Darbe dönemlerinin vazgeçilmez uygulamalarından olan fişlemelerin bu dönemde de tüm vatandaşlarımızı kapsayarak devam ettirildiğine dair her gün yeni bir örnek ile karşılaşmaktayız.
Siyasi iktidar 15 Temmuz darbe girişimini bahane ederek güvenlik soruşturmaları adı altında fişlemelere yasal kılıf uydurmaya çalışsa da uygulama başta İnsan Hakları ve Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi, OECD’nin Özel Yaşamın Korunmasına İlişkin Rehber İlkeleri gibi uluslararası sözleşmeler, anayasamız ve temel hak ve özgürlüklere aykırı şekilde keyfi, hukuksuz, dayanaksız, siyasal amaçlı yapılmaktadır.
Kamuoyuna yansıyan son örnek daha vahim bir durumu gözler önüne sermiştir; fişlemelerde sendikalara, demokratik kitle örgütlerine üye olmak, tamamen yasal ve izinli toplantılara katılmak dahi suç sayılmaktadır. Yargı, asgari düzeydeki hukuk normlarını da ayaklar altına alarak fişleme skandalına ortak olabilmektedir.
Geçmişte “sakıncalı” diye fişlendikleri üzerinden mağduriyet edebiyatı yapanlar bugün kendileri dışındaki tüm kesimleri “sakıncalı” ilan etmekte bir sakınca görmüyor!
Sosyal medyada da yoğunca tepkiye yol açan ve Siirt ilinde yaşanan olayda; 2017 yılında KPSS sınavını kazanan, Siirt ilimize bağlı bir ilçenin Acil Sağlık Hizmetleri İstasyonunda sağlık teknikeri olarak yerleştirmesi yapılan kişinin ataması Sağlık Bakanlığı tarafından güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması gerekçe gösterilerek iptal edilmiştir.
Kişi İdare Mahkemesine itirazda bulunur. Mahkemeye gönderilen güvenlik soruşturması belgesinde kişiye isnat edilen ne bir suç ne de iddia bulunmaktadır. Belgede (sanki bir suçmuş gibi) babasının sendikamız HABER SEN üyesi olduğu, 2003 yılında ilde kurulan demokrasi platformunun çalışmalarına, HABER SEN’in organize ettiği mitinge ve basın açıklamasına katıldığı, annesinin ise AB ile müzakere sürecinde yerelden doğru taleplerin yer aldığı mektupların AB ülkelerinin büyükelçiliklerine, TBMM’ye ve AB’ye gönderilmesi eylemine katıldığı ve bu istihbari bilgiler nedeniyle de Sağlık Bakanlığı’nın atamasını iptal ettiği ifade edilmektedir!
Mahkeme iptale gerekçe olan tek belgeyi inceleyerek aldığı kararında “…her ne kadar davacı hakkında herhangi bir bilgiye rastlanılmadığı belirtilmiş ise de, … davacının ailesi hakkında ortaya konulan hususların güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığının kabulü için yeterli, hukuken kabul edilebilir tespitler olarak değerlendirilebileceği kanaatine varıldığından davacının atamasının yapılmamasına..” diyerek dönemin hukuksuzluğuna altın harflerle işlenecek bir örneğe imza atmıştır.
Roma hukukundan bu yana suçun şahsiliği ilkesi esastır ve ceza hukukunun temelini oluşturur. Karar ile suç ve cezanın şahsiliği ilkesi açıkça çiğnenmiştir.
Kişi ancak kendisinin işlediği fiillerden sorumlu tutulabilir. Birinci derece yakını dahi olsa başkasının işlediği fillere iştirak etmedikçe sorumlu tutulamaz.
Ataması yapılan ve iptal edilen anne-baba değildir. Dolaysıyla fiili/suçu değerlendirilecek kişiler anne-baba olamaz. Kaldı ki, babanın sendikamıza üye olması, annenin ise talepleri içeren metinleri aralarında TBMM’nin de olduğu kurumlara göndermesi suç değildir.
Ancak mahkeme iktidarın yarattığı “zamanın ruhuna” uygun hareket ederek iktidara muhalif tüm kesimleri suç odakları olarak görmüştür.
Karar ile demokratik eylem ve etkinliklere katılanlara, örgütlenme hakkını kullananlara bugünle sınırlı olmayan bir gözdağı verilmek istenmiştir. Aile içi dayanışma ilişkilerinin parçalanması, çocukların geleceği ve iş bulma kaygısı üzerinden muhalif duruşların yok edilmesi hedeflenmiştir. Muhalif kesimlere “sadece sizler değil çocuklarınız da bedel ödeyecek” şantajı yapılmıştır!
Bu son örnek de göstermiştir ki, AKP iktidarı fişlemeler ile sadece vatandaşlarımızı değil neo liberal, muhafazakâr, şövenist, milliyetçi, gerici, tekçi politikalarına karşı çıkan konfederasyonumuz gibi tüm kurumları da “sakıncalı” olarak fişlemektedir. Devletin kurumları bu politikaya uygun hareket etmekte; anayasayı, yasaları, uluslararası sözleşmeleri, emekçilerin bedeller ödeyerek elde ettiği kazanımları hiçe sayarak, kişileri ve kurumları fişlemelerdeki “sakıncalı” olup olmadıklarına göre değerlendirmektedir.
Gerek sendikalarımız üyelerinin ihraç edilmesinin, gerek işyerlerinde dayanılmaz boyutlara varan sendikal ayrımcılığın ve diğer benzeri baskıların temel nedeninin Konfederasyonumuza yönelik iktidarın sürdürdüğü kriminalize etme politikasının olduğunu sürekli ifade etmekteyiz. Haklı olduğumuz her gün biraz daha iyi anlaşılmaktadır.
Bir kez daha iktidarı hukuksuzluğu hukuk haline getirme yaklaşımından ve yargıyı siyasal kuşatma altına almaktan vazgeçmeye çağırıyoruz.
Sendikalarımıza üye olanların çocuklarına bırakacakları en önemli miraslardan biri yürüttükleri emek ve demokrasi mücadelesidir. Bu suç değil aksine onurumuzdur. KESK’li olmanın onurunu taşımaya ve insan onuruna yakışır bir yaşam için emek ve demokrasi mücadelesini büyüterek sürdürmeye devam edeceğiz.
KESK Yürütme Kurulu