Türkiye'de siyasi gündem sürekli gerginlik üretiyor.
Bizler de toplum olarak bu gerginliğin peşine takılıyor ve gelişmelerdeki yerimizi alıyoruz. Ülkemiz sürekli neden gerginlik üreten bir iklime sahip, bunun üzerinde daha fazla düşünmeye gerek var. Neden bu kadar derin kamplaşmalar oluşuyor ve bu kamplaşmalar neden hiç tükenmiyor? Bir geçiş dönemi denebilir buna. Türkiye, çok partili sistemi bir türlü oturtamıyor. Öyle görünüyor ki, ülkemizin gelişmişlik düzeyi, çok partili sistemi istikrarlı hale getirecek kadar olgunlaşmadı. Ancak bu kez çatırtı ve gerginlik bir yönüyle sertleşirken bir başka yönden bakıldığı zaman süreç normalleşiyor. Siyasi sistem olgunlaşma belirtileri gösteriyor. Bunca hengâme arasında, cezaevlerinde de yaşam sürüyor. F tipi cezaevlerinin hücre uygulamaları bu kapalı alanlarda da yaşamı zorlaştırıyor. Önümde iki mektup duruyor. Bu mektupları, biraz da gündelik yaşam içindeki gerginliklerin ötesine bakabilmeniz için okuyucularımla paylaşmak istiyorum. İlk mektup Meryem Özsöğüt' ten. Bir sendikacı olan Özsöğüt'ün toplu bir basın açıklamasının ardından evinin basıldığını ve tutuklandığını yazmıştım. İşte Özsöğüt'ün mektubundan bölümler: " Her şeyden önce gözaltına alınıp hukuksuz bir şekilde tutuklanmama duyarlılık göstererek köşenizde yer verdiğiniz için teşekkür ederim. Yazınızı okuyamadım, görüşüme gelen arkadaşlarım söyledi. Yazınızı okuyamadım, çünkü hapishanedeyim, her şeyde olduğu gibi gazete almak için de idareye dilekçe yazmak gerekiyor. Bu dilekçe de ancak ayın birinde kabul ediliyor. Merkez radyodan arabesk yayın yapılıyor, haber bültenleri bile verilmiyor. Kantinde radyo kalmadığı için alamıyorum, dışarıdan da kabul edilmiyor. Ben 8 Ocak'ta evim basılarak gözaltına alındım, 11 Ocak'ta tutuklandım. O günden beri dünyadaki ve Türkiye'deki gelişmeler hakkında hiçbir bilgim yok. Bunları yaşamamın nedenine gelince; ne devlet ihalelerine katılıp milyon dolarlık vurgun yaptım ne de çapı ülke sınırlarını aşan çeteler kurdum. Sadece polise verilen yetkiyle sayısı her geçen gün artan yargısız infazlardan sonuncusu olan Kevser Mızrak' ın canlı yakalanabilecekken ölü ele geçirilmesini protesto eden basın açıklamasına insani duyarlılığını ve değerlerini kaybetmemiş bir sendikacı olarak katıldım. İşte bu büyük suçumdan dolayı bir sabah gün ağarmadan yumruklanan kapının sesiyle uyandım. Açar açmaz üzerime doğrultulan silahların eşliğinde sivil giyimli bir ekip, evimin her köşesine dağıldı. 'Güvenlik' sağlandıktan sonra, göz açıp kapamaya yetecek zaman diliminde kimlik gösterildi, arama belgesi içinse ısrar etmem gerekti. 3.5 saat süren aramada çiçeklerin toprağından perdelerin kornişine kadar her yere bakıldı, en özel eşyalarım yabancı ellerle, yabancıların gözü önünde ortalığa döküldü. Bütün araştırmanın sonunda kitaplığımda yaklaşık 700 kitabın içinden toplatma kararı bulunan (ben de o gün polislerden öğrendim) 4 kitaba el konuldu. Gözaltına alınarak Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'ne götürüldüm… Ek süreyle uzatılan dört günlük gözaltından sonra mahkemeye çıkarıldık ve 12 kişi tutuklandık. Üç haftadır hücredeyim, neyle suçlandığımı, niye suçlandığımı, suçlamanın hangi somut kanıtlara dayandığını anlamadan. Bir basın açıklamasına katılmak ve evinde 4 kitap bulunması (üstelik farklı siyasi yapılara ait kitaplar da varken) örgüt üyesi olmak, örgüt propagandası yapmak, yardım ve yataklık suçlarının hepsi için kanıt olabilir mi? 14 yıldır sağlık emekçilerinin hakları ve demokratik bir ülke için verdikleri sendikal mücadelenin aktif olarak içindeyim. Şu anda da Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası Merkez Yönetim Kurulu üyesiyim. Emekçilerin yaşamları pahasına verdikleri mücadeleyle kazandıkları hakları ortadan kaldıran SSGSS yasası Meclis gündemindeyken, bu yasaya karşı yürütülen mücadelenin ön saflarında olmam gerekirken 3 metrekarelik soğuk ve nemli bir hücrenin içindeyim…" İkinci mektup Remzi Uçucu' ya ait: Tekirdağ F Tipi Cezaevi'nden yazan Uçucu, yapılan genel aramalar sırasında karşılaştıkları kötü muameleyi anlatıyor ve buna tepki gösterdikleri için haksız yere disiplin cezasına çarptırıldıklarını belirtiyor. Ziyaretten men, hücre hapsi, açık görüş haklarının men edilmesi gibi yasaklarla karşılaşmışlar… Bunlar da ülkemizin görünmeyen yüzü… Bilginize…
(19 Mart 08 Cumhuriyet/Oral Çalışlar'ın köşesinden)