha da yaygınlaştırılması hedeflerine odaklanmıştır.
Kamuoyunda sıkça tartışıldığı üzere, 11. Kalkınma Planının en önemli özelliği açıktan ret edilen ekonomik krizin rakamların diliyle itiraf edilmesidir. 2019-2023 yılları arasında AKP iktidarının kalkınma alanındaki hedeflerini gösteren bu plana yakından bakıldığında esasında ileriye doğru yürüyüşün değil, geriye doğru kaçışın gerçekleştiğini görmekteyiz.
10. Kalkınma Planında “2023 yılı itibariyle GSYH’nm 2 trilyon dolara, kişi başına gelirin 25 bin dolara yükseltilmesi; ihracatın 500 milyar dolara çıkarılması” şeklinde ifade edilen hedefler 11. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda yarı yarıya düşürülmüştür.
11. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda 2023 yılı için; GSYH 1 trilyon 80 milyar dolar, kişi başına GSYH 12 bin 484 dolar, ihracat ise 226,6 milyar dolar olarak revize edilmiştir. Hakeza 10. Kalkınma Planı’nda %5’lik işsizlik oranı hedefleyen iktidar, 11. Kalkınma Planı’nda bu hedefini neredeyse 2 katına çıkartarak %9,9 yapmıştır.
Hedeflerde belirgin düşüşe rağmen 10. Kalkınma Planında egemen olan zihniyet aynen korunmakta, emek karşıtı politikalar ağırlaştırılarak devam ettirilmektedir.
11. Kalkınma Planındaki yarı yarıya düşen hedefler ile bu planın Meclisten geçmesinden sonra, 11 Ağustos 2019 tarihinde Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, “Türkiye’yi yeni ve çok daha büyük bir şahlanış dönemine taşımanın arifesindeyiz” şeklinde bir değerlendirme yapmıştır. Oysa 11. Kalkınma Planındaki hedeflere bakıldığında dahi bir şahlanış değil atın Cumhurbaşkanını bir kez daha yere düşüreceği görülmektedir!
Raporda dünyadaki kimi ekonomik ve siyasal gelişmelerin liberal bir bakış açısıyla da olsa kısmen ve daha objektif denilebilecek düzeyde değerlendirilirken, sıra ülkemize gelince adeta gözler birden körelmekte ve gerçekliği ters yüz eden tespitler ardı sıra dizilmektedir.
11. Kalkınma Planı siyasi, ekonomik, kültürel bir bütünlük içermediği gibi ruhsuz, rakamlara, neo liberal ekonomik verilere ve hedeflere indirgenmiş kalkınmacı bir anlayışla bezenmiş klasik AKP planlarından, hatta daha da gerisine düşmekten öteye gidememektedir.
Kalkınma Planı’nın bütünlüğüne bakıldığında ekonomik krize karşı şu anda uygulanmakta olan günü birlik önlemlerin ve faturanın emekçilere, geniş halk kesimlerine kesilmesinin beş yıla yayılarak devam edeceği anlaşılmaktadır. Nitekim Merkez Bankası yönetimine yapılan müdahaleler, “ihtiyat akçesi” olarak adlandırılan Merkez Bankası rezervlerinin önemli bir bölümüne el konularak müteahhitlere dağıtılması, ardı arkası kesilmeyen zamlar ve vergi artırımları bunu doğrulamaktadır.
Kamu işçileri ardından kamu emekçilerinin 2020-2021 yılları için yapılan toplu sözleşme görüşmelerinin Hakem Kurulu eliyle hedeflenen ve mevcut enflasyonun bile altındaki oranlarla sonuçlandırılması yaşanan krizin yükünün emekçilere, yoksul halka ödettirileceğini bir kez daha teyit etmiştir.
Güvencesiz ve Esnek Çalışma Temel İstihdam Biçimi Haline Getiriliyor!
11. Kalkınma Planı’nda güvencesiz ve eşitsiz çalışma koşullarına yönelik nasıl tedbirler alınacağına dair tek bir cümle olmayıp ağır ve uzun çalışma saatlerinin kısaltılmasına yönelik de herhangi bir niyet görülmemektedir. Aksine 11. Kalkınma Planı’nda ‘esnek çalışma’ biçimine methiyeler dizilmekte, çalışma yaşamıyla ilgili tüm başlıklarda sık sık vurgulanmaktadır. 11. Kalkınma Planı’nda “iş gücü piyasasının ihtiyaçlarına yönelik esnek çalışma biçimlerini etkinleştirmek” tespitiyle esnek çalışmanın sermayenin talebi doğrultusunda yaygınlaştırılacağı açıkça vurgulanmaktadır. Oysa İşsizliğin ve güvencesiz çalışma ortamının böylesi yaygın olduğu, iş cinayetlerinin sıkça meydana geldiği bir ortamda, “esnek çalışma/istihdam” ekonomik krizin etkilerini en derin biçimde hisseden emekçilerin her tür güvencesizlik altında ezileceği ve sömürüleceği yeni alanlar yaratmak ve sömürüyü meşrulaştırmak anlamına gelmektedir.
Kalkınma Planı’nda “kolay işverenlik” adı altında güvencesiz çalışma koşullarına geniş bir alan açılmaktadır.
Kalkınma Planında yeni istihdam alanları açılacağı tespitlerinin içi boş olup yatırım olmadan nasıl istihdam sağlanacağı sorusu cevapsız kalmaktadır. Planda tarif edilen istihdam biçimleri ise sömürünün daha da derinleştirilmesi ve sermayeye ucuz işgücü sağlamanın ötesine geçmemektedir.
Aynı şekilde çalışma yaşamındaki yaygın mobbinge, katliam boyutlarındaki iş cinayetlerinin önlenmesine yönelik olarak da kayda değer tedbirler yer almamaktadır.
Kuşkusuz ki, Kalkınma Planına da sinen “OHAL’den istifade ederek grevlere anında müdahale ediyoruz” diyen zihniyet ve anlayıştır.
İşsizliğin ülke tarihinin en yüksek, rekor, seviyelerinde seyrettiği, hukuki ve fiili güvenceye sahip çalışma koşullarının yeterince ve etkili biçimde sağlanamadığı bugünkü koşullarda “kolay işverenlik” uygulamalarının yaygınlaştırılması emek sömürüsünün derinleştirilmesi ve güvencesizliğe mahkûm edilmesi dışında bir anlam taşımamaktadır.
Raporda “Küreselleşme ile artan iş gücünün serbest dolaşımı, Güney Asya ve Afrika gibi genç nüfusun yoğun olduğu ekonomilerin önümüzdeki yıllarda küresel iş gücünün temel kaynağı olmasında etkili olacaktır.” Tespiti yapılırken, ülkemizin ucuz iş gücünde “çekim merkezi” olması için sermaye lehine yeni düzenlemelerin yapılacağı görülmektedir. Göçmen iş gücüne de aynı zihniyetle yaklaştıkları Kalkınma Planında açıkça görülmektedir. Nitekim başta Suriye’den ülkemize göç etmek zorunda kalanlar olmak üzere şiddete maruz kalan, ucuz iş gücü olarak emeği sömürülen, insanlık dışı yaşam koşullarına mahkum edilen geçici koruma statüsündeki milyonlarca kişiye yönelik politikalarda günü kurtarmaya yönelik, samimiyet uzak bir anlayışla hareket edilmektedir.
11. Kalkınma Planı’nda daha önce de açıkladıkları üzere bireysel hesaplara dayalı olarak kurulacağı belirtilen kıdem tazminatı fonu ile Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) birbirine entegre edilmektedir. Konfederasyonumuz; Yapısal Dönüşüm Paketi ile ilan edilen ve Kalkınma Planında da yer alan politikayı “IMF’siz IMF Programı” olarak tanımlamakta ve değerlendirmektedir. AKP böylelikle kamusal emeklilik ve sosyal güvenliği tasfiye etme planının bir parçası olan Bireysel Emeklilik Sistemi’ni daha da yaygın hale getirmeyi hedeflemektedir. Planın bütünü içerisinde değerlendirildiğinde Kıdem tazminatı fonu ile BES fonlarının birleştirilerek sermayeye yeni kaynak olarak kanalize edileceği anlaşılmaktadır.
Önümüzdeki 5 Yılda da Demokrasi Rafa Kaldırılmaktadır!
Ekonomi ile demokrasi, hukuk, adalet, insan hakları, kadın eşitliği gibi konular birbirine sıkı sıkıya bağlı iken neredeyse buralara hiç girilmemiş ya da sorunların kaynağına girilmeden üstünkörü geçilmektedir.
Kalkınma Planının içinde özgürlükten, refahtan, refah ve büyümenin eşit dağılımından, gelirin eşit bölüşümünden, adaletten, demokratikleşmeden eser yoktur. Yine kalkınmanın salt ekonomik bir mesele olarak alınması, siyasal alandan, özgürlükten ve demokrasiden söz edilmemesi dünyada da görüldüğü üzere tek adam, dikta rejimlerinin de önemli bir göstergesidir. 11. Kalkınma Planının ruhu tek adam rejiminden gıdasını almaktadır.
Tutarsız, bütünlükten yoksun, rotasız kalkınma planında bir yandan serbest piyasa ekonomisinin en vahşi halinin uygulamalarına devam edileceğini belirtirken bir yandan da ulusal kalkınmacı, dışa kapalı ekonomik modellerin özelliklerini de ifade etmesiyle çelişkilerle doludur. Siyasette de benzer çelişkilerine şahit olduğumuz bu durum AKP’nin milliyetçi, şovenist, cinsiyetçi, muhafazakâr ideolojisinden bağımsız değildir.
Uluslararası sermayeye günün her saatinde yatırım yapma çağrısı yapan, devlet güvenceleri veren, sınırsız indirim ve ayrıcalıklar tanıyan, devleti bir şirket gibi gördüğünü ve kamu kurum ve kuruluşları, kamusal alanlar ve hizmetler dâhil her şeyin alınıp satılabileceğini söyleyen aynı AKP’nin uluslararası sermayenin serbest piyasanın temel şartlarından olan Merkez Bankasının “bağımsızlığı” ilkesini bir gecede yerle bir etmesi bu çelişkili durumun son örneği olmuştur.
11. Kalkınma Planı, ATV ve benzeri yandaş medyadan duymaya alışık olduğumuz beylik laflarla dolu olmasıyla da dikkat çekmektedir. Konfederasyonumuz da dahil emek ve meslek örgütlerinden, demokrasi güçlerinden görüş alınmadan, sermaye ile baş başa hazırlanan böylesi bir Kalkınma Planının sunumu da kendi kitlesine ve çıkar gruplarına seslenir tarzda yapılmaktadır.
Toplumsal uzlaşı ve diyalogdan yoksun bir biçimde hazırlanan 11. Kalkınma Planında ‘verimlilik ve kalite’ gibi kamu hizmetlerinin piyasaya açılmasında gerekçe olarak sıkça kullanılan kavramlar bir kez daha yoğun şekilde karşımıza çıkmaktadır.
Planda, kalkınma perspektifi olarak piyasa odaklı, istihdama ve yatırıma dayanmayan bir büyüme anlayışı tüm konu başlıklarına sirayet etmektedir. Bu anlayışın Cerattepe, Allianoi, Hasankeyf, Karadeniz dağları ve dereleri, Munzur Dağları, İznik ormanları, Salda Gölü, Kaz Dağları ve daha onlarca doğa harikasını nasıl da beton yığınına çevirdiği, ortadan kaldırdığı, ormanlık alanları çöle çevirdiği ortada iken aynı anlayışta ısrar edildiği görülmektedir. Nitekim ekolojik ve toplumsal yıkımlara neden olan termik, nükleer ve jeotermal enerji kaynaklarıyla enerji üretiminde ısrar edilmektedir.
PLAN’DA “KADININ ADI YOK”!
11. Kalkınma Planındaki en dikkat çeken konulardan biri de kadına yaklaşım hususudur. 11. Kalkınma Planında kadın-erkek fırsat eşitliği ve toplumsal cinsiyet kavramları tümden çıkarılmıştır. Toplumsal cinsiyet kavramı, kadınla erkek arasındaki eşitsiz güç ilişkilerinin kadınlar aleyhine yarattığı ayrımcılığı, şiddeti anlamamızda ve bunun önüne geçebilecek politikalar üretebilmemizde yardımcı olan bir kavramdır. Hükümet son dönemde gerici kesimlerin bir kampanya şeklinde başlattığı “İstanbul Sözleşmesi feshedilsin” kampanyasına paralel olarak YÖK’ün tutum belgesinden, Diyanet Başkanı’nın açıklamalarına kadar toplumsal cinsiyet kavramını terk ettiği gibi kampanyanın yaygınlaşmasını da destekleyen tutumlar sergilemektedir. Oysa Türkiye, toplumsal cinsiyet eşitliğini hedefleyen CEDAW’ın tarafı ve şiddetin temelinde toplumsal cinsiyet eşitsizliği olduğunu ifade eden İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı durumundadır. Fakat buna karşın aynı hükümet döneminde İstanbul Sözleşmesi’ne ve Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 sayılı kanuna karşı bir yığın saldırı olmaktadır. Muhafazakârlık kılıfı altında, gerici, laiklik karşıtı bir tavırla “kadın düşmanı” ifadeler kullanılabilmektedir. İstanbul Sözleşmesini imzalayan hükümet bunlara karşı önlem almadığı gibi, seyirci kalarak onaylayan bir tutum takınmaktadır.
Kalkınma Planı toplumsal cinsiyet ve kadın-erkek fırsat eşitliği kavramlarını çıkararak tutumunu devam ettirmesi önümüzdeki 5 yıl boyunca kadının eşitlik ve ayrımcılık karşıtı mücadelesinin aleyhine politikaların daha da yaygınlaştırılacağını göstermektedir. Oysa Dünya Ekonomik Forumu’nun 2018 Cinsiyet Eşitliği Raporu’na göre Türkiye, kadın-erkek eşitliği konusunda 149 ülke arasında 130’ncu sıradadır. 11. Kalkınma Planı doğrultusunda politikalarda ısrar edilmesi durumunda daha da gerilere gidiş kaçınılmaz olacaktır.
Yine 10. Kalkınma Planı’ında yer alan “Toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme” ifadesi, 11. Kalkınma Planı’nda yer almadığı gibi 10. Kalkınma Planı’nda Anayasa’nın pozitif ayrımcılık maddesine gönderme yapılan birçok yer varken, 11. Kalkınma Planı’nda pozitif ayrımcılık ilkesi de göz ardı edilmektedir.
Kalkınma Planı’nda “Tüm kesimlere insana yaraşır iş fırsatlarının sunulmasına yönelik politikalar uygulanacaktır.” denirken, kadınlar özel politika gerektiren bir kategori olarak kabul edilmektedir. Bir “özel” kategori olarak kadınlara, ataerkil sistemde karşı karşıya kaldıkları engel ve ayrımcılığa karşı kapsamlı ve bütünsellik içeren pozitif ayrımcılık politikaları sunulacağına, kadın istihdamının düşüklüğü sadece girişimcilik ve kooperatifçilik desteklenerek çözülürmüş gibi yaklaşılmaktadır. Kadınların istihdama daha büyük oranda ve insana yaraşır işlerle katılımının bakım hizmetlerinden işyerlerinde cinsiyet ayrımcılığına kadar uzanan çok çeşitli politika ve uygulamalar gerektirdiği görmezden gelinmektedir. Bu yaklaşım AKP’nin kadına ucuz emek gücünün yanı sıra dinsel referansla ve “aile” özdeşliği penceresinden bakan ideolojik arka plan ile doğrudan ilintilidir.
Anahtar kelimeler olarak kullanılan “aktif katılım”, “yerelden başlama”, “proje/eğitim”, “rehberlik/danışmanlık”, “kadın girişimci” gibi kavramlar hükümetin kadına bakışını ve zihniyetini ele vermektedir.
Nitekim “Güçlü toplumun inşası kadınların güçlenmesiyle mümkün olacaktır” ifadesinin hemen arkasından “iş gücü piyasasında esnek çalışma biçimlerinin etkinleştirileceği ve esnek çalışma konusunda farkındalık faaliyetleri yapılacağı” belirtilmektedir. Aile ve iş yaşamını uyumlaştırmanın tek yolu olarak kadın iş gücünün esnek çalışması olarak gösterilmektedir. Bununla birlikte “mesleki eğitim ve beceriler vererek ve girişimciliği destekleyerek kadın istihdamının artırılabileceği” denilerek IMF reçetelerinden aşina olduğumuz tespitlere yer verilmektedir. Planda ağırlıklı olarak kadın girişimcilere danışmanlık ve rehberlik hizmeti sunmak, kadın girişimcilerin e-ticaret alanında gelişmelerini sağlamak, çeşitli dijital ortamlarda ekonomik faaliyetler geliştirmelerinin imkânlarını artırmak vurguları öne çıkmaktadır.
Dolayısıyla ağırlıklı girişimcilik faaliyetleri üzerinden bir kadın istihdamı artışı öngörülmektedir. Yıllardır salt kendi hesabına çalışma ve girişimcilik teşviklerine indirgenen bir kadın istihdamı yaklaşımının nitelikli ve anlamlı bir sonuç getirmediği ve bu işlerin çoğu kere enformel (kayıt-dışı) güvencesiz, belirsiz olduğu ortada olmasına rağmen bu, devletin kadın istihdamı politikasının ana ekseni olmaya devam ediyor. Plan’da her ne kadar kayıt dışı ekonomiyle mücadele edileceği belirtilse de, bunu bir ‘hedef’ olarak kâğıt üzerinde kaldığını deneyimlerimizden biliyoruz.
Kalkınma Planı’nda kadına yönelik istihdamla ilgili projeler ağırlıklı olarak girişimcilik ya da kooperatifçilik çerçevesinde ele alınarak kadın istihdamını daha çok bu alanların içine sıkıştırılmaktadır.
Diğer Kalkınma Planlarında olduğu gibi 11. Kalkınma Planı’nda da “uyumlaştırma/denge politikaları” çerçevesinde kadınlara reva görülen yarı-zamanlı işlerle hem çocuk bakıp hem de istihdama katılmaktır! Planda açıkça “Kadınların çocuk doğurması için çalışmalar yapıyoruz” yerine “Doğurganlık hızının yenileme seviyesinin üzerinde tutulması için geçmiş dönemde gerçekleştirilen iş ve aile yaşamını uyumlaştırıcı politikaların etki değerlendirmesi yapılarak gerekli değişiklikler veya ilave tedbirler hayata geçirilecektir.” Demekteler!
Yine yaşlı bireyler için kurumlarda bakım yerine evde bakımı destekleyici çalışmaların hız kazanacağı hedefi de kadınların eve hapsedilmesi ve ev içi emeğin görünmez kılınması politikasının önümüzdeki 5 yıl boyunca devam edeceğini göstermektedir.
Özetle:
- Toplumsal cinsiyet eşitsizliği kavramı hiçbir yerde geçmemektedir. Kadınların evrensel ölçekte kurduğu literatürden özellikle kaçınılmıştır.
- Metinde İstanbul Sözleşmesinden eser yoktur.
- Yapısal şeylerde önleyici ve destekleyici mekanizmalar ile köklü bir çözüm yerine yüzeysel ve bu sebeple de toplumda karşılık bulması güç afaki/belirsiz/tanımsız politika ve tedbirler önerilmiştir.
- Plan’da sadece bir yerde “öncelik” kavramı geçmektedir. Pozitif ayrımcılık yerine “öncelik” kavramı kullanılmaya çalışılmış ancak nasıl ve neye göre olduğu belli değildir.
- Kadınlara destek ve eğitimden oldukça sık bahsedilmekte, ancak şiddetin ve ayrımcılığın üreteni ve kaynağı olan eril sisteme yönelik net bir politika belirlenmemektedir.
- Kadın emeği kavramı Plan’da yer almamıştır. Kadınların yalnızca “girişimci” hali tanımlanmıştır. Emekçi kadınlar için eğitim ve farkındalık dışında bir tedbir tanımlanmamıştır.
- Ev içi emek bir kez daha görmezden gelinmiştir.
- Esnek çalışma politikalarının kadınların üzerine getirdiği yük ve güvencesizlik için hiçbir tedbir tanımlanmadığı gibi daha da yaygınlaştırılması hedeflenmektedir.
- Eğitimle ilgili tedbirler önerilmiş ama mevcut eğitim politikasının kadınların eğitime ulaşması konusunda yarattığı engeller görülmemiştir.
- Kadınların iş gücüne katılım oranı hedefi düşük tutulmuştur.
- Yine toplumun ayrımcılığa uğrayan/maruz kalan kesimlerinden olan LGBTİ+ bireylerin uğradığı hak ihlallerini ve nefret suçlarına karşı nasıl tedbirler alınacağına dair bir vurgu bulunmamaktadır.
Öte yandan söz konusu kalkınma planında emeklilerin geçim sıkıntısından uğradıkları mali adaletsizliklere kadar, engellilerin istihdam sorunundan tutalım da sosyal haklarının sağlanmasına kadar birçok toplumsal kesimin, haklı taleplerine dair çözüm perspektifi bulunmamaktadır.
11. Kalkınma Planı’nda da sıkça vurgulanan, “Dönüşüm Programları”ndan yakinen bildiğimiz “vergilerin tabana yayılması” hedefinden kast edilenin halkın ödediği vergilerinin hem çeşitlerinin hem oranları artırılması olduğu bir kez daha görülmektedir. Önümüzdeki 5 yıl boyunca emekçilere ÖTV’den, özel iletişim vergisine, atık su bedeline, çevre temizlik vergisinden katı atık toplama bedeline kadar pek çok vergi “vergilerin tabana yayılması” adı altında artırılarak devam ettirilirken, sermayeye ise “rekabet ortamının korunması” adı altında yeni ayrıcalıkların tanınacağı anlaşılmaktadır.
Üzerinden bir yıl bile geçmeden her alanda iflas eden, devletin organ ve kurumları arasında dahi keşmekeşliğin hâkim olduğu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilk planı olarak hayata geçirilen 11. Kalkınma Planı’nı; sağlık, eğitim, tarım, enerji ve madencilik gibi bazı temel başlıklar altında irdeleyecek olursak: