Genel Merkez Kadın Sekreterliğimiz tarafından düzenlenen KHK, Kadın Emeği ve Güvencesizlik Çalıştayı, 27-28 Ekim 2018 tarihlerinde Ankara Akar Otel’de gerçekleştirildi.

Çalıştayda, neoliberal politikaların kadın emeği, sağlık ve sosyal hizmetlerde kadın emeği, KHK, güvencesizlik, kamudaki dönüşümün kadın emekçilerine yansıması, toplumsal cinsiyet rollerindeki eşitsizlikler ve ayrımcılık, otoriter yeni rejimin baskıcı politikalarının  sağlık ve sosyal hizmetlerdeki kadın emekçilerine yansımaları, ortaya çıkan sorunlar ve çözüm önerileri, sendikal örgütlenme önündeki engellerin  tespiti ve çözüm için stratejileri tartışıldı.

Şube/temsilciliklerden kadın sekreterleri ve üyelerimizin katıldığı çalıştayda açılış konuşmasını yapan Eş Başkanımız Gönül Erden, kadın emeğinin önemine değinerek, güvencesizlik konusunda kadın dayanışmasıyla mücadeleye devam edeceklerinin altını çizdi.

Erden’in ardından söz alan KESK Kadın Sekreteri Gülistan Atasoy Tekdemir, kadınların bir araya gelerek sorunlarını ve çözüm yollarını tartışmasının çok önemli olduğunu belirterek, KESK olarak yapacakları çalıştay öncesinde iş kollarının yaptığı çalıştayların çok önemli olduğunu söyledi.

Konuşmasına 10 Ekim katliamında yaşamını yitiren ve geçtiğimiz Ağustos ayında kaybettiğimiz KESK eski Merkez Yürütme Kurulu üyesi Dilek Adsan şahsında emek, demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesinde yitirdiğimiz yoldaşları anarak başlayan Genel Kadın Sekreterimiz Selma Atabey ise kadınların zaten güvencesiz olan hayatlarının AKP iktidarı boyunca  adım adım daha da  güvencesizleştirildiğinin altını çizdi.

Ekonomik krize ilişkin görüşlerini paylaşan Atabey, sözlerine şöyle devam etti: “15 Temmuz sözde darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL süresince çıkarılan KHK’lar eliyle  25 bin kadın ücretli emek gücünden uzaklaştırılmış ve  iş güvencesi fiili olarak ortadan kaldırılmıştı. 24 Haziran sonrası geçiş yapılan yeni rejim uygulamaları ile birlikte fiili olarak kazanılmış tüm hakların gasp edilmesini kolaylaştıran uygulamalar bu kez de Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile düzenlenmektedir. Örgütlü yapıları kendisine tehlike olarak gören AKP, sendikalı olan ya da olmak isteyen kadın emekçilerin de yoksulluk ve yoksunluk içinde yaşamasını sağlamak için elindeki bütün gücü ve mekanizmayı kullanmaktan çekinmemektedir. Flormar işçilerinin işten çıkartılmasını bunun en bariz örneği olarak verebiliriz. buradan Flormar kadın işçilerinin direnişlerini de ayrıca  selamlıyorum! Çalışıyor, üretiyor ama daha az kazanıyoruz. Eylül ayı itibariyle resmi rakamlara göre enflasyon oranı %24.52 arttı. Temel besin maddeleri, elektrik, doğalgaz, ulaşım, konut gibi vazgeçilmez ihtiyaçların yanı sıra sağlık harcamalarında da ciddi artışlar yaşandı. Türkiye’de ciro yapan ilk 100 ilacın 95’inin ithal olduğu düşünülürse krizin en başta toplum sağlığını tehdit ettiği ve toplum sağlığının tehdit edilmesinin her türlü bedelini ve yükünü yine kadınların çekeceği, ödeyeceği bir başka deyişle krizin en fazla kadınlara zarar vereceği ortada. Biz kadınlar farkındayız ki sosyal devletin yerine getirmediği her sosyal sorumluluk kadınlara bir iş yükü olarak geri dönüyor. Tam da bu yüzden kriz dönemlerinde güvencesizsizlik derinleşiyor. Kadınlar  bu dönemde işten çıkarılmakla kalmıyor aynı zamanda daha fazla tasarruf edebilmek adına hasta, yaşlı, çocuk bakımı gibi hizmetleri üstleniyor, ailenin beslenmesini sağlamak ve giderleri azaltabilmek için mutfakta daha fazla zaman geçiriyor. Kimi ekmeğini kendisi yapıyor, kimi salçasını ama sonuçta hep daha fazla çalışmak düşüyor kadınların payına. Sonuç olarak kapitalizmin krizlerinde ilk başvurduğu ve ilk gözden çıkardığı emek, kadın emeği oluyor. Bu süregelen durum aynı zamanda eşit işlerde eşitsiz ücretler, kötü çalışma koşulları, yoksullaştırma, eşitsiz kadrolaşmaları da yaratıyor. Neticede ataerkil devlet ve yasalarla belirlenen işler, üretimde de kendini kadına dayatıyor. Biz kadınların mücadeleleri  sonucu çıkarılan görece eşitlikçi yasaların kağıt üzerinde kalması bir yana kriz dönemlerinde varolan düzenlemeler de geri alınmak isteniyor. Neoliberal yönelim ucuz ve hazır  yedek işgücü ordusunun en temel öğesi olarak görülen kadınlardan hane ve aile içindeki görev ve sorumlulukları, doğurganlığı ihmal etmeden işgücü piyasalarına katılmaları bekleniyor. Toplumsal cinsiyete dayalı işbölümünü muhafaza etmeyi ve kadınların işgücü piyasasına esnek, güvencesiz ve örgütsüz çalışma biçimleriyle katılımını desteklemeyi temel alan  muhafazakar bir zihniyetle yaklaşılıyor. Yıllardır çeşitli çevrelerce dile getirilen ve yaşanacağı ayan beyan bilinen bir süreci yaşıyoruz. Buraya gelinmesinde Türkiye’de  uygulanan fiili  savaş ekonomisinin ciddi bir rolü var. Sadece Afrin operasyonun maliyeti 1 milyon dolardan fazla . Türkiye’nin Irak’a yönelik bir tane F-16 ile  sadece  bir saatlik bir bombardımanın maliyeti 25 bin doları buluyor. Geçtiğimiz yıl (2017 ) sadece Irak’a 399 hava destekli operasyon gerçekleştirilmiş ve bu rakamların içerisinde personel maliyeti yok. Bütçenin resmi rakamlara göre % 18’inin askeri harcamalara ayrıldığı söylense de bu kaba rakamlar bile aslında ekonominin nasıl çökertildiğini ve nasıl bir savaş ekonomisi yürütüldüğünü açıkça gösteriyor. Güvencesizlik tam da sağlığa ve eğitime bütçeden para ayrılmadığında, emeklilik haklarına ve işsizlik fonuna göz dikildiğinde  başlıyor  Diğer yandan yaşamın kendisinin güvencesinin olmadığı yerde iş güvencesi başta olmak üzere her şey rafa kaldırılıyor. Savaş ortamında kadınlardan beklenen savaşacak askerler doğurmaları ve daha çok doğurarak ucuz iş gücü yaratmaları isteniyor. Açık ki otoriterleşen tekçi anlayış kendini kadın emeği, kimliği ve bedeni üzerinden yeniden kuruyor. Sermaye ve savaş politikalarının yararına doğurganlığı artırmak istiyor. İktidarın  kurduğu ırkçı, mezhepçi, dinsel ve etnik siyaset dili aynı zamanda cinsiyetçilikle örülü bir dildir ve bu dil kadın katliamlarının artması, şiddetin görünmez kılınması, kadının kendi bedeni üzerinde hak sahibi olamaması, kürtajın fiili olarak engellenmesi, kadın kimliği ile değil kutsal annelik mitiyle erkek-devlet şiddetinin giderek artmasına neden oluyor. Bu açıdan bakıldığında tüm bu politikaların günübirlik olmadığı,  özel bir stratejinin parçası olarak dinci, muhafazakar ve milliyeçi argümanlarla bezenerek bu güne kadar geldiği bir gerçek. Bu örgütlü kötülük karşısında durmak ve mücadele etmek için örgütlü iyiliği çoğaltmaya, kadın perspektifiyle yol almaya ve barışı ısrarlı bir şekilde yeniden inşa etmeye  ihtiyacımız var. Neoliberal politikalarla kapitalizmin kucağına verilen ve piyasalaşan sağlık ve sosyal hizmet alanının kışkırtılmış sağlık algısıyla büyümesi, teknolojik ilerlemeler ve yoğun işsizlik, çalışma ve üretim biçimlerinin esnekleştirilmesine neden oluyor. Bu süreçte kendine özgü nitelikleri nedeniyle kadın işgücü esnek çalışma biçimlerine uygun işgücü olarak gösteriliyor ve  ön plana çıkartılıyor.. Günümüzde bu çalışma biçimlerinde yoğun bir şekilde kadınların istihdam edildiği biliniyor Esnek, güvencesiz ve sendikasız çalışma biçimleri AKP rejimi ile yoğun bir şekilde uygulanmakta, kadın istihdamının artırılmasının önemli bir kaynağı olarak da maalesef kabul edilmektedir.  Kamu personel rejimi, 657 sayılı yasada yapılan ve yapılması planlanan değişiklikler de son yıllarda sözleşmeli, geçici personel istihdamları artmış, kuralsız, esnek çalışma biçimleri iş kolumuzda yaygınlaşmış ve güvencesizliğin çalışma yaşamının tümüne yayılması amaçlanmıştır. Esnek çalışma uygulamasının 2000’li yılların başında ilk olarak  bankacılık ve  sağlık alanında uygulanmaya başlaması tesadüf değildir. Sağlık ve sosyal hizmet iş kolunun farklı iş disiplinlerinin bir arada çalıştığı, bu nedenle içinde yoğun hiyerarşi barındıran bir alan olmasıyla yakından ilgisi vardır. Alanımız içinde bakım ve hizmetlerin yoğunluğu dolayısıyla toplumsal cinsiyet rolleriyle bezenmiştir. Kadının evde sürdürdüğü görünmeyen ev içi emeğin devamlılığını sağlık ve sosyal hizmet alanında kadın emekçilerin çalışmalarında görmek mümkündür. Kadınlar insanlık tarihinin lisansız doktorları, eczacıları, anatomistleriydi, halk hekimliği yaparken halk hareketlerinin de öncüleri oldular. Bugün iş kolumuzda kadınların bu direngen ve öncü özgürlükçü özünü bulabiliriz. Kadınlar üretici emeğin gerçek sahipleridir ve kendi emeklerine yalnızca kendileri sahip çıkabilir. Gerçek güvence, emeğimize örgütlü gücümüzle sahip çıktığımızda, kızkardeşlik hukukuyla birbirimizle dayanışma kültürünü sürdürdüğümüz müddetçe mümkün olabilir. Çalıştayımızın sonunda sadece sorunları tespit etmekle kalmayacağız, aynı zamanda buradan bir mücadele perspektifi çıkararak ayrılacağız.”

Konuşmaların ardından Hukuk ve TİS Sekreterimiz Aylin Akçay’ın kolaylaştırıcılığını yaptığı panelde,“Kadın Emeği, Sağlık ve Sosyal Hizmet Alanında Kadın Emeği” ve “KHK ve Güvencesizlik, Sağlık ve Sosyal Hizmet Alanında Kadın Emekçilere Yansıması”  başlıklarında Doç. Dr. Melda Yaman ile Prof. Dr. Nilay Etiler Lordoğlu sunum yaptılar. Hocaların değerlendirmeleri soru cevap şeklinde devam etti.

Öğleden sonra oluşturulan “Kamudaki Dönüşümün İş Yerinde Kadın Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçilerine Yansıması”, “Toplumsal Cinsiyet Rollerinden Kaynaklı Yaşanan Eşitsizlik ve Ayrımcılık” ve “Otoriter Yeni Rejimin Baskıcı Politikaları Kamu Emekçisi  Kadınları Nasıl Etkiliyor?” atölyelerinde tartışmalar gerçekleştirildi.

Müzik dinletisiyle sona eren çalıştayın birinci gününün ardından ikinci gün, Eş Genel Başkanımız Gönül Erden’in atölye çalışmalarının sonuçlarını sunmasıyla sona erdi.

İLETİŞİM: SES – Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Çankaya, Kızılay, Necatibey Cad. No:82 D: 4, 06420 Ankara Telefon: (0312) 232 61 22 e-Posta: [email protected]