Merkez Yönetim Kurulumuz basın toplantısı düzenleyerek Covid-19 salgınına ilişkin sendikamızın iki aylık değerlendirmesini açıkladı.
Merkez Yönetim Kurulu adına konuşan Eş Genel Başkanımız İbrahim Kara, Türkiye’nin açıklanan 150 bini geçen vaka sayısı ile dünya genelinde salgından en çok etkilenen dokuzuncu ülke konumunda olduğuna dikkat çekerek, “Her ne kadar 18 Mayıs itibarıyla toplam vaka sayısının 150 bini geçtiği söylense de bu rakamın gerçek olmadığı, sağlık kurumu tarafından PCR pozitifliği üzerinden belirlenen vaka sayısı olduğunun her bilim insanı ve sağlık emekçisi farkında. Buzdağı fenomeni kavramını dikkate aldığımızda yapılan modellemelerde 12 Mayıs itibarıyla vaka sayısının 2.1 milyonu geçtiği hesap ediliyordu. Tahminen 15 kat daha fazla olduğu gerçeği akla daha yatkın. Zaten ilk günden bu yana halk sağlığı uzmanları belirlenenden 10-15 kat daha fazla olduğu bilgisini paylaşıyordu. Saptanamayan olguların nedeni test yapan merkez sayısının az olması, yine uzun bir süre sadece şikayeti olanlara test yapılması (temaslı bile olsa), daha yenice riskli gruplara test yapılmaya başlıyor olması vaka sayısındaki bu farklılığı açıklamaktadır” dedi.
Türkiye’de Covid-19 vakalarının çoğunluğunun büyük şehirlerde ve işçilerin yoğun yaşadığı semtlerde olduğunun Bakanlık paylaşımlarından görüldüğünü belirten Kara, “İstanbul, İzmir, Ankara, Kocaeli, Sakarya, Zonguldak, vb nüfusun ve işçi sınıfının yoğun olduğu kentlerde salgının boyutunun yüksek olduğu paylaşılıyor. Sağlık Bakanlığı’nın nadir paylaşımlarında vaka sayısının yetişkin grupta, ölüm sayısının yaşlı grupta daha çok olduğu bildiriliyor. Yine kronik hastalığı bulunanlar, sigara içenler hastalıktan daha fazla etkileniyorlar. Bilgilerimiz oldukça sınırlı olup salgının nüfusun çeşitli kesimleri nasıl etkiledi bilemiyoruz. Sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlı olanlar, işçi nüfus, yoksullar, cezaevindeki tutsaklar, mülteciler vb. toplum kesimlerinin istatistikler verilmese de oldukça sert etkilendiği gözlenmektedir. Medyada yer alan haberler ve demokratik kitle örgütlerinin raporları bu yorumu yapmamızı kolaylaştırıyor. Salgının erken aşamalarında Covid-19’a biçilen “herkesi etkileyeceği ” algıları artık kaybolmuş durumdadır. Salgının işçi sınıfı, yoksullar, ötekileştirilenler ve mülteciler üzerine çok daha ciddi etkisi olduğu yaşanarak görülmüş-öğrenilmiş oldu. Salgına rağmen ‘üretim devam edecek’ stratejisi işçi sınıfını salgına feda etmeden başka anlam taşımamaktadır. İşçilere yapılan uygulama örtülü dahi olmayan sürü bağışıklığıdır ve bu uygulamalar kapitalizmin normal zamanlardaki sınıf alışkanlıklarının da devamıdır” diye konuştu.
Kara, sözlerine şöyle devam etti: “Pandeminin dünya genelinde ve ülkemizde kontrol altına alınmaya çalışıldığı bugünlerde unutturulmaya çalışılan pandeminin önlenebilir olup olmadığını tartışmasıdır. Bulaşıcı hastalıklar mücadelesinde önleme ve kontrol iki önemli evredir. Hastalığın Çin’de kontrol altında tutulması, diğer ülkelere yayılmaması, Türkiye özelinde konuşursak hastalığın girişinin engellenmesi, olgu ve ölüm sayısını sınırlı tutmaya yönelik tüm çalışmalar salgının kontrolü çalışmalarıdır. Bunun yolu halk sağlığına öncelik veren, birinci basamağı buna göre örgütleyen, sağlık emek gücünün bulaşıcı hastalıklarla mücadele konusunda bilgi ve deneyimini güçlendiren, erken uyarı ve yanıt sisteminin yerleştiren ve pandemi hazırlık planlarının tüm sağlık emekçilerinin katılımı ile hazırlayan sağlık politikalarından geçer. Bununla birlikte aslolan hastalığı ortaya çıkartacak koşulların yok edilmesi olan önleme olmalıdır.”
Salgın döneminde çocuklar, kadınlar, mülteciler ve cezaevleri başlıklarında açıklama yapan Kara, salgını sağlık ve sosyal hizmet emekçileri açısından ise şöyle değerlendirdi: “Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün 28 Nisan tarihli raporuna göre dünya genelinde 35 binden fazla enfekte sağlık emekçisi vardır. Raporda Covid-19’un sağlık emekçileri için mesleki risk olduğu ve riskin çalıştırılma koşullarıyla birebir bağlantılı olduğu vurgulanmakta, yetkililerin alması gereken önlemler sıralanmakta ve Covid-19 hastalığının meslek hastalığı/iş kazası olarak tanımlanması yapılması, tüm sağlık emekçileri için sağlıklı, güvenli ve düzgün çalışma koşulları çağrısında bulunulmaktadır. 30 ülkeden elde edilen veriler doğrultusunda tüm doğrulanmış Covid-19 olgularının ortalama %6’sının (%0-18 arasında) sağlık çalışanı olduğu belirtilmektedir. Ayrıca yine raporda Covid-19 krizinde, personel ve kaynak yetersizliği ve artan sosyal gerilimin, sağlık çalışanlarına karşı şiddetin artmasına neden olduğu belirtilmekte, hükümetler sağlık çalışanlarına karşı şiddete sıfır tolerans için önlemler almaya, sağlık çalışanlarına ve ailelerine yönelik sosyal destek ve saygının yoğunlaştırılmasını sağlamaya çağırılmaktadır. Tablo Türkiyeli sağlık emekçileri açısından ise daha kötüdür. 18 Nisan tarihindeki çalışmamızın sonuçlarına göre 8 binden fazla sağlık emekçisi enfekte durumdadır. Bu sayının geçtiğimiz bir ay içinde 10 bini aştığını ifade edebiliriz. 36 sağlık emekçisi hayatını kaybetmiştir. Türkiye’de de sağlık emekçilerinin çok yüksek oranda Covid-19 pozitif çıkmasında başta koruyucu ekipman sağlanmaması olmak üzere alınmayan önlemler; sağlık emekçisi sayısının ısrarla ihtiyacı karşılayacak şekilde artırılmaması, sağlık emekçilerine rutin test yapılmaması, sağlık emekçi sayısı azlığı nedeniyle idari izinli olması gereken sağlıkçılara izin verilmemesi, iş yükünün fazla olması, mesailerin halen salgına uygun şekilde kısaltılmaması, temaslı sağlık emekçilerinin dahi çalışmaya mecbur edilmesi; hatta Covid-19 tanılı ve temaslı sağlık emekçilerini bir şekilde çalıştırmaya devam ettirmek için sürekli algoritmaların değiştirilmesi gibi uygulamalardır.”
Kara sözlerini şöyle tamamladı: “Bizler sürecin başından beri hem salgınla ilgili toplumsal olarak alınması gerek tedbirler, hem sağlık alanının salgın için organizasyonu, sağlık emekçilerinin her yönden korunması ve haklarının verilmesi için taleplerimizi duyuruyor, paylaşılıyor mücadele ediyoruz. Salgın boyunca da bu sürecin sadece nesnesi haline dönüştürülemeyeceğimizi gösterdik; bulunduğumuz her yerde mücadele ettik. Bundan sonra da hem salgın süreci ve bu süreçteki haklarımız, hem de salgın sonrası mücadele etmeye devam edeceğiz.”
Değerlendirmemizin tamamı için Tıklayınız