Tarihi bir yönüyle baskı ve katliamlar tarihi olan bir ülkede yaşıyoruz. Bu ülkede baskıcı, otoriter sisteme karşı haklarını, özgürlüklerini, yaşamlarını savunanlar her dönem hukuksuzlukla, insanlık dışı saldırılarla, kitlesel katliamlarla karşı karşıya geldi, geliyor.
Çorum, Sivas, Maraş, Halepçe, 19 Aralık, Beyazıt, Gazi gibi onlarca katliam yaşanan bu topraklar bundan tam dört yıl önce 34 yurttaşımızın savaş uçakları ile katledildiği Roboski Katliamına tanıklık etti. Aradan geçen 4 yılda ne Roboski’de yaşananın katliam olduğu gerçeği kabul edildi, ne sorumluları ve failleri yargı önüne çıkarıldı, ne de vicdanları rahatlatacak bir özür dilendi.
Daha önceki katliamlar gibi “Ahmet midir, Mehmet midir?” diyerek isimleri bile yok sayılan çoğu 15-20 yaşları arasında 34 yurttaşımızın katledildiği Roboski katliamı da ısrarla örtbas edilmek, toplumsal hafızadan silinmek istendi. Roboski utancıyla yüzleşmek yerine inkarı yüceltenler, sorumlularından hesap sormak yerine üstünü kapatanlar Reyhanlı, Soma, Ermenek, Diyarbakır, Suruç, Ankara katliamları başta olmak üzere yeni katliamlara ve cinayetlere adeta davetiye çıkarmıştır.
Öte yandan Roboski katliamında ölümü, katliamı sıradanlaştıran zihniyet bugün ülkenin bir bölgesinde tüm şiddeti ile sürüyor.
Memleketin bir bölgesinde halk “sokağa çıkma yasakları” adı altında sıkıyönetim koşullarına terk ediliyor. Ülkenin yoksullaştırılmış halkının çocukları mahallerden ilçelere, kentlere yayılan, adı konmamış bir savaşta bir kez daha karşı karşıya getiriliyor. Bir kişinin bitmez tükenmez başkanlık hayallerinin bedelini asker, polis, genç, yaşlı, çocuk demeden insanlarımız ödemeye devam ediyor.
Tam 7 il, 17 ilçede yaşayan halkı günlerce evlerine kapatanlar, öğretmenleri gönderip eğitimi tatil ettikleri okullara keskin nişancıları yerleştirenler, hastaneleri karargah olarak kullanıp sokakları zırhlı araçlarla dolduranlar, halkları karşı karşıya getirmek için ellerinden geleni yapıyor. Ülkenin bir bölümü kan ağlarken diğer bölümleri yeni korkular yaratma ve apolitikleştirip bölme siyaseti ile duyarsızlaştırıyor.
Tek tiplileştirilmiş, yandaşlaştırılmış medya başta olmak üzere tüm imkanlar halkın yanı başında yaşanan gerçeği görmesini engellemek için seferber ediliyor. Bölgede yaşananlara ilişkin objektiflikten uzak birkaç dakikalık haber bile çok görülüp, “yılbaşında kar yağacak mı yağmayacak mı, hindi mi yenmeli yoksa daha ucuz olan tavuktan bir yılbaşı menüsü mü hazırlanmalı” gibi başlıklar haber diye yutturuluyor.
Bölgede yaşanan operasyonlar sonucunda son beş ayda 45’i çocuk, yüzlerce sivil yurttaşın hayatını kaybettiği, cenazelerin sokak ortasında çürümeye, yaralıların kan kaybından ölüme terk edildiği gerçeği üzerinden atlayanlar, intihar girişimde bulunan bir vatandaşın cumhurbaşkanınca ‘ustaca’ kurtarıldığı haberi ile oyalanmamızı istiyor.
Oysa bırakın yılbaşını memleketin bir bölgesine uzun süredir kar yağıyor! Hem de kendisine insanım diyen herkesin içini buz kesecek bir kar yağıyor. Evlerine hapsedilen, mahalleri tankla topla kuşatılmış on binler yılbaşında hindi ya da tavuk yemenin değil, yarına sağ çıkmanın derdinde. Onlar artık ‘bin yıldır kardeşiz’ hamasetleri duymak değil, yaşadıkları acıları anlaşılmasını, kardeşlik için bir ses verilmesini istiyor.
Hepimize yıllar öncesinde seslenen Albert Einstein “ Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer; kötülük yapanlar yüzünden değil, durup seyreden ve onlara ses çıkarmayanlar yüzünden” derken sanki bugünü anlatıyor.
Bu nedenle ülkenin bir bölgesi savaş ve katliam alanına çevrilirken hiç kimsenin olup bitenden ‘haberimiz yok’ deme lüksü yoktur. Eğer bu vahşete dur demezsek, herkes için en kutsal hak olan yaşam hakkını bugün yüksek sesle savunmazsak yarın omuzlarımızda korkularımızdan daha ağır bir yükü taşımamız kaçınılmaz olacak.
KESK olarak en başından beri barış ve kardeşliğin tesis edilmediği bir ülkede emeğin haklarından da söz etmenin mümkün olmadığını söylüyoruz. Bunun için her zaman savaşa karşı barıştan şovenizme, ırkçılığa karşı halkların kardeşliliğinden yana saf tuttuk.
Çıkardıkları savaşı sürdürmek isteyenler, dini unsurlarla sosladıkları milliyetçi duyguları körüklemeye devam ededursun biz KESK olarak çatışma, savaş değil, barış ve kardeşlik istiyoruz. Bu ülkedeki darbelerin, savaşların ve ekonomik krizlerin bedeli her zaman yoksullaştırılmış halka ve emekçilere ödetildi. Savaş naraları atanların çocukları değil, yoksul halkımızın çocuklarının kanı akıtıldı.
Bugün de aynı senaryo devreye sokuluyor. Memleketin kuşatılan bir bölgesinden yükselen barış ve kardeşlik çığlığına sessiz kalmamız elbette ki mümkün değildir. Bunun için bölgeden yükselen barış ve kardeşlik çığlığına 29 Aralık 2015 Salı günü (yarın) üretimden gelen gücümüzü kullanarak, hizmet üretmeyerek ses vereceğiz.
Dördüncü yıldönümü vesilesiyle, Roboski katliamı nezdinde yaşadığımız tüm katliamları bir kez daha lanetleyip, yaşamını yitiren insanlarımızı anarkenhalkların birlikte yaşama umudunu yok etmeye çalışanlara karşı ortak geleceğimizi kurmak için daha da birbirimize kenetleneceğiz.
Demokrasi için, barış ve kardeşlik için, adalet için mücadeleyi duraksamadan sürdürecek, yaşadığımız katliamların hesabını bir arada yaşam zeminlerini güçlendirerek, barış ve kardeşliğin ülkesini kurarak soracağız.