Muhalif-demokrat kesimleri cendereye alarak tüm toplumu derin bir sessizliğe mahkûm etmenin amaçlandığı hassas bir dönemeden geçiyoruz. Hukukun üstünlüğünü, yargının bağımsızlığını, adil savunmayı yıpratan gelişmelerin doruğa çıkması bu dönemin temel karakteristiği haline gelmiş bulunuyor.
Özellikle 17 Aralık operasyonu ve operasyon sonrasında yaşanan gelişmeler Türkiye’de hukukun üstünlüğünün değil “düşman Hukuku”nun hâkim olduğunu tüm berraklığı ile gözler önüne sermiştir.
Daha birkaç ay öncesine kadar muhalefete gözdağı veren operasyonlara, hukuk dışı yargılamalara birlikte imza atan, devletin kurumlarını aralarında pay edenler bugün bir saray kavgasına tutuşmuş bulunmaktadır. Bu saray kavgası sadece AKP’nin yolsuzluk ve rüşvet düzenini değil adalet ve hukuk mekanizması ile arasındaki çarpık ilişkileri de gözler önüne sermiştir. Öyle ki, TBMM başkanı bile bugünün Türkiye’sinde yargı bağımsızlığının öldüğünü itiraf etmektedir.
Oysa eşit, demokratik, özgür bir ülke, insanca yaşam mücadelesi veren milyonlar Türkiye’de adaletin defalarca katledildiğine tanık olmuştur. Bu nedenle bu itiraf Puşinin, şemsiyenin, şapkanın, deniz gözlüğünün tutuklamalara delil olarak gösterildiği, yola yazdığı yazı nedeniyle 13 yaşındaki çocukların hapis istemiyle mahkemeye çıkarıldığı, 34 gencimizin hayatına mal olan Roboski Katliamı hakkında kusur yoktur denilerek takipsizlik kararı verildiği bir ülkede gecikmiş bir ölüm ilanından ibarettir. Uzun süredir can çekişen adalet bugün AKP tarafından gündeme getirilen HSYK düzenlemesi ile adeta ötenaziye itilmektedir.
Çünkü Türkiye’de 12 Mart ve 12 Eylül’ün askeri mahkemelerinden DGM’lere uzanan “olağanüstü hukuk” geleneği AKP döneminde de bozulmamıştır. Aksine Özel Yetkili Mahkemeler ile olağanüstü yargılama yöntemleri bir kez daha devreye sokulmuş, kabahat bile sayılmayacak eylemler suç kapsamında değerlendirilerek, geniş kapsamlı bir tutuklama furyası başlatılmıştır. Reform adıyla çıkarılan yargı paketlerinden ise olağanüstü yargılama rejimini daha da pekiştirecek yeni düzenlemeler çıkmıştır. AKP 11 yıllı iktidarı döneminde her geçen gün daha da otoriteleşen faşizan düzenine muhalefet eden, insanca bir yaşam ve demokratik bir ülke isteyen herkesi hedef tahtasına koymaya devam etmiştir.
Bu çerçevede Konfederasyonumuza ve bağlı sendikalarımıza yönelik baskıların sürekli olarak arttığı, Türkiye’nin dört bir yanında üye ve yöneticilerimize yönelen keyfi gözaltı ve tutuklamalarla kuşatılmaya çalışıldığımız tüm kamuoyunca bilinmektedir. Yönetici ve üyelerimiz nezdinde sendikal mücadelemizi hedef alan “KESK’i bertaraf etme operasyonlarına” özellikle son iki yıldır hız verilmiştir. Bu bağlamda, 13 Ocak, 13 Şubat, 25 Haziran 2012 tarihinde gerçekleştirilen operasyonların son halkasını 19 Şubat 2013 tarihinde yaşamış bulunuyoruz.
Son iki yıl içinde art arda yapılan operasyonlar sonucunda yüzlerce üyemiz gözaltına alınmış, tutuklanan yönetici ve üyelerimizin sayısı ise 170’e kadar çıkmıştır. Ancak en asgari hukuk normları bile göz ardı edilerek yapılan operasyonlar, yalan propaganda eşliğinde yürütülen yıpratma kampanyaları başarılı olmamıştır. Tutuklanan yönetici ve üyelerimiz 8 ay hatta bazen 1 yılı aşan süre cezaevinde kaldıktan sonra mahkemeye çıkarılmış, önemli bir bölümü tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştır. Böylece yönetici ve üyelerimiz hakkında hazırlanan kes-kopyala- yapıştır iddia-namelerin hukuktan yoksunluğu tescil edilmiştir.
Ancak tüm tahliyelere rağmen bugün itibariyle KESK ve bağlı sendikalarının yönetici ve üyesi toplam 48 kişi hala cezaevindedir.
19 Şubat 2013 tarihli operasyon kapsamında tutuklanan, yaklaşık bir yıldır demir parmaklıklar 29 yönetici ve üyemizin yargılandığı davanın ilk duruşması bugün İstanbul Çağlayan Adliyesinde görülmektedir.
Yargılanan arkadaşlarımıza ve onlarla dayanışmak için adliye önünde olanlara buradan selamlarımızı gönderirken bir kez daha soruyoruz. 48 KESK’li bugün neden hala ceza evinde? Yolsuzluk mu yaptılar, Rüşvet mi aldılar, verdiler? İhaleye fesat mı karıştırdılar? Devletin malını, parasını zimmetlerine mi geçirdiler? Evlerinde yapılan aramalarda kutular içinde dolarlar, çelik kasalar, para sayma makineleri mi bulundu?
Bugün cezaevlerinde olan, haklarında davalar açılan arkadaşlarımız bu utanç verici suçların hiç birisini işlememiştir. Evlerine, iş yerlerine yapılan şafak baskınlarında el konulansa her kitapçıda bulunabilecek kitaplardan, dergilerden, sendikal broşürlerinden ibarettir.
Buna rağmen daha önceki davalarda olduğu gibi bugün mahkemeye çıkarılan arkadaşlarımız hakkında hazırlanan iddianamede de konfederasyonumuzun ve bağlı sendikalarımızın yetkili organlarınca alınan kararlar doğrultusunda gerçekleştirdiğimiz basın açıklamaları, yazışmalar, kurul ve komisyon toplantıları “illegal faaliyet” olarak değerlendirilerek hukuk adeta katledilmektedir.
Üstelik mahkeme “.. belirtilen deliller ve iddiaların örgüt üyeliği kapsamında yeterli olmadığı…” gerekçesiyle iddianameyi kabul etmemiş ve savcılığa iade etmiştir. Savcılılığın arkadaşlarımızın tahliyesi yerine, hukuk dışı operasyon ve tutuklamanın devam ettirilmesi için bazı üyelerimizin yeniden ifadesini alarak “delil üreme”ye çalışması bu davanın hukuki hiçbir dayanağının olmadığını ispatlamaktadır.
Bir kez daha altını çiziyoruz. Arkadaşlarımızın bir örgütü vardır. Onun da adı emeğin, emekçilerin haklarının gasp edilmesine karşı hiçbir dönem sessiz kalmayan, bundan sonra da kalmayacak olan KESK’tir. Kimse gerçekleri çarpıtmaya kalkmasın. Her ne ad altında yapılarsa yapılsın aslında KESK’e art arada gerçekleştirilen “operasyonların” tek bir adı vardır. O da emek ve demokrasi güçlerini bertaraf etme operasyonudur.
Üzerimizde yarattıkları baskılara bizi sindireceklerini sananlara buradan bir kez daha sesleniyoruz. KESK olarak emeğe yönelik saldırıların her geçen gün artmaya devam ettiği, demokrasinin kırıntılarının bile rafa kaldırılmak istendiği bir ülkede konfederasyonumuzu itibarsızlaştırma, kriminalize etme çabalarına karşı verilecek yanıtın, emeğin, demokrasinin, barışın ve özgürlüğün sesini yükseltmekten geçtiğini biliyoruz. Bunun için emeğin hak ettiği değeri aldığı, demokrasinin, barışın ve özgürlüğün hüküm sürdüğü bir dünya kurana dek mücadelemize devam etme kararlılığımızı bir kez daha ifade ediyoruz.
Bizleri baskı altına almaya çalışan, haklı mücadelemizden döndürmeyi amaçlayan her türlü hukuk dışı ve fiili uygulamaların karşısında sesiz kalmayacağımız bilinmelidir. Üye ve yöneticilerimize yönelik yıldırma ve sindirme uygulamalarına artık yeter diyoruz. Tek suçları sendikal hak ve özgürlükler mücadelesi yürütmek, barış ve demokrasi mücadelesi vermek olan arkadaşlarımızın derhal serbest bırakılmasını istiyoruz.
BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ!
YAŞASIN EMEK VE DEMOKRASİ MÜCADELEMİZ!
YAŞASIN KESK!
Muzaffer YÜKSEL
SES Adana Şube Başkanı
KESK Dönem Sözcüsü