AKP’nin içeride ve dışarıda yaşadığı krize yeni bir ekonomik kriz dalgasının eşlik edeceğine ilişkin sinyalleri güçleniyor. Tüm geçmiş birikimleri adım adım tasfiye edilen, reel ücretleri eriyen ve bu nedenle daha bozuk bir gelir dağılımı kıskacındaki emekçileri nasıl bir kriz bekliyor? AKP faizleri daha da yükseltmek, ya da IMF’ye gitmek gibi iki seçenekle baş başa kalmıştır.
Neoliberalizmin sahte refah algısının ABD ve Avrupa başta tüm dünyada yıkıldığı kapitalizmin uzun süredir devam eden bunalım döneminde ABD sisteme geçici bir nefes aldırmak adına yeni bir hamle yaparak küresel piyasalardan ABD’ye doğru parayı çekme girişimini başlatmıştır.
Bu karar Türkiye’nin de aralarında bulunduğu, dış açık vererek ekonomisini ayakta tutan ülkelerden hızlıca sermaye çıkışını başlatmış, bağımlı/kırılgan ekonomilerin başında gelen ülkemizde ani bir şok etkisi yaratmıştır.
AKP döneminde yüzde 160’ın üzerinde bir artışla 2002’deki 130 milyar dolar seviyesinden 2013 yılı Nisan itibariyle 340 milyar dolara yükseldi. Bu tutarın içindeki payı yüzde 5’i bile bulmayan IMF’ye olan borcun bittiğine dair başarı naraları atan AKP’nin bu borcu çevirmesindeki seçeneklerden biri yine IMF olarak beliriyor. Dolar kurundaki en ufak bir yükseliş, dış dünyaya bu derece yüksek bir seviyeyle borçlanan ülke bilançolarını altüst etmektedir. Normal şartlar altında bu borcu yüksek faiz rüşvetiyle ülkeye çekerek finanse etme yoluna giden AKP, bu kaynağın neredeyse Mayıs ayından beridir ülkeye adım atmaması sonucunda şimdi ya faizleri daha da yükseltmek, ya da IMF’ye gitmek gibi iki seçenekle baş başa kalmıştır.
Kriz sinyalleri
2012 yılını, AKP ekonomisinin faturasının en ağır biçimiyle ortaya çıktığı işsizlik, hayat pahalılığı ve emeğin güvencesizleştirilmesi sonuçlarıyla geçirdik. 2013 yılının Eylül ayına doğru yaklaştığımız şu günlerde ise küresel ekonomik durgunluğun merkez ülkelerden çevre ülkelere ihraç edilmesi ile Türkiye’nin de içinde bulunduğu çarpık-spekülatif piyasalara ve ithalata bağımlı ekonomilerde ekonomi tepetaklak bir seyir içinde.
Dün (22 Ağustos) ABD Merkez Bankası’nın (Fed) dün açıkladığı toplantı tutanakları, tahvil alım programının eylülde azaltılıp azaltılmayacağıyla ilgili ipucu vermeyince piyasalar altüst oldu. Gelişmekte olan ülkelerden para kaçışı hızlanırken Türkiye, yüksek cari açığı nedeniyle yine en fazla etkilenen ülke oldu.
Güne 1.9788 liradan başlayan dolar Merkez Bankası’nın tüm çabalarına rağmen tüm zamanların en yüksek seviyesini gören dolar kuru gün içinde 2.3252’ye kadar yükseldi.
Parasal genişlemeye yönelik tedirginlikler nedeniyle önceki gün 3.47 düşen Borsa İstanbul düşüşünü sürdürdü. İkinci seansın başlamasıyla borsada kayıplar yüzde 3’ü aştı. Bankacılık endeksi yüzde 4.37’ye kadar düştü.
(I) Özel Sektörde Borçlar, Saatli Bomba Gibi!
Merkez Bankası’nın döviz rezervi 105.6 milyar dolar iken, kısa vadeli dış borç stoku 125.7 milyar dolara ulaştı. Merkez Bankası döviz rezervlerinin kısa vadeli dış borçları karşılama oranının Haziran sonu itibariyle yüzde 84, yani dip noktalarda olması ilk başta dolar kurunun tırmanmasına bağlı bir finansman krizinin açığa çıktığını ortaya koymaktadır.
AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında toplam dış borç stokunun 130 milyar dolar olması ve bu rakamın 2012 yılında 337 milyar dolara ulaşması, borç batağına daha da itilmiş bir ekonomiyi gözler önüne ermektedir. Özellikle özel sektörün dış borcun üçte ikisini oluşturması ve kısa vadeli dış borç stokunun yüzde 87’sini oluşturması, döviz kurunun bir anda fırlama yaşadığı bugünlerde borçların finansmanında ciddi sıkıntıları beraberinde getirmektedir.
Bu sıkıntılar nedir diye bakılacak olunursa, en son 2009 yılında yaşanılan kriz deneyimlerinden de yola çıkılarak, ciddi bir finansman sorunu ile karşı karşıya kalacak olan özel sektörün başta işgücü maliyetleri olmak üzere çeşitli kısıntılara gidecekleri kaçınılmaz olacaktır.
En borçlu sektörlerin başında bankalar ve ardından inşaat ve gayrimenkul sektörü gelmektedir.
Bankaların elinde bulunan borç yükü maliyetinin katlanması, son günlerde bankalarda tüketicilere dayatılan bankacılık işlem ücretlerinin arttırılması veya ağırlıkla tüketicilerin ve Küçük ve Orta Büyüklükteki şirketlere kullandırdıkları kredilerde faiz artışlarının yaşanması gibi benzer uygulamaları beraberinde getirmektedir.
Bankaların elindeki risk, reel sektörde ve hanehalkına hızlı bir domino etkisiyle transfer edilmektedir.
İkinci en borçlu sektörü ise inşaat ve gayrimenkul sektörü oluşturmaktadır. Tipik özelliği ülke ekonomisinde tasarruf sağlamaması olan inşaat ve gayrimenkul sektörünün bir diğer öne çıkan özelliği de güvencesiz istihdamın kalesi olmasıdır. Kayıt dışı istihdamın ve taşeron çalıştırmanın en yaygın olduğu bu sektörde, en ufak bir krizin faturası işçilere ödetilmektedir.
Bunun nedeni, AKP’nin genel istihdam biçimine yaymaya çalıştığı güvencesiz ve esnek istihdamın burada yaygın olarak izlenmesi, işçi çıkarmanın maliyetinin çok düşük olması ve işçilerin herhangi bir hukuki korumayla çalıştırılmıyor oluşudur.
Zamlar Gelmeye Başladı!
AKP’nin kaderini döviz kuruna teslim ettiği ekonomide dolar yükseliyor, enerjide dışa bağımlılıkla birlikte elektriğe, benzine ve gaza zam, AKP’nin sınıfsal tercihiyle birlikte tek çözümü olarak emekçi halka dayatılıyor.
Geçtiğimiz ay dolar fiyatlarındaki artış, kömüre, petrole, gaza ödenen dövizin TL karşılığında yüzde 8’lik bir artışı beraberinde getirmiştir. Dolar kurundaki artışın sürmesine ilişkin açıklama yapan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, bu artış düzeyi bir yıl daha devam ederse, enerjide maliyetlerin 3 miyar dolar artacağını iletmişti.
Bu maliyetin boyutlarını ortaya koymak açısından karşılaştırılması yapılırsa, örneğin kamu emekçilerine yapılacak 1 puan maaş zammının bütçeye maliyetinin 7 katına denk geldiğini, 5000 yurttaşın yıllık sağlık harcamasını karşıladığının altını çizmek gerekmektedir.
Ekonomideki Sıkışma, TİS Sürecinin Ve Kamu Emekçilerine Dayatılan Sefalet Ücretlerin Perde Arkasını Ortaya Çıkarıyor!
Hükümet aynı bir özel sektör mantığıyla davranarak, ekonomideki sıkışmayı emeğin kazanımlarını ve karşılığını tırpanlayarak rahatlatmaya çalışmaktadır. Kamu emekçilerinin geçmiş dönem refah kayıplarının telafi edilmesi bir yana, enflasyon+ büyüme seviyesinin yaklaşık yarısına denk gelen bir ücret artışını kamu emekçilerine dayatmıştır.
Kamu emekçilerini en çok etkileyen gıda enflasyonu ve büyümeden pay hesaplandığında yüzde 15, geçmiş dönem refah kayıplarıyla birlikte hesaplandığında ise yüzde 22’lik bir zam hakkı olan kamu emekçilerine ortalamada yüzde 4,3 zam yapılmıştır.
En son kamu emekçilerinin TİS sürecinde de görüldüğü gibi kriz dönemlerinin yaklaştığı süreçlerde AKP hükümetinin ücretleri baskılama ve ücret dışı gelirleri törpüleme uygulamaları sıklaşmakta, AKP’nin sömürü, yağma ve talan düzeninde bölüşüm sorunu daha ağır bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
KESK Araştırma Departmanı Ağustos Ayı Raporu-2