Küresel sermayenin ihtiyaçlarına uygun ekonomik ve siyasi projelerini hayata geçirmek için her yolu deneyen emperyalistler bugün de boş durmuyor. Amaçlarına ulaşmak için farklı milliyetlerden, etnik kimlik ve mezheplerden halkları birbirine düşman etmeye, dünyayı kana bulayan katliamlara imza atmaya devam ediyor. Bölgesel bölüşüm savaşlarına ve ardında bıraktığı acılara her gün bir yenisi ekleniyor.
Savaş tehdidi, emperyalist işgal politikaları, milliyetçi-şoven saldırganlık tüm dünyada ve Ortadoğu’da öncelikli gündem haline gelmiş bulunuyor. Hemen yanı başımızdaki Suriye, Mısır, Irak, Filistin, Lübnan başta olmak üzere tüm Ortadoğu coğrafyası adeta emperyalizmin adı konulmamış “yeni paylaşım savaşı” alanına çevrilmiş durumda. Soğuk Savaş döneminde “yeşil kuşak” projesinin parçası olarak bir “ABD üssü” haline getirilen Türkiye ise bu yeni paylaşım savaşında emperyalizmin cephe ülkesi olarak konumlandırılmaktadır.
Yaşanan gelişmeler “bölgesel liderlik” hayalleri ile içinde bulunduğumuz coğrafyaya yönelik emperyalist politikaların taşeronluğuna soyunan AKP ‘nin tüm komşularını karşısına alan bir noktaya savrulduğunu, her geçen gün emperyalist politikaların batağına saplandığını göstermektedir. Demokrasi ve insan hakları götürme bahanesiyle 2003 yılında binlerce sivil Irak’lının yaşamına mal olan emperyalist müdahaleye her türlü lojistik desteği sunan AKP iktidarı, aynı senaryonun bugün Suriye’de hayata geçirilmesi için kraldan çok kralcı kesilerek savaş çığırtkanlığı yapmaktadır. Tıpkı 10 yıl önce Irak’a yapılan emperyalist müdahaleyi haklı kılmak için öne sürülen kimyasal silah bahanesi bugün Suriye için öne sürülmektedir. Öyle ki, Suriye’de bulunan Birleşmiş Milletler gözlemcileri kimyasal silah kullanımı hakkındaki iddialara ilişkin raporunu bile tamamlamadan yandaş basın hemen her gün yeni bir savaş senaryosu yazmaktadır.
AKP iktidarına göre başta Mısır ve Suriye olmak üzere Ortadoğu’da akan kanın kimin kanı olduğu, ölenlerin hangi dini inanç veya etnik kimlikten olduğu, kimyasal silah kullanılıp kullanılmadığının gerçekte bir anlamı yoktur.
Halkların iradesi dışında yaratılan liderlerle bölgedeki düzeni sessizce seyreden batılı güçlerin, yeni savaş araçlarını deneme alanı olarak kullandıkları bölgemizde öylesine acılar yaşanmaktadır ki; ortak tarihimiz içinde geçmişte birlikte yaşadığımız komşularımız, kimilerimizin yakın akrabası, kültürü ortak, kardeşlerimiz dediğimiz insanların acılarını paylaşmak varken; kan ve göz yaşı akıtacak rollere soyunmak; tarih önünde yeni kuşaklara anlatamayacağımız, başımızı önümüze eğeceğimiz utanç tablosuna çocuklarımızı ortak etmek demektir.
“savaş bir halk sağlığı sorunudur”
Bir insanlık suçudur aslında Orta doğuda sergilenen oyunlar. Çocuklar ve kadınlar bu oyunun savunmasız ve zoraki mağdurlarıdır.
Savaşlar salt silahla ölüm ve sakatlıklara yol açmıyor elbet. Savaşın dolaylı etkilerinden birisi de hastalık örüntüsünü değiştirmesi, hastalık seyrini ağırlaştırmasıdır. AIDS, verem, sıtma, solunum yolu hastalıkları, cinayetler savaş ve çatışma dönemlerinde artış göstermektedir. Örneğin Kongo’da savaş kaynaklı hastalık ölümleri, doğrudan şiddet nedenli ölümlerden 6 kat fazla olmuştur. Bugün Suriye’de bu yaşanmaktadır.
Ve savaş insan neslinin en kıymetlisi olan çocukları öldürür; 1990 yılından bu yana 2 milyondan fazla çocuk öldürüldü, 4-5 milyon çocuk ciddi yaralanmaya maruz kaldı, 12 milyon çocuk evsiz kaldı, bunların arasında bizim çocuklarımız da var.
Bizler, Sağlık ve sosyal hizmet alanındaki emek ve meslek örgütleri olarak hükümetin TBMM’e sunduğu ve onaylamadığımız tezkerenin, TBMM üyelerince reddedilmesini istiyoruz, çünkü; “savaş bir halk sağlığı sorunudur”.