Bütçe her şeyden önce politik bir metindir ve bölüşüme ilişkin bir mekanizmadır. Devlet ve vatandaş arasındaki ilişkinin yapılandırılma biçimine dair son derece önemli bilgileri bütçe metinlerinde bulmak mümkündür. Eşitsizliğin ve adaletsizliğin sistemli varlığı, asıl olarak bölüşümde çok ciddi sorunların mevcut olduğunu, adil bir bölüşümü engelleyen mekanizmaların iş başında olduğunu ve işlerin bu şekilde devam etmesi için yoğun çaba sarf edildiğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu anlamıyla bütçe, toplumsal eşitsizliğin yeniden üretiminin nasıl mümkün kılındığını açıkça ortaya koyan çok kritik bir metindir.
Türkiye’de neoliberal politikaların derinleştiği 90’lı yıllardan itibaren bütçe toplumsal niteliğini büyük ölçüde yitirmiş, sermayeye gelir aktarma mekanizmasına dönüştürülmüştür. Bu nedenle bu yıllardan itibaren, emekçilerin üzerindeki vergi yükü arttırılmış, kamu hizmetleri para karşılığında erişilen hizmetler olmaya başlamış, emekçilerin maaşlarında, asgari ücretin düzeyinde ve çalışma koşullarında önemli gerilemeler yaşanmıştır.
Bu dönemden itibaren kamu alanındaki sağlık ve sosyal hizmet üretimi bizzat kamu otoriteleri tarafından yaygınlaştırılan piyasa mekanizmaları ile gerçekleştirilmeye başlanmıştır. AKP tarafından derinleştirilen bu süreç, başta sağlık ve sosyal hizmete ihtiyaç duyanlar olmak üzere sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin de çalışma ve yaşam koşullarının son derece olumsuz etkilenmesi ile sonuçlanmıştır. Bu tablonun bütçeler üzerindeki yansımalarına bakıldığında, devlet-vatandaş ilişkisinin radikal biçimde değiştiğini, emekçi kesimden toplanan gelirlerin sermaye mantığı ile harcandığını, kamusal yatırımlara ayrılan kaynak küçülürken sermayeye büyük hacimli teşvikler ve muafiyetler verildiğini görmekteyiz.
Türkiye Dünyada Askeri Harcaması En Yüksek 9. Ülkedir!
Eşitsizlik ve adaletsizliği derinleştiren bu mekanizmalara paralel olarak bütçede pek çok kaynak toplum üzerindeki baskı ve şiddetin arttırılması için kullanılmaya başlanmıştır. Eşitsizlik ve adaletsizliğe yönelen itirazlar bu şekilde susturulmaya çalışılmaktadır.
Türkiye’de 2006 yılındaki iç güvenlik harcamasının Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya (GSYH) oranı % 0,88 iken bu oran 2013 yılında %1,36’ya erişmiştir. Bütçede en hızlı artış İçişleri Bakanlığı personel harcamalarında görülmektedir. Gizli hizmet giderleri çok hızlı artış gösteren bir diğer harcama kalemidir.
Yılın 8 ayında güvenlik ve savunma harcamaları için 1.8 milyar lira, ‘örtülü ödenekten’ de 1.1 milyar lira harcandı!
Maliye Bakanlığı’nın 2015 bütçe gerçekleşme verilerine göre;
*Güvenlik ve savunma için son iki ayda 733 milyon 749 bin lira harcama yapılmıştır. *Bu yılın ilk 8 aylık dönemde güvenlik ve savunmaya yönelik harcamalar 1,8 milyar TL’ye ulaşmıştır.
*Nereye gittiği topluma açıklanmayan “örtülü ödenek” harcamaları da yılın ilk 8 ayında 1,1 milyar TL olmuştur.
Milyonlarca insan açlık, işsizlik, savaş ve şiddetle yüz yüze…
Tüm devletler, vatandaşlarından onlara refah ve güvenlik sağlama amacıyla vergi toplarlar. Yani herhangi bir devlet için vergi toplamayı meşru kılan iki önemli gerekçe bunlardır. Oysa Türkiye’de ve pek çok ülkede, bu mantık ters yüz edilmiş durumdadır. Devletler vatandaşlarına ve ülkelerinde bulunan mültecilere refah ve güvenlik sağlamadıkları gibi, bu kesimlerden gelen eşitlik ve adalet taleplerini bastırmak için “güvenlik” harcaması yapmaktadırlar. Bu harcamaları da vatandaşlarından topladıkları vergilerle finanse etmektedirler.
Her gün kadınların, LGBTİlerin, emekçilerin, çocukların öldürüldüğü; yoksulluk ve işsizlik nedeniyle intiharların ve ağır psikolojik sorunların arttığı, emekçi kesimin bankalara borcunun çığ gibi tırmandığı, Kürt oldukları gerekçesiyle insanların linç edildiği ve öldürüldüğü bir toplumda bütçedeki rakamlar neyin güvenliğinden, kimin refahından bahsediyor?
Neoliberal politikalar ve savaş sarmalında sürüklendiğimiz noktada AKP milyonlarca insana savaş ve şiddetten başka bir “hizmet” sunmamaktadır!
Ağustos ayında gerçekleştirilen toplu sözleşme görüşmelerinde onlarca üye ve yöneticimiz haklı talepleri nedeniyle polis saldırısına uğradılar. Devlet sermayenin ve egemenlerin güvenliği adına polisi iş başına koşarak toplumun ve emekçilerin refah ve güvenliğine dair haklı taleplerimizi bastırmaya çalışmıştır.
Bu haklı talepler genel olarak şu başlıklardan oluşuyordu:
*Güvencesiz çalışma-taşeron ve emekçilere yönelik şiddetin sonlandırılması,
*İş kazalarına ve işçi cinayetlerine karşı yeterli düzeyde önlem alınması ve bu konuda nitelikli eğitimler verilmesi,
*Kamusal hizmetlere erişimden hizmetin üretimine dek tüm alanlarda kadın, LGBTİ, engelli, yoksul, yaşlı, bakıma muhtaç insanların ve kamu emekçilerinin ayrımcılığa uğramaması ve her alanda toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması,
*Gelirin adil biçimde bölüşülmesi.
Şimdi soruyoruz:
-Devlet kamu hizmetleri alanında yandaş örgütü Memur-Sen aracılığıyla ve polisiyle bizlere saldırırken kimin güvenliğini ve refahını düşünmektedir?
-Kamu emekçilerinin ve tüm ezilenlerin talepleri büyük bir haklılıkla karşısında dikilirken Memur Sen neyin karşılığında o toplu satış sözleşmesine imza atmıştır?
-Asgari ücretin tespitinden kamu emekçilerinin maaş artışına dek simit-çay hesabı yapan devlet milyonlarca lirayı bir çırpıda kimlere ve hangi hakla aktarmaktadır?
-Kamu emekçilerine reva görülen çalışma ve yaşam standardı ortadayken devlet hangi mantıkla hepimizin hakkı olan parayı silaha ve savaşa yatırmaktadır?
-En önemlisi de bu devlet emekçi, yoksul, işsiz, kadın ve Kürt vatandaşlarıyla niye savaşmaktadır?
Asla vazgeçmeyeceğimiz bu talepler milyonlarca insanın talepleridir ve devlet milyonlarca insanın haklı taleplerine kulaklarını tıkama hakkına sahip değildir. Aslolan bir avuç egemenin ve sermayenin güvenlik ve refahı değil milyonların güvenlik ve refahıdır. Ağır çalışma koşulları altında savaş için değil barış, ekonomik ve sosyal refah için; bir avuç egemen için değil toplum için değer üretiyoruz. Ürettiğimiz bu değerler bizimdir ve kimse bizim adımıza bu toplumun ezilenlerine savaş açıp şiddet uygulayamaz!17.09.2015
MERKEZ YÖNETİM KURULU