9. Dönem 3. Merkezi Kadın Meclisi toplantımız 21-22 Eylül tarihlerinde Ankara Akar Otel’de gerçekleştirildi.

Şube/temsilciliklerden gelen kadın yönetici, üyelerimiz ve kadın Merkez Yönetim Kurulu üyelerimizin katıldığı toplantının açılış konuşmasını yapan Eş Genel Başkanımız Gönül Erden, neoliberal politikalarla emeğin sermaye çıkarlarına göre yeniden konumlandırılmasına ve biçimlendirilmesine dayanan sürecin kuralsız, esnek, güvencesiz ve örgütsüz çalışmayı kural haline getirmeye devam ettiğine vurgu yaparak, “Bu çalışma biçimleri ise kadınları çok daha derinden etkilemektedir. Esnek ve güvencesiz çalışma kadını eve hapsederken aslında kadını aynı zamanda aile ile sınırlandırmaktadır. Bu politikalar ev içinden, güvencesiz iş yaşamımıza, sosyal hayatımızdan sendikal mücadeleye kadar bütün yaşam alanlarımızı daraltmaktadır.
AKP ve MHP’nin kirli ittifakıyla değişen rejim; faşist, otoriter, tekçi, cinsiyetçi, emek, kadın ve halk düşmanı politikalarını günden güne artırarak devam ettiriyor. Oluşturulan tekçi cinsiyetçi rejime karşı kadınların tepkilerini önlemek için kadın muhaliflere dönük saldırılar artarak devam etmiş, kadın kazanımlarını gasp etmeye dönük yasal düzenlemeler de bu süreçte artmıştır. Nitekim bir yandan nafaka hakkı, bir yandan 6284 sayılı “Ailenin Korunması Ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Yasası” gibi kadınların kısmi kazanımları olan yasalar “boşanmayı kolaylaştırıyor” denilerek dini, gelenekçi ve militarist gerekçeler sunularak tehlike unsuru gibi yansıtılmış ve bu kazanımlara el konmak istenmektedir.
İçerde ve dışarıda savaş politikalarında ısrarcı bir tutum sergileniyor. AKP+MHP ittifakı 31 Mart seçimlerine beka söylemi ile adeta bir savaş ortamı yaratarak girmiştir. Böylelikle milliyetçi, ulusalcı, dinci, gerici tüm kesimleri aynı blok altında tutmayı, kemik bir taban oluşturmayı hedeflemişlerdir. Sonuç olarak siyasi iktidarın kirli politika ve yöntemleri karşılık bulmamış ve 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra bir kez daha 31 Mart’ta mağlubiyet yaşamışlardır. Umudu ve mücadeleyi büyütmek için kadınlar her zaman olduğu gibi hep en önde ve en kararlı bir şekilde mücadeleye devam ediyorlar” diye konuştu.

Erden’in ardından konuşan Genel Kadın Sekreterimiz Selma Atabey ise şöyle konuştu: “Merhaba sevgili kadınlar. Hepiniz Kadın Meclisi toplantımıza hoş geldiniz. Konuşmama geçen yıl kaybettiğimiz sevgili Dilek Adsan şahsında  KESK kadın mücadelesinin kurumsallaşmasında, kadın emeğinin ve kimliğinin özgürleşme mücadelesinde önemli katkılar sunmuş olan sevgili Sevgi Gökçe ve Sevil Erol başta olmak üzere yaşamını örgütlü mücadeleye adamış tüm kadın yoldaşlarımı anarak başlamak istiyorum. AKP’nin 17 yıllık iktidarı boyunca kapitalist ataerkil yapısı ve muhafazakâr politikalarının  hedefinde hep biz  kadınlar olduk. Bedenimize, emeğimize ve kimliğimize yönelik bu sistemli saldırılar son süreçte de katmerleşerek sürmeye devam ediyor. Ekonomik krizle birlikte daha çok yoksullaştığımız ve zaten ucuz iş gücü olarak görülen emeğimiz bu sefer de krizi fırsat olarak gören iktidar tarafından istihdamda esnek, güvencesiz çalışmayı kadınlar üzerinden yaygınlaştırmak istenmiştir. Esnek, güvencesiz ve ancak geleneksel rollerini yerine getirebilirse istihdamda yer alabileceği algısı güçlendirilmeye çalışılmaktadır. Kadınlara ev içinden kamusal alana kadar erkek devlet ve sermayenin çizdiği sınırlarda var olması dayatılmaktadır. Tek adam rejimi ülkedeki ekonomik krizin nedenlerini, ülkenin beka sorunu ve yürüttüğü vekâlet savaşı üzerinden  ekonomik krizden olumsuz etkilenen milyonlara, “bir merminin fiyatını biliyor musunuz?” diyerek “söz konusu vatan ise gerisi teferruattır” edebiyatıyla krize karşı gelişen tepkileri “hainlik” ile özdeşleştirerek geçiştirmeye devam etmektedir. OHAL’in kaldırılması ve yapılan yasal düzenlemeler ile OHAL kalıcı hale getirilmiş, antidemokratik uygulamalarla ve baskıyla toplumun her alanının dizayn edilmesine devam edilmiştir. Ülke genelinde 25 Kasım ve 8 Mart’ta kadınlar, kalıcı hale getirilen OHAL’de de eşitliğin ve özgürlüğün sokakta kazanılır olduğu bilinci ile eylem ve etkinliklerden geri durmamışlardır. Kadınlar birlikte güçlü şiarıyla  8 Mart eylem, etkinlikleri birçok ilimizde programlanmış fakat cinsiyetçi ve gerici hükümetin engellemeleri ile karşılaşılmıştır. Eylem ve etkinlikler valilikler tarafından güvenlik gerekçe gösterilerek yasaklanmış veya yapılan etkinliklere kolluk kuvvetlerinin müdahalesi ile kadınlar korkutulmak ve sindirilmek istenmiştir. Her yıl düzenlenen İstanbul gece kadın yürüyüşü, kitlesel kadın ve LGBTİ bireylerinin katılımının olduğu bir yürüyüştür. Bu yıl İstanbul kadın yürüyüşüne yapılan müdahaleyle cinsiyetçi politikaların daha da yükseldiği ve diğer bütün kadınlara gözdağı niteliğinde olduğu aşikardır. Ülke genelinde kadınlar bu müdahaleye karşı refleks göstermiş ve dayanışma sağlamıştır. Eşitlik ve özgürlük temelinde biz kadınların uluslararası bağlamda ortaklaştırdığımız kazanımlarımızdan olan 25 Kasım ve 8 Mart’ı her koşulda sahiplendik ve sahiplenmeye devam edeceğiz. Sistematik bu  saldırılara karşı örgütlü bir direnişin örülmesi ve dayanışmanın sağlanması  açısından kadın meclislerimiz ve kadın kurumları bu yüzden  kritik bir role sahiptir. Milliyetçi, tekçi, militarist ve kadın düşmanı iktidarın toplumu sürekli geren ve bu toplumda yaşayan halkların hassasiyetlerini göz ardı eden politikaları ile toplum içinde de kutuplaşmaya neden olmaktadır. Hakkari Milletvekili ve DTK Eş Başkanı  Leyla Güven’in tecridin kaldırılmasına yönelik başlattığı ve akabinde yaklaşık 5000 kişinin dahil olduğu  açlık grevleri direnişi 200 gün sürmüştür. Direniş boyunca beyaz tülbentli anneler cezaevi önlerinde çocuklarının sesini ve taleplerini duyurmak için eyleme geçmiş ancak polislerin joplu saldırılarına maruz kalmış yerlerde sürüklenmişlerdi. Annelerin aylarca süren eyleminde polisin ve devletin tarzı yine şiddet, işkence ve insan onuruna yakışmayacak yaklaşımlar olmuştur. Kadınlar üzerinden yürütülen ve toplumun tümünü kapsayan tecrit politikalarıyla mücadele edilmeli ve biz kadınların mücadelesi toplumsal barışın inşası ve tecridin her boyutu son bulana kadar da devam etmelidir.

31 Mart  yerel  seçimlerinden ağır yenilgiyle çıkan AKP, İstanbul’da bıkkınlık verircesine defalarca sayım işlemi yaptırmış, buna rağmen istediği sonucu elde edemeyince de seçimi iptal etmiştir. Kürt illerinde de Kürt illerinde de YSK’nın “aday olmasında sakınca yoktur” diye onay verdiği, hukuksuzca ihraç edilmiş kamu emekçisi adayların seçildikten sonra aynı hukuksuzlukla seçilme hakkı gasp edilmiş, mazbataları verilmemiştir. Bununla da yetinmeyen AKP, hukuksuzca ihraç ettiği kamu emekçilerinin seçme hakkını dahi gasp etmek isteyecek kadar haddini aşmıştır. Diğer yandan 23 Haziran’da yenilenen İstanbul yerel seçimleri de birleşik ve ortak mücadele ile  kazanılmış ve halklar olarak bu kazanıma sahip çıkmak için birlikte mücadelenin önemi bir kez daha açığa çıkmıştır. AKP hükümetinin İstanbul ve bir çok metropol ilde kaybettiği yerel seçimlerin sorumlusu olarak gördüğü Kürtler ve Suriye’deki savaş politikalarının yine Kürtler tarafından boşa çıkartılması, siyasi iktidarın Kürt ve kadın kazanımlarına yönelik intikamcı bir yaklaşımla üç büyük şehrine kayyum atamış ve belediye meclis üyelerini görevden almıştır. Kayyum ataması yaptığı belediyelere gerekçe olarak en dikkat çekici olan ise eş başkanlık sistemidir. Oysaki eşit temsiliyet ile yerel yönetimlerdeki erk yapı kırılmaya çalışılmış ve kadınlar kendini ve kentini yönetir pozisyonuna gelmiştir. Fakat cinsiyetçi, tekçi anlayış kadınların bu kazanımına tahammül göstermeyip, bu belediyelere kayyum atayarak kadınların bu kazanımını elinden almaya devam ediyor. Ama biz kadınlar olarak eşit temsiliyet ve eş başkalığın ataerk bu sistemin alternatifi olduğu bilinciyle eşit temsiliyeti hayatın her alanında inşa etmek için var gücümüzle çalışmaya devam edeceğiz. Yaşamı eşit ve özgür temellere oturtmak içinde bu sisteme sahip çıkacağız. AKP bir yandan eş başkanlığa saldırırken diğer  yandan kadınları siyaset dışına itme gayesini kadın siyasetçilere hapis cezaları yağdırarak hayata geçirmek istemektedir. Bunun en açık göstergelerinden biri de İstanbul CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na  verilen hapis cezasıdır. Canan Kaftancoğlu’na 2013 yılında Paris’te katledilen üç  Kürt kadın siyasetçiye  ilişkin sosyal medyada yaptığı paylaşım bahane gösterilerek verilen ceza, kadınlar arasındaki dayanışmayı engelleme çabasıdır. Bu temelde oluşturulan tekçi, cinsiyetçi rejime karşı kadınların tepkilerini önlemek için kadınlara saldırılar artarak devam etmiş, kadın kazanımlarını gasp etmeye dönük yasal düzenlemeler de bu süreçte artmıştır. Bu bağlamda kadın katliamlarının gün geçtikçe artması ve kadınların öldürülme yöntemlerinin de daha vahşi bir hal alması bu rejimin bir sonucudur. Emine Bulut’un katledilme yöntemi bu vahşice saldırının en acı örneklerindendir. Nitekim bir yandan nafaka hakkı, bir yandan 6284 sayılı “Ailenin Korunması Ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Yasası” gibi kadınların kısmi kazanımları olan yasalar “boşanmayı kolaylaştırıyor” denilerek dini, gelenekçi ve militarist gerekçeler sunularak tehlike unsuru gibi yansıtılmış ve bu kazanımlara el konmak istenmiştir. Biz kadınların erkek şiddetine karşı kadını korumaya yönelik bu yasayı korumamız ve yetkili kurumlarca işletilmesi için çok ciddi bir eylem hattı örülmesine ihtiyaç olduğu çok açıktır. Ayrıca ülkemizde ataerkil sistemi besleyen dinci ve gerici uygulamalar kadına ve çocuğa dönük cinsel suçların artmasına sebep olmuştur. Çocukları eğitim adı altında gönderilen cemaatler, vakıflar, medreseler ve birçok merdiven altı dini kurumlar bu suçların oluşumunda önemli rol oynamaktadır. Bu kurumlarda çocuklara dönük cinsel istismar âdeta normalleştirilmeye çalışılmakta,  basındaki haberlere yayın yasağı getirilerek bu suçlar muğlaklaştırılarak görünmez hale getirilmeye çalışılmaktadır. Oysaki bu sorunun köklü çözümü için  öncelikle devletin çocuk istismarının oluştuğu şartları ortadan kaldırmak ve önleyici tedbir almak, önleyemediği durumlarda, istismara uğrayan çocuğun korunması ve yaşamsal bütün ihtiyaçlarının güvence altına alınarak kurumsallaştırması ile mümkündür. Sevgili kadınlar, bu gün Hasankeyf’ten Kaz Dağları’na, Cerrahpaşa’dan  Munzur’a kadar ülkemiz rant ve talan siyasetinin bir sonucu olarak yok ediliyor. Kapitalist ataerkil düzen kadının bedeni ve emeği üzerindeki tahakkümünü doğa üzerindeki tahakküm ile devam ettirmektedir. Dünyanın en temiz su kaynaklarına sahip Munzur Dağı’nın her yerini maden alanı ilan etmeleri, Marmara’nın bir avuç kalan ormanları  ve Kaz Dağları’nı inşaat ve maden şirketlerine talan ettirmeleri, tarihi hafıza ve kültür mirasımız Hasankeyf in 50 yıllık bir proje için sular altında bırakmaları ve ormanlarımızın yakılıyor olması, biyolojik çeşitliliğin yok edilmesi  ve ekolojik döngünün tamamen bozulması doğaya erk yaklaşımın sonucudur.  Daha fazla kar hırsı ile doğa bir katliamdan geçirilmektedir. Kadını ve doğayı talancı zihniyetle sömürü zincirine dönüştüren iktidardan bunun hesabını soracak olan yine biz kadınlarız. Bu sömürü zincirini  kırmak ve doğayı da özgürleştirmek biz kadınların mücadelesiyle mümkündür. Sevgili kadınlar, TİS görüşmeleri öncesinde yoksulluk sınırının çok altında yaşamaya mahkûm edildiğimiz, gelir ve vergi adaletsizliğinin derinleştiği, iş güvencemizin ortadan kaldırıldığı, çalışma yaşamında cinsiyetçiliğin, ayrımcı ve anti demokratik uygulamaların hız kesmeden devam ettiği, sosyal ve özlük hak gasplarımızın arttığı bir süreçte sendika olarak bu minvalde illerde TİS sandıklarını kurarak sağlık ve sosyal emekçi kadınlarla da buluştuk. Kadın emekçilerin kreş, doğum izni ve ücret talebi en acil talepler arasında ön plana çıkmıştır. Böylesi bir süreçte kadın emekçiler açısından da oldukça önemli olan TİS görüşmelerine hükümet ve Memur-Sen tarafından gayri ciddi yaklaşıldığına ve kadın taleplerini görmezden gelen bir tutum içinde olduklarına aslında defalarca şahitlik etmiştik ve nihayet tek adam rejiminin hakim olduğu anlayış hakem kuruluna da sirayet etmiş, hükümetin TİS görüşmelerinde teklif ettiği öneri harfiyle hayata geçirilmiştir. Resmi Gazete’de yayınlanan TİS’te, sağlık emekçileri için bir satır dahi değişmemiştir. Biriken sorunlarımızın bu masa düzeneğinde çözülemeyeceği geçmiş pratiğimizle de ortadadır. Bu yüzdende üreten bizsek ürettiğimizin üzerinde söz sahibi olmak için daha fazla örgütlenmeye ihtiyacımız olduğunu da biliyoruz. Bu nedenle yılda bir gerçekleştirdiğimiz Kadın Meclisi toplantımız önümüzdeki süreci örgütlemek ve bir yol haritası oluşturabilmemiz açısından oldukça önemlidir.  Kuşkusuz bu antidemokratik düzene ve döneme son verecek olan da birleşik ve ortak kadın mücadelesidir. Yaşasın örgütlü kadın mücadelesi ve dayanışması. Bu temelde hepimizi kolaylıklar ve başarılar diliyorum.”

Konuşmaların ardından sendikal ve siyasal süreci değerlendiren katılımcılar, önümüzdeki dönemin planlanması başlığında da söz aldılar. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü, 8 Mart Kadınların Uluslararası Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü, 5 Mayıs Ebeler Günü ve 12 Mayıs Hemşireler Günü ile ilgili olarak da değerlendirilmelerin yapıldığı Kadın Meclisi toplantısının ikinci gününde ise kadına yönelik her türlü şiddete karşı örgütsel mekanizmalar, disiplin yönetmeliği ve tutum belgesi üzerine tartışma yürütüldü. Toplantı, kadın meclislerinin güçlendirilmesi ile ilgili planlamanın yapılmasının ardından sonuç bildirgesinin okunmasıyla sona erdi.

İLETİŞİM: SES – Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Çankaya, Kızılay, Necatibey Cad. No:82 D: 4, 06420 Ankara Telefon: (0312) 232 61 22 e-Posta: [email protected]