Parlamentoyu büyük oranda işlevsiz hale getiren AKP ve MHP iktidar bloğu Mart 2019 yerel seçimlerinden galip gelerek bir yandan tek adam rejimini her alanda kurumsallaştırmayı bir yandan da meşruiyet sorunlarını gidermeyi hedefliyor. Bu nedenle bir kez daha seçim öncesinde siyasette, ekonomide ve yaşamın her alanında gerilim, kutuplaşma ve şiddeti giderek tırmandırıyor.
Dolaysıyla bir anlamda genel seçim havasında geçecek olan 31 Mart 2019 yerel seçimleriyle sadece yerel yöneticiler seçilmekle kalmayacak aynı zamanda yasama-yürütme-yargıdaki kuvvetler ayrılığı ilkesinin iktidar lehine ortadan kaldırıldığı, parlamentonun etkisiz ve göstermelik olarak varlığını koruduğu, padişahlık yetkileriyle donatılmış “yeni” başkanlık sisteminin onaylanıp onaylanmadığının da referandumu olacaktır.
AKP’nin dayattığı tekçi, otoriter, dinci-gerici, mezhepçi ve etnik politikalara dayalı karanlık gidişatı durdurmak için yerel seçimler elbette ne ilk ne son uğrak olacaktır. Ancak bu seçimlerin, önümüzdeki yılların gidişatını belirleyecek oldukça önemli bir seçim olacağı da açıktır.
Toplumsal mücadelenin her düzeyde gittikçe daha da yoğunlaştığı bir süreçte yaşanacak yerel yönetim seçimleri, bütün toplumun geleceğini ilgilendiren bir mücadele alanı haline gelmiştir. Bu bağlamda emekten, demokrasiden, laiklikten, özgürlüklerden ve barıştan yana bütün toplumsal güçler gibi kamu emekçileri de bu seçimlerde “nasıl bir yerel yönetim” ve “nasıl bir gelecek” istediğini ortaya koyacaktır.
Demokratik Dönüşüm İçin Doğru Bir Yerel Yönetim Anlayışı!
Ülkemiz anayasasında halk egemenliğine dayalı bir rejim tarifi olduğu halde, “halk” kavramının bugün toplumun tüm kesimlerini kapsamaktan uzak, AKP’nin sınırlarını belirlediği, dışlayıcı bir nitelikle ele alındığı, egemenliğin kaynağı olarak gösterilen halkın her tür karar süreçlerinden dışlandığı, toplumun tamamını ilgilendiren kararların tek bir kişi tarafından alındığı bir rejim değişikliği ile karşı karşıyayız. Gerek Türkiye gerekse Ortadoğu tarihsel olarak demokrasinin güçlü bir şekilde kök salması önünde ciddi engellerin bulunduğu, otoriter rejimlerin hakim olduğu, emperyalist bağımlılık ilişkilerinin giderek derinleştiği, emperyalist güçlerin paylaşım savaşlarının demokratikleşme umutlarını yok etmeye çalıştığı coğrafyalar durumundadır.
Egemenliğin kaynağı olarak referans verilen halktan yükselecek ve kendi otoritelerini sarsacak her tür tepkiyi bastırmaya, halkın kendi hakkındaki kararların öznesi olmasını engellemeye dönük pratikler giderek artmaktadır.AKP özellikle bu pratikleri hayata geçirirken genel kabul gören evrensel değerleri dahi hiçe saymaktadır.
Oysa halk tanımının, coğrafyamızdaki çok kültürlü, çok kimlikli, çok dilli yapıyı kapsayacak şekilde ele alındığı, halkın kendi hakkında verilecek tüm kararların öznesi olduğu bir yönetim biçimi hem ülkemizin genel siyaseti hem de yerel yönetimler açısından özlemini duyduğumuz, daha eşitlikçi, toplumsal barışın sağlandığı, laik, demokratik bir ortamı sağlayabilir. Nasıl bir yerel yönetim istediğimiz, nasıl bir ülke düşlediğimizin de aynasıdır.
Toplumun ihtiyaç duyduğu her alanda kent konseyleri, meclis, komite, komisyon vb. örgütlenme biçimleriyle kararların öznesi haline gelmesi, öz örgütlülüğünü oluşturması özgüveni ve sınıf bilincini de geliştirir. Sendikalar nasıl ki sınıfsal bilincinin gelişmesi ve kendi emeğine yabancılaşmasının ortadan kaldırılması için oldukça önemliyse her aşamada halkın karar gücüne katılımını esas alan yerel yönetimler de sağlıklı toplumsallaşma süreci için elzemdir.
Zamana ve mekâna göre ihtiyaçlar değişebilir, ancak toplumsallık açısından öz güce, öz yeterliliğe dayalı bir sistem, her dönem için geçerliliğini korumaktadır.
16 yıldan fazladır iktidarda olan AKP, gücü tek merkezde, Saray’da topladığı gibi yerel yönetimlerde kırıntı halindeki idari tasarrufları da OHAL sürecinde ve devamında tek merkezde toplamıştır. Nitekim AKP’nin kayyum politikası da toplumsal mücadelenin bastırılması stratejisine bağlı olarak gelişmiştir. Kayyum politikası halk iradesinin reddi ve gaspı üzerine kurulmuştur. Tek adam rejiminin yereldeki izdüşümü olan kayyumlar eliyle halkın seçme ve seçilme hakkı elinden alınmıştır. Üstelik yapılacak seçim sonuçları ne olursa olsun yeniden kayyum atama tehdidi de en yetkili ağızdan sıklıkla ifade edilmektedir. Dolayısıyla önümüzdeki seçim aynı zamanda seçme ve seçilme hakkının gaspına karşı bu hakkın korunma ve halkın kendi iradesine sahip çıkma mücadelesidir.
Hazine garantileri verilerek yol ve tünel yapımını kamu hizmeti diye sunan AKP, yerel yönetimleri de ihaleler eliyle yandaşların zengin edildiği, kayırmacılık ve torpille akrabaların işe alındığı bir çeşit “arpalık”tan ibaret görmektedir. Sayıştay raporlarından da anlaşılmaktadır ki, bu ihalelerde ciddi yolsuzluklar ve usulsüzlükler yapılmış, belediyelerin AKP tarafından nasıl görüldüğü de bu raporlarla sarih hale gelerek kamuoyuna yansımıştır.
Siyasal iktidarın ülke kaynaklarını özelleştirmelerle talan edip, halkın kolektif mülkiyeti olan kamu arazilerini ranta açarak kentlerimizi adeta bir şantiyeye çeviren, betonlaşmaya dayalı ekonomik büyüme modeli sadece bugünümüzü değil geleceğimizi de tehdit ediyor.
Oysa yerel yönetim anlayışı doğru ele alındığı zaman ülkemizin aydınlık yarınlara çok daha hızlı ulaşacağını söylemek abartı olmayacaktır. İhtiyacımız olan demokratik katılımcılığı yerel yönetim anlayışının odağına koymamız durumunda ciddi bir zihniyet değişimine de tanık olacağız.
Yerel yönetimlerde; başta karar alma süreçleri olmak üzere tüm süreçlerin emekçilerle, halkla birlikte planlanması, katılımcılık, denetleyicilik, hesap verilebilirlik ve geri çağırma ilkeleri gibi asgari ölçülerin hayata geçirilmesi demokratik dönüşümün önünü açacaktır.
Doğrudan demokrasi ve katılımcı yönetim anlayışının yerelden başladığı gerçeğinden hareketle yerel yönetimlerin ülkemizin demokratikleşmesi mücadelesine de önemli katkıları olacaktır. Mahallelerden, semtlerden, köylerden başlayacak demokratik, eşit vebirarada yaşamdoğru bir yerel yönetim anlayışıyla mümkünve kalıcı olacaktır. Adil, eşitlikçi, laik, demokratik, şeffaf ve katılımcı yerel yönetim anlayışının hâkim kılınması makro sorunlarımızın çözüm zeminini de güçlendirecektir.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin “ataerki-kapitalizm-Siyasal İslam mükemmel uyumunda” giderek derinleştiği, kadınlar açısından sömürünün, her tür şiddetin hayatlarını her geçen gün daha fazla tehdit ettiği bir anlayış ile karşı karşıyayız. Kadınların tıpkı ülkemizin genel siyasetinde de özlemini duyduğumuz üzere yönetimlerde daha fazla söz sahibi olması, toplumsal cinsiyet eşitliğini ilke edinen ve kadınların eşittemsiliyetine de önem veren yerel yönetimlerin oluşmasıtekçi, eril, milliyetçi, gerici zihniyet ve yönetim anlayışını bir o kadar daha geriletecektir. Sadece yönetim anlayışı değil gerici, eril yaşam biçimi de dönüşecek, toplumsal ilişkiler demokratikleşerek özgürleşecektir.
Kapitalizm sadece insani değerlere değil doğaya karşı da bir yıkım gerçekleştirmiştir. Toplumun doğaya yabancılaştırılarak, doğa üzerinde egemenlik anlayışının geliştirilmesi, toplumun kendisine yabancılaşmasını, egemenlik ve sömürü kültürünün oluşmasını da beraberinde getirmiştir.Dolaysıyla yerel yönetimlerin ekolojik sorunlara karşı daha duyarlı olması ve çözümler üretmesi durumunda AKP’nin “kader” diye sunduğu doğa felaketleri önlenebilecek, dünyamızın ve çocuklarımızın geleceği tehlikelerden kurtulacaktır.
Tekelleşmenin her biçimine karşı duran, toplumla, toprakla, kırla ve tarımla yeniden buluşmayı hedefleyen bir yerel yönetim anlayışı insan-doğa ilişkisini doğru temellere oturtacaktır.
Tarımsal alanları, ormanları ve yeşili yok eden kentleşmeye ve betonlaşmaya karşı, yeşil alanlar ve toprağın atmosferle teması çok geniş tutularak gençlerimize, çocuklarımıza yaşanabilir bir ortam sağlanabilecektir.
Yerel yönetimlerin,halkla birlikte, amacı kar ve tekelleşme olmayan, girdi-çıktı süreçlerindeki kaybı en aza indirgeyebilecek kooperatifleşmeye öncülük etmesi, bu amaçlı girişimlere maddi, hukuki, mekânsal ve moral destek sunması sermayeye, emperyalist güçlere ve devlete bağımlı ilişkileri en az düzeye indirgeyecektir.
Yerel Seçimler Biz Kamu Emekçilerini Yakından İlgilendirmektedir.
Konfederasyonumuz; devletin ve sermayenin mutlak iktidarına, toplumun ve doğanın talan edilerek nesneleştirilmesine, insanın ve toplumun güvencesiz kılınmasına, piyasanın dokunulmazlık zırhına büründürülmesine, yaşam alanlarımız üzerinde denetim kurulmasına karşı demokrasi mücadelesi yürüten, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve özgürlüğü, sermayeden ve devletten bağımsız sendikacılığı savunan, söz-yetki-kararı gerçek sahipleri olan emekçilere, halklarımıza veren, eşit ve özgür yurttaşlığı yeni anayasanın esası olarak gören, düşünce ve ifade özgürlüğünü, bilimselliği, laikliği vazgeçilmez ilke olarak kabul eden, farklılıklarımızla birlikte yeni bir yaşamı inşa eden bir anlayışı savunmaktadır.
Kuruluşundan bugüne sendikal hak ve özgürlükler mücadelesini ülkemizin emek, demokrasi, eşitlik, laiklik, özgürlük ve barış mücadelesinin ayrılmaz bir parçası kabul eden Konfederasyonumuz; demokratik dönüşümün ve toplumsal demokrasinin pratikleşme alanı olan yerel yönetimlerin emekten yana, demokratik, katılımcı, şeffaf, toplumsal cinsiyet eşitliğini odağına alan, özgürlükçü ve ekolojik bir biçimde yeniden yapılanmasını en temel ilkelerdenbiri olarak kabul etmektedir. 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde tutumumuz da bu çerçevede olacaktır.
Konfederasyonumuz;
- Karar alma ve denetleme mekanizmalarında gerçek katılımcılığı ve şeffaflığı gözeterek, yönetimleri halkın katılımına açan ve “geri çağırma” ilkesini kabul eden,
- Demokratik ve katılımcı bir yerel yönetim anlayışının öncelikle il genel ve belediye meclislerinde karşılık bulması gerektiğine inanan, gereğini yerine getiren,
- Yerel yönetimleri birer şirket olarak değil, halka hizmet veren kurumlar olarak gören ve yerel hizmetlerin verilmesinde kar değil, toplumsal yararı esas alan,
- Yerel hizmetlerin sunumunda özelleştirme ve taşeronlaştırmaya karşı çıkan,
- Başta bütçe olmak üzere yerel yönetimlerin bütün plan ve uygulamalarını toplum merkezli, eşitlikçi ve demokratik bir biçimde hazırlamayı ve uygulamanın her aşamasında, sokak, mahalle ve kent meclislerine şeffaf bir şekilde hesap vermeyi taahhüt eden,
- Üretimden tüketime kadar bütün toplumsal süreçlerin adil, eşit ve demokratik işleyişini savunan,
- Yerel yönetimleri, doğa insan yabancılaşmasının aşılmasının temel alanı olarak kabul edip, her düzeyde “tavizsiz” bir şekilde ekolojik yerel yönetim anlayışını esas alan,
- Yerellerde yaşayan halkı evrensel kültür ve gelişmelerle buluşturmaya yönelik sosyal ve kültürel katılım projeleri oluşturmayı hedefleyen,
- Özgürlükçü bir yaklaşım üzerinden çok kültürlü, çok dilli ve çok kimlikli yaşamı birer zenginlik olarak görerek birlikte yaşamı temel alan, kamusal hizmetleri herkes tarafından ulaşılabilir, nitelikli, eşit, parasız ve anadilinde sunan;
- Yurttaşlar arasında sınıfsal konum, kan bağı, cinsiyet, cinsel yönelim, yaş, din veya inanca dayalı hiçbir ayrımcılığa izin vermeyerek; yerelleri eşitlik idealinin yaygınlaşma alanları olarak gören,
- Yaşlılar, engelliler, kadınlar, gençler ve çocukların toplumsal yaşama katılımını artırmaya yönelik ücretsiz sosyal ve kültürel tesisler ile kreşler, bakımevleri ve eğitim merkezleri oluşturmayı hedefleyen,
- Ulaşım, temiz su, alt yapı, ısınma, çöp vb. hizmetlerin halka doğrudan, sürekli, nitelikli ve ücretsiz ulaştırılmasını birincil görevi olarak gören,
- Kentsel dönüşüm vb. uygulamaları rant ve talan aracı olarak değil, değişik kültürlerden insanların beraber yaşayabilecekleri bir kent algısı üzerinden ele alan,
- Kentlerin toplumsal mülkiyeti olan kamusal alanları sermayenin değil, toplum ve halk yararına kullanan,
- Tüm yönetim düzeylerinde kadınların eşit temsiliyetini esas alan,
- Emekçilerin demokratik, ekonomik, sosyal ve özlük haklarına öncelik vererek çalışanları gözeten,
- Başta toplu sözleşme ve grev hakkı olmak üzere emekçilerinsendikal hak ve özgürlüklerini tanıyan,
- Demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla eksiksiz bir biçimde yaşama geçirilmesi gerektiğine inanan, yerel düzeyde bunun gereklerini yerine getiren,
anlayış ve programların taşıyıcısı adaylara oy verilmesini savunmaktadır!
KESK Yürütme Kurulu