SAVAŞIN YIKIMINI İYİ BİLEN SAĞLIK EMEKÇİLERİ

“SAVAŞA HAYIR” DİYOR

 

Savaş/çatışma hali, bir
epidemi olarak insanlığı tehdit eden, insanların ve toplumların sağlığını yok
eden bir süreci imler. Yoğun insan hakları ihlallerinin yaşandığı bu süreç,
sadece askerlerin, silahlı güçlerin ölmesi veya birbirlerini öldürmesi anlamına
gelmez. Savaşlarda/çatışmalarda askerlerden daha çok sivillerdir yaşamlarını
yitirenler. Doğrudan sivil halka yönelik katliamlar,
siyasal cinayetler ve kayıpların yanı sıra; su, gıda ve yaşamsal zorunlu
ihtiyaçları karşılayamama ya da salgın hastalıklar veya intihar gibi nedenlerle
birçok sivil yaşamını yitirebilmektedir. Sağ kalabilenler ise, bu süreçten
fiziksel ve ruhsal büyük yaralar almış olarak çıkmakta; travmalarla baş etmek
durumunda kalmaktadırlar.

 

Çocuklar ve kadınlar
savaşın/çatışmanın en büyük mağdurlarıdır. Çocuklar ailelerini yitirmekte,
evsiz kalmakta, ölmekte ya da ciddi biçimde sakatlanmaktadırlar. Mayınlı
arazide oynamaya çalışırken mayınlarla parçalanmış çocuk bedenleri hala
hafızamızdaki yerini bütün canlılığıyla korumaktadır. Savaştan/çatışmadan
kurtulmayı becerebilen çocuklar ise ileriki yaşlarında psikolojik travmaların
gölgesinde bir hayat sürmeye çalışmaktadırlar. Türkiye’de mayın veya el bombası
patlaması sonucu ölen, sakat kalan çocuklar, kamuoyunda taş atan çocuklar
olarak bilinen Terörle Mücadele Kanunu (TMK) mağduru çocuklar, savaşın/çatışma
ortamının kurbanları arasında ilk akla gelen örneklerdir. Kadınlar ise, başta tecavüz olmak üzere cinsel şiddetin
hedefi haline gelmektedir. Evlerini ve ailelerini yitiren, tecavüz edilen,
zorunlu göç ettikleri yerlerde en düşük ücrete çalışmaya mahkûm edilen kadınlar
psikopatolojik sorunlar yaşamaktadır.

 

Savaşta/çatışmada evlerini
kaybeden ve temel gereksinimlerini karşılayamaz hale gelen insanlar göç etmek zorunda kalmakta; mülteci, sürgün
durumuna düşmektedir. Savaşın/çatışmanın göçe zorlayarak yersiz
yurtsuzlaştırdığı bu insanlar gittikleri yerlerde yoksulluk ve yoksunluk
sarmalında, umutsuz bir şekilde hayata tutunmaya çalışıyorlar.

 

Savaş salt
insanları etkilemekle kalmıyor, ekolojik tahribata, diğer canlıların ölümüne de
yol açıyor. Bu anlamda insanların sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını da
ortadan kaldırmış oluyor. Toprağın, ormanın, doğal kaynakların kısaca bütün bir
ekosistemin zarar görmesi insanların yeterli ölçüde beslenememesine kimi zaman
açlık tehlikesiyle yüz yüze kalmalarına neden oluyor. Gıda yetersizliği birçok
fiziksel ve ruhsal rahatsızlığın kapısını aralıyor, salgınlarla ölümlere neden
olabiliyor

 

Diğer yandan
savaş/çatışma insanların zihinlerinde sorunları çözmenin tek yolunun şiddet
olduğu düşüncesini egemen kılarak müzakerenin önünü kapatan, gündelik yaşamda
şiddetin meşrulaşmasına hizmet eden; dolayısıyla insan hakları kavramını beyinlerden
söküp atan bir olgudur. Mardin Mazıdağı’nda 7’si çocuk 44 kişinin ölümüyle
sonuçlanan Bilge Köyü katliamı şiddetin nasıl olağan hale geldiğinin çarpıcı
örneğidir.

 

Kısacası
savaş/çatışma aileleri, toplumları, kültürleri ve ekolojik çevreyi yıkıma
uğratırken halk sağlığını doğrudan ve dolaylı olarak onarılması güç bir biçimde
etkilemektedir.
Askeri harcamalar,
kalkınma harcamalarından çok daha fazla yer tutmakta,
kaynakların sağlık hizmetleri için kullanılmasını engellediği gibi sağlık
hizmetlerinin yerine getirilmesinde gerilemeye yol açmaktadır. Sağlık
emekçileri ise bu süreçte başka hiçbir meslek grubunda olmadığı kadar
bireylerin yaşadıkları travmayı doğrudan hissetmekte, kendileri de travmatik
süreçlere maruz kalabilmektedir. Etnik, dilsel, dinsel, mezhepsel, cinsel,
siyasal olarak hiçbir ayrım yapmaması gereken sağlık emekçileri meslek ilkeleri
ayaklar altına alınmak pahasına muktedirler tarafından ayrımcılık yapmaya, eşit
muamelede bulunmaktan imtina etmeye zorlanmaktadır.

 

Sağlık
emekçileri, salt bireylerin hastalıklardan korunması için değil aynı zamanda
Dünya Sağlık Örgütü’nün sağlığa ilişkin tanımında olduğu biçimiyle onların
fiziksel, ruhsal ve toplumsal açıdan tam bir iyilik hali içinde olmaları için
çaba gösterir. Bir başka deyişle duygusal, ruhsal, entelektüel, mesleki,
toplumsal ve fiziksel olarak tümüyle sağlıklı olma halinin mücadelesini
yürütürler. Bu bağlamda insanın ve toplumun sağlığını korumak,
geliştirmek,  iyileştirmek ve yaşam
kalitesini yükseltmek için mücadele verenlerin bütün bunların aksi bir ortamı
yaratan bir olgu olarak savaşın/çatışmanın karşısında yer almaları
kaçınılmazdır.

 

Savaştan/çatışmadan
korunmak, sağlık ve yaşamın korunması temel ilkesine dayanır. Savaş/çatışma bir
tür sağlıksız olma halini ifade ettiğine göre, hastalık ve korunma sağlık
emekçileri açısından savaş karşıtı mücadelenin temel argümanlarıdır. Sağlık
emekçileri barışın korunmasında ve geliştirilmesinde önemli rol oynayan
aktörlerden biridir.

 

Tüm bu
nedenlerle sağlık emekçileri aldıkları eğitimin, yaptıkları işin gereği genel
olarak savaşın/çatışmanın karşısında bir konum almaktadırlar. Ülkemizde yaşanan
çatışmalı ortamın sona ermesini de öncelikle bu nedenle arzu etmektedirler. Bu
nedenlerle sağlığın savaş ve barış arasında bir köprü, barışa geçişi sağlayan
işlevi nedeniyle; biz sağlık emekçileri gerçek bir rehabilitasyon ve sağlıklı
bir gelecek inşası için hükümeti, devlet yetkililerini ve sorumlu kesimleri
diyalog esaslı demokratik çözüm için göreve çağırıyoruz. 1 Eylül 2010

 

 

 

 

SAĞLIK VE SOSYAL HİZMET EMEKÇİLERİ SENDİKASI (SES)

 

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ (TTB)

 

DEVRİMCİ SAĞLIK-İŞ (DEV SAĞLIK-İŞ)

 

TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ

 

TÜM RADYOLOJİ TEKNİSYENLERİ VE TEKNİKERLERİ DERNEĞİ
(TÜM RAD-DER)

İLETİŞİM: SES – Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Çankaya, Kızılay, Necatibey Cad. No:82 D: 4, 06420 Ankara Telefon: (0312) 232 61 22 e-Posta: [email protected]

×