Türkiye ve dünya kamuoyunda istila, kriz gibi sözcükler etrafında örgütlenen göçmen meselesi göçmeni (mülteciyi de kapsayacak biçimde) aynı anda hem kurbanlaştıran hem de canavarlaştıran bir çerçevede ele alınmakta ve göçmenlere yönelik hak ihlalleri bu çerçeveden meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.
Göçü sınır noktasına gelmeden engelleyen ve kontrol altına almaya çalışan yeni bir göç rejimi oldukça uzun zamandır iş başında bulunuyor. Sınır güvenliğinin artmasının ve genişlemesinin en önemli sonucu, her seferinde göçmenlerin daha yüksek riskler almalarıdır. Bu risklerden biri de ölüm. Bununla birlikte denetim arttıkça sınır geçme faaliyetinin kendisi giderek uluslararası bir şebekeyi gerektirmekte ve sınır geçmek her geçen gün daha yüksek fiyatlara satılan bir “hizmete” dönüşmektedir. Sınır geçme faaliyeti oldukça uzun zamandır bireysel olarak gerçekleştirilen bir faaliyet olmaktan çıkmış, kayıtlı ya da kayıt dışı olarak önemli bir rant ve ihlal alanına dönüşmüştür.
Göçmenleri yoğun biçimde yasadışı bir hayata mahkum eden sınır güvenliği uygulamaları nedeniyle hayatta kalabilmek amacıyla oldukça kötü çalışma ve yaşam koşullarına razı olan göçmenler, işsizliğin giderek tırmandığı dönemlerin ilk ve en önemli günah keçileri olmaktadır.
Siyasal krizlerin eşlik ettiği ekonomik krizler göçmenlerin canavarlaştırılması yönündeki eğilimi tırmandırmaktadır. Suriye’de yaşanan siyasal krizin ardından Türkiye’ye gelen göçmenlerin azımsanmayacak bir kısmı (çok küçük yaştaki çocuklar da dahil olmak üzere) yasa dışı ve güvencesiz işgücüne dahil olmuştur. Türkiye’deki genel yaşam koşullarının daha da zorlaşmasıyla birlikte bu kesimlere yönelik dışlayıcı mekanizmaların daha da çok işbaşında olacağını tahmin etmek pek zor değildir.
Sınırda yoğunlaşan ancak sınırın her iki tarafına da taşan uygulamalarla genişleyen göç yönetimi, bir yandan genel bir yasadışılaştırmayla göçmenlerin daha iyi çalışma ve yaşam koşulları adına hak arama faaliyetleri önüne sınır çekerek yoğun bir sermaye birikiminin önünü açmakta, öte yandan göçmenler ve vatandaşlar arasındaki farkların derinleştirilmesi üzerinden ayrımcı bir söylemi meşrulaştırarak bu sermaye birikiminin gerçekleşmesini garanti altına almaktadır.
Göçmenleri yasadışılaştıran düzenlemeler nedeniyle, göçmenler hayatlarının her alanında minimuma razı olmaya zorlanmaktadır. Fiziksel olarak içinde yaşadığı siyasal toplumun karar alma mekanizmalarının hepsinden dışlanan göçmenler için, kendilerini kuşatan sınırlı düzeydeki yasallık içinde, kendilerine sunulan minimum ücret, minimum güvenlik, minimum sağlık ve diğer sosyal yardımların miktar ve niteliğine itirazlarını dile getirmeleri imkansızdır. Vatandaş olan ve olmayan arasındaki kaba ayrımın giderek daha büyük oranda sermaye birikimini mümkün kılacak biçimde çatallandırıldığını belirtmekte fayda bulunmaktadır.
Bu noktaların yanı sıra Suriye’de süren savaş ve IŞİD’in katliamından kaçan yüz binlerce insanın Türkiye’ye gelmesi başta sağlık alanı olmak üzere Türkiye’ye önemli görevler yüklemiştir. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) olarak, süreci başından beri yakından takip ediyoruz. Savaşın ve şiddetin yarattığı her türlü olumsuz etkiyi azaltmak için gerekli hizmetlerin sağlanmasında bugüne kadar tüm gücümüzle ve gönüllü olarak yer aldık, almaya da devam edeceğiz. Bununla birlikte, savaşın sonuçları karşısında sorumluluğu olan, gerekli hizmetleri planlaması ve uygulaması gereken kamu kurumlarını uyarmaya ve onları görevlerini yerine getirmeye çağırmaya devam ediyoruz.
Başta sağlık, sosyal güvenlik, sosyal hizmetler ve çalışma alanı olmak üzere var olan tüm ayrımcı uygulamalara son verilmesi, dil, din, etnisite, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği, cinsiyet, yaş, engellilik gözetmeksizin herkesin tüm haklardan sorunsuz biçimde faydalanması için gerekli düzenlemelerin yapılması yeni kurulacak olan hükümetin en önemli görevleri arasında yer almaktadır.
Dünya Mülteciler günü, uluslararası toplumun var olan hak ihlallerine çözümler üretmek adına önemli bir başlangıç noktası olmalıdır