Norm olarak erkeği kabul eden, kadını ve onun emeğini ise değersiz ve ikincil gören cinsiyetçi işbölümünün üretim ilişkilerindeki dönüşümle birlikte tarihsel bir düzlemde biçimlenerek, kadını öncelikli olarak yeniden üretim işlerinden sorumlu tutarken, erkekleri ise toplumsal ve ekonomik sistemin aktörleri olarak konumlaması, çalışmanın kuramsal temelinde yer alan ilk argüman olarak belirlenmiştir.
Bir diğer argüman ise kadın aleyhine eşitsizliklerin biçimlendiği toplumsal ilişkiler dizisi olarak ataerkinin, eril dayanışma biçimleri ve eşitsiz güç ilişkileriyle tarihsel olarak eklemlendiği kapitalizmle ortaklaştığıdır. Söz konusu bu ikili sistemde ev içi işlerin sorumluluğu, pek çok kadını zamansal ve mekânsal olarak sınırlamakla birlikte, bu işler değersiz ve görülmez bırakılmaktadır.
Cinsiyetçi işbölümü, bilhassa iktidarların muhafazakâr söylem ve pratiklerle desteklendiği rejimlerde tüm gücüyle varlığını sürdürerek, ailenin idealize edilmesine, kadının anne ve eş olarak konumlanmasına ve dolayısıyla hem kültürel hem politik hem de ekonomik olarak hane içine hapsedilmesine neden olmaktadır.
Böylece bu rejimlerde kadını, toplumsal yaşamın değil, ailenin bir parçası sayan söylem ve pratikler kadını giderek yurttaş ve insan kategorilerinin dışına taşımaktadır. Kitabımız herkesin bildiği bir “sırrı” ifşa etmek ve üzerinde yeni bir siyasal ufkun belirlenim kazanacağı zemine işaret etmek arzusundadır.