Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın 2025 yılı bütçe teklifine ilişkin genel merkezimizde basın toplantısı gerçekleştirdik. Basın metnini Eş Genel Başkanımız Nazan Karacabey okudu.

 

Basın metni şöyle:

AİLE VE SOSYAL HİZMETLER BAKANLIĞININ BÜTÇESİ HAK TEMELLİ SOSYAL HİZMETTEN,  EMEKÇİDEN VE TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNDEN UZAK!

SOSYAL HİZMET LÜTUF DEĞİL, HAKTIR!

Gerek kaynak ve gelir dağılımında gerekse kamusal hizmetlere erişimde temel belirleyici, bütçenin ve bütçe doğrultusunda yürütülen politikaların, toplumun her kesimini farklı bir şekilde etkilediğidir. Yapılan bütçe görüşmelerine toplumun farklı kesimlerinden; özellikle sosyal hizmete erişimi elzem olan kesimlerin temsilcilerinin davet veya dâhil edilmemiş olmasını açık bir eksiklik olarak görmekteyiz. Hazırlanan bütçenin Aile ve sosyal Hizmetler Bakanlığı’nda çalışan emekçileri doğrudan ilgilendirdiği göz önüne alındığında; İşkolunda örgütlü ve söz konusu alanda çalışan emekçilerin iradi temsilcisi olan sendikamızın bu görüşmelere dâhil ve davet edilmemiş olması aynı anti-demokratik süreç işletmenin farklı bir boyutuna işaret etmektedir.

Derinleşen yoksulluk ve artan hak ihlalleri kıskacında, alanın emekçileri ve sosyal hizmete gereksinim duyan birey ve guruplar için söz konusu bütçe görüşmeleri her zamankinden çok daha fazla önem arz etmektedir. Kötü ekonomi politikaları ve uygulamaları neticesinde her geçen gün ağırlaşan yaşam koşulları toplumun bazı gruplarını daha kırılgan hale getirdiği ortadadır. Tam da bu noktada yapılan bütçe görüşmelerinin duyarlılıkla ve kamusal sorumluluk bilinciyle yürütülmesini beklerdik. Ancak, gerek bütçe sürecinde izlenen usul gereksede bütçe içeriği bizlere açık bir şekilde gösteriyor ki, mevcut erk bu duyarlılık ve sorumluluktan uzak bir anlayışla hareket etmektedir.

Özenden ve dikkatten uzak bir şekilde hazırlanan 2025 ASHB bütçesi en genel hatlarıyla incelendiğinde; sadece aile kavramı içerisinde anlam ve önem kazanan kadınlar, korunmayan ve evrensel insani ölçütlerin çok altında yaşam ve gelişim standartlarına mecbur edilmiş çocuklar, hak ettikleri değeri ve refahı alamayan yaşlılar, özel önlemlerle desteklenmesi gerekirken ısrarla kamusal alandan uzaklaştırılan engelli bireyler bütçeden hak ettiklerini alamamaktadır. Tünelin ucundaki ışık gösterilerek siyasi emellere ve menfaatlere kurban edilen mülteciler, göçmenler ve sığınmacı bireyler ve halklarımız, iktidarın yanlış politikaları ile beslenen yoksulluk canavarının pençesinde bütçeden payını alamamaktadır.

Maalesef tablo karamsar ve bu tablonun mimarlarının 2025 yılı bütçe teklifinde sergilediği özensizlik ve sorumsuzluk ortadadır.

Tutarsız ve nitelikten yoksun ekonomi politikaları nedeniyle derinleşen yoksulluğa karşı kamusal sistemin en güçlü ve teşkilatlanma açısından en örgütlü bakanlığı olması gereken aile ve sosyal hizmetler Bakanlığı’nın ne yazık ki bu misyonundan çok uzak olduğu bütçe taslakları, harcamaları ve pratikleriyle ile aşikârdır. 2023 yılında TÜİK verilerine %64 olan, 2024 yılında %41.5 olması beklenen enflasyona karşın aile ve sosyal hizmetler Bakanlığı’na ayrılan bütçenin aynı oranda artmadığı görülmektedir. Bu durum açıkça göstermektedir ki, aile ve sosyal hizmetler bakanlığının bütçe taslağının halktan yana değil tamamen siyasi ve iktisadi saiklerle tasarlandığını göstermektedir.

2025 bütçesinde hak ettiğini alamayan dezavantajlı kesimlere yakından bakalım;

Engelli ve Yaşlı Hizmetleri

Türkiye nüfusunun yaşlanma eğilimde olduğu ve her geçen gün yaşlı nüfusun artmakta olduğu bilinmektedir. 2023 yılı TÜİK verilerine göre ülke nüfusunun % 10,2’si 65 yaş ve üstü yaşlılardan oluşmaktadır. Bu alanda uygulanması gereken temel politikanın ‘yaşlı bireylerin toplum içerisinde desteklenmesi ve izlenmesi’ olması gerekirken bu politikaların ve perspektifin iktidarın hazırlamış olduğu bütçede yer almadığını görmekteyiz. İktidarın mevcut bütçede yaşlılara yönelik kurumsal bakım hizmetleri kapasitesini ciddi anlamda düşürdüğü görülmektedir. 2023 planlanan ve gerçekleşen ile 2024 yılı için planlanan ‘huzurevleri ve yaşlı bakım rehabilitasyon merkezlerinden hizmet alan yaşlı birey sayısı’ verilerine bakıldığında hazırlanan bütçenin Türkiye’deki mevcut tablo ve demografik eğilimler ile ne denli orantısız olduğu görülecektir.   Yaşlı bakım alanında kamu eli ile yürütülmesi gereken bakım hizmetleri eksik  aksak yürütülmektedir. Nitekim Ülkenin tamamında kamuya ait 168 huzurevi varken, özel huzur evi sayısı 270 civarındadır. Kamuya ait huzurevlerinde bakılan yaşlı sayısı planlanan sayının altında kalarak 14800 olarak gerçekleşmiştir. Huzurevi hizmetinin ücretsiz olması gerekirken bunun aksine oda ücretlerine % 300 civarı zamlar yapılmış ve yaşlının cebindeki son kuruşada göz dikilmiştir. Ülke nüfusun her geçen yıl yaşlandığı ve yaşlıların bakım ihtiyaçlarının artacağı kesin olmasına rağmen ASHB bakanlığı bu gerçeği görmezden geliyor ve 3 yıllık planlamada bakılacak yaşlı sayısını yıl bazlı olarak 50 kişi arttırmayı teklif edebiliyor. Yaşlı bireylerle ilgili bütçede yer alan bir diğer husus ise ‘ücretsiz seyahat izni kapsamında‘ gelir desteği verilen araç sayısı hususudur. 2023 yılında 17.526 araç yaşlıların ücretsiz seyahati için devletten gelir desteği alırken bu sayı 2024 yılı bütçesinde 18900 olarak gerçekleşmiş ve 2023 yılı hedeflerinin bile gerisinde kalmıştır. Yapılan 3 yıllık bütçe planlamasında yine yıl bazlı 100 araçlık bir artış planlanmıştır. Yani mevcut iktidar ülke nüfusu içerisinde sayısı 9 milyonlara ulaşan yaşlılara bütçeden gerekenli ve yeterli kaynağı aktarmaktan imtina etmektedir.

Yine ülke nüfusunun yaklaşık % 12 sine tekabül eden özel gereksinimli bireylerde bütçeden hak ettikleri payı alamamaktadırlar. ASHB’nın 2025 bütçe planında engelliler neredeyse yok sayılmışlardır. Öyleki 2024 yılında engelli aylığı bağlanan kişi sayısının 2025 yılında 14500 kişi azaltılması planlanmıştır. Engelli bireylerin ihtiyaçlarını ve gereksinimlerini ortadan kaldıracak bir politika üretmeden yoksayma dışında bu hedef nasıl gerçekleştirilebilir.  Yine kurum bakımına ihtiyaç duyulan engelliler için sadece 2024 yılı itibari ile 106 resmi bakım merkezi varken bu sayının 2025 bütçe planında sadece 1 adet arttırılması planlanmıştır. Desteklenmesi gereken engelli bireylerin toplumsal yaşamın istedikleri her alanında etkinlik gösterebilmelerinin önündeki en büyük bariyeri maalesef iktidarın mevcut sosyal politikaları teşkil etmektedir.  Şöyle ki engelli bireylerin kentsel-kamusal alanda en çok zorluk yaşadıkları durumların başında gelen ulaşım ve erişilebilirlik meselesi oldukça büyük önem arz etmektedir. Kentsel mekânlarda ve kamusal alanlarda engelli bireyler için erişilebilirlik can yakan bir sorun olmaya devam etmektedir. Aile ve sosyal hizmetler bakanlığının sorumluluğunda bulunan erişilebilirlik denetimlerinin ve izlemelerinin 2023 ve 2024 yıllarında planlanan ve gerçekleştirilen denetim sayılarına bakıldığında bakanlığın bu konuya ne denli ciddiyetsiz ve özensiz yaklaştığı rahatça görülecektir. Engelli dostu kentlerin inşaasında ASHB üzerine düşeni yapmamaktadır. Nitekim 2025 yılı için de aynı özensizlik ve sorumsuzluğun devam ettiği bütçe raporundaki planlamalarda aşikârdır. Bunun yanında engelli bireylerin istihdamında da geçen yıllarda planlananın bile altında kalındığı yine verilerle ortaya konmuştur. Buna karşın 2025 yılı bütçesinde de bu durumun aynı şekilde devam edeceğinin parametreleri mevcuttur.

Toplumsal Cinsiyet 

AKP iktidarı tarafından önceki yıllarda olduğu gibi bu yılki ASHB bütçesinde patriarkal yaklaşımla kadına yönelik bütçenin yeniden tırpanlanarak daha da azaltıldığı görülmektedir. 2012 yılında TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK) altında bütçe sürecine cinsiyet perspektifinden bakarak kamu harcamalarında ve hizmetlerinde cinsiyet eşitsizliği yaratan durumları tespit etmeyi hedefleyen bir Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçeleme Alt Komisyonu kurulması kurulmuş ve bu komisyon çalışmalarını 2014 yılında rapor olarak yayınlamıştı. 10. Kalkınma Planı’nda da (2014-2018) toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme konusunda farkındalık oluşturulması ve örnek uygulamaların geliştirilmesi vurgusuna yer verilmişti. Ancak iktidar tekleştikçe toplumsal cinsiyet eşitliği tüm belgelerden çıkarıldığı gibi 11. Kalkınma Planı’nda da (2019-2023) yer almadı. Açıktır ki; kadınlar ve erkekler arasında eşitsizliği doğal gören ve derinleştiren, cinsiyet rollerinin keskin biçimde ayrımına ve erkek egemen aile kurgusuna dayalı, patriyarkal zihniyeti perdelemek için icat ettiği terimle “aileerkil” politikaları öne çıkararak toplumsal yaşamı kuşatmaya çalışan AKP iktidarı daha önce savunur göründüğü toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme yaklaşımından vazgeçmiştir. Misyonu “Bireyin, ailenin ve toplumsal değerlerimizin korunması, güçlendirilmesi ve geliştirilmesine yönelik bütüncül ve adil sosyal hizmet modelleri geliştirmek ve uygulamak” olarak belirlenmiş olan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na ayrılan bütçede kadının sadece adı var kendisi yoktur. İktidar tarafından farklı toplumsal kesimlerin seslerini duymaktan, katılımcılıktan, şeffaflıktan, hesap verilebilirlikten uzak biçimde hazırlanan daha önceki bütçe tekliflerinde olduğu gibi 2025 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi’nde de asıl öncelik kadınların güçlendirilmesine değil ailenin güçlendirilmesine verilmiştir.

 

2025 bütçe teklifinde kadını ikinci planda tutup aile kavramına ağırlık vermiş  ve ailenin güçlendirilmesi başlığı altında 16.666.881.000tl ayırırken kadın için sadece 4.885.568.000 TL ayırmıştır. Son açıklanan TÜİK verilerine göre Türkiye’ de 1.4 milyon kadın işsizdir. Bu sayı sadece resmi başvuru yapıp iş bulamayan kadınların sayısıdır. iş bulmaktan umudunu kesen kadınlarda eklendiğinde bu sayı 4 milyona ulaşmaktadır. Kadını sadece aile bütünlüğü içinde görmek isteyen ve aile yaşamının öznesi olması gerektiğini düşünen mevcut iktidar politikları kadın emeğinin sömürüsünü sistematik bir şekilde yürütmektedir.

 

Kadına Yönelik Şiddet

Türkiye AKP eliyle cinsiyet eşitsizliğinin ana merkezlerinden biri konumuna gelmiştir. Bugün Türkiye’de kadınlar; eğitimden sağlığa, istihdamdan sosyal güvenliğe, aile içi statü ve sorumluluk paylaşımından siyaset ve karar alma mekanizmalarına katılıma kadar hemen her alanda cinsiyetçi pratik ve düzenlemelerle karşı karşıyadır.

Türkiye dünya ekonomik formu (WEF) tarafından Haziran 2023’te yayımlanan küresel toplumsal cinsiyet eşitsizliği raporuna göre 146 ülke arasından 129. sırada yer alıyor.

Yine 2019 OECD verilerine göre Türkiye %38 oranla kadına yönelik şiddetin en yüksek olduğu ülke olmuştur. Nitekim İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış bu verinin nedenini açıklamaktadır. Türkiye’de meydana gelen her 10 şiddet vakasının 8 i kadına yönelik olmaktadır. Bu kadınların %73 evli ve %63 ‘ü şiddeti eşlerinden görmektedir.

2024 yılının ilk 8 ayında erkekler tarafından 280 kadın öldürülmüş ve 50 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulunmuştur. Bu kadınların 162 tanesi kendi evlerinde yani sözüm ona ”korunan aile” çatısı altında öldürülmüştür. Kadını korumakla görevli ASHB bakanlığı kadına ayırmadığı kaynaktan 38.000.000 tl yi kuran kursu protokolü adı altında diyanet işleri başkanlığına aktarmıştır. İstanbul sözleşmesinden çekilen, CEDAW’ ı yok sayan, Pekin Deklarasyonu ve Eylem Planını görmezden gelen ve 6284 yasasını gereği gibi uygulamayan sistemin zaafiyetleri yüzünden koruma kararı verilen kadınlardan 315’i 2023 yılında, 107 tanesi de 2024 yılında katledilmişlerdir. Kadınların İstanbul’da kafaları kesilip surlardan atılıyor, bedenleri parçalanıyor, Van’da üniversite öğrencisi kaçırılıp 18 gün sonra cansız bedeni bulunuyor ama failler her zamanki gibi cezasız bırakılıyor.  Dolayısıyla yaşam hakkı ihlali sayıca az raporlansa da gerçek sayının bunun çok üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. İstanbul Sözleşmesi hakkında tartışmaların başlamasıyla birlikte kadın cinayetleri ve şüpheli ölümlerde artış yaşanmaya başlamıştır. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılan süreçte LGBTİ+’ların kriminalize edilmesiyle nefret söylemi ve nefret suçları da tırmanışa geçmiştir. İstanbul Sözleşmesi’nin kadınlar ile farklı cinsel yönelim ve kimliklerin yaşam haklarının korunması, kadına, çocuğa ve LGBTİ+’lara yönelik şiddetin önlenmesi bakımından temel önem taşıdığı bu kadar açıkken bir gece yarısı hukuksuzca Cumhurbaşkanı kararıyla Sözleşme fesh edilmiştir. İstanbul Sözleşmesi’nden sonra şimdi 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun AKP-MHP rejiminin müttefiki ve destekçisi grupların hedefindedir. Siyasal iktidarın kadınların hakları ve hayatlarını siyasi pazarlık malzemesi yapması, kadınların kazanılmış haklarını her fırsatta tartışmaya açarak geri almaya çalışması, kadın düşmanı politikaları açıkça savunanları meclise taşıyarak meşrulaştırmaya çalışılmaktadır. Siyasal iktidar, 6284 Sayılı Kanun ve Medeni Kanun gibi kadınları psikolojik, fiziksel, cinsel ve ekonomik şiddete karşı koruyan yasaların tartışmaya açılmasının bile kadınlara karşı şiddeti körükleyen bir etki yarattığı gerçeğini görmekteyiz. ASHB 6284 sayılı kanunu gereği gibi uygulamakta isteksiz davranmakta ve kadının korunmasına yönelik tedbirleri almakta yetersiz kalmaktadır. Bu kadar çok şiddet ve kıyım karşısında sadece 149 kadın sığınma evi ve 82 tane ŞÖNİM (şiddet önleme ve izleme merkezi) ile eksik hizmet vermektedir. 2025 bütçe planlamasında bu merkezlerin sayılarının arttırılması için gerekli çalışmanın yapılmadığı da görülmektedir.

Tüm bu veriler ışığında kadını yok sayan sosyo-ekonomik yaşamdan uzak tutmaya çalışan, kıyıma ve erkeğe bağımlı yaşamı destekleyen AKP zihniyeti önümüzdeki bütçe sürecinde de bu tavrında ısrarcı olmuştur.

 

Çocukların korunmasına ilişkin politikalar

ASHB bütçe tasarısında ülke nüfusunun ¼ oluşturan çocuklar için sadece %8’lik bir oran ayrılmıştır. Bakanlık çocuklara yönelik hizmet sunan kurum ve kuruluş sayılarında da artışa gitmemiştir. Çocuk evi sayısının 1180   ve koruma bakım hizmetinden yararlanan çocuk sayısının 5560 ta sabit tutulması planlanmış önceliğin aile yanında bakıma verimesi kararlaştırılmıştır. Kuruluşlarda verilen hizmetlerin niteliğinin sorgulanması gerekmektedir. Nitekim çocuklara sistematik bir şekilde fiziksel ve psikolojik şiddetin uygulandığı vakalar her geçen gün ortaya çıkmaktadır. Yine sistemeatik bir şekilde çocuklar asimile edilmekte dillerinden ve kültürlerinden koparılmaktadır. ASHB bakmak istmediği çocukları aile yanında bakıma zorlamak için 1. dereceden akrabalar dışında gerekli incelemelern yapılmadan 2.  ve 3. derecen akrabalarıda bu sisteme entegre etmeye çalışılmaktadır. Artan ekonomik yoksulluk madde bağımlılığına rağmen korunmaya muhtaç çocuk sayısının artması beklenirken bakanlık yerinde saymaya ve nitelikli hizmet sunmama niyeti görünmektedir.  Koruyucu sosyal hizmet modellerinden olan kreş, gündüz bakımevleri ve çocuk kulübü açmaması bir yana bu hizmetleri dini derneklere ve özel sektöre havaleyi teşvik etmektedir. Kaldı ki pedagojik yaklaşımdan mustarip bu vakıflarda meydana gelen istismar ve intihar vakaları her geçen gün artmaktadır.

Sosyal Yardım Politikaları

AKP iktidarının uzun süredir sosyal yardımı hak olmaktan çıkardığını, yardım / lütuf ve bağımlılık ile oy ilişkisi bağlamına yerleştirdiğini vurguluyoruz. Sosyal yardımlar yoksulluğu sürdürme, yoksullaştırılan emekçileri iktidara bağımlı hale getirme politikasının bir aracı olarak kullanılmaya devam edilmektedir.  Tamda bu amaç doğrultusunda ASHB’nin 2025 yılı bütçesinde en büyük payı 219.723.130.000 tl ile yoksullukla mücadele ve sosyal yardımlaşma kalemi almaktadır.

Uzun yıllardır sosyal hizmetlerde ana kalemin giderek artan şekilde bu biçimde kurulan bir sosyal yardımdan oluşması da temel itirazlarımızdan birini oluşturuyor. Sosyal yardımların düzenli olarak artması ihtiyaç sahiplerinin sosyal hizmet, istihdam, eğitim, sağlık gibi en temel hizmetlere erişimini artırmayı hedefleyen etkin politikaların olmamasının sonucudur. Günümüzde yoksul kategorisindeki işsizlere ek olarak “çalışan yoksullar”, yani iş bulabildikleri halde yoksulluktan kurtulamayanlar da ekleniyor. Formel istihdamdakilerin hak kayıpları, çok büyük bir kayıt dışı/enformel sektörün varlığı ve istihdamda güvencesizlik ve süreksizlik bu eğilimi beslemekte, işsiz yoksulluğunun yanına, artık oran olarak düşük gözükse de mutlak çalışan sayısının büyüklüğü düşünüldüğünde çok önemli bir kitle haline gelen çalışanların yoksulluğu eklenmektedir.

Yine bakanlık verilerine göre sosyal yardım alanların büyük çoğunluğunu kadınlar oluşturmaktadır. Ayrıca sosyal yardımlar içinde önemli bir yer tutan bakım hizmetlerine ayrılan ödenekte de ağırlık kadın emeğine dayanan yaşlı, engelli ve çocuk bakımı ödenekleridir.

Sadece bu durum bile uygulanan ekonomik politikalar sonucu yoksullaştırılan halka, iş olanağı yaratacak politikalar yerine bağımlılık ilişkisini güçlendiren yardım politikalarının esas alındığını göstermektedir. Oysa yardım esaslı değil hak temelli sosyal hizmetlerin sunulması gerekmektedir.

GENEL TALEPLERİMİZ

1- Bütçe, sivil toplum ve emek örgütlerinin de katılımı ile yapılmalıdır.

2- Sosyal hizmetler hak temelli sunulmalı ve iktidar ile sosyal hizmetler arasında ki tahakküm ilişkisi veya yeniden üretici bir ilişki kurulmaması sağlanmalıdır.

3- Ülkemizin de tarafı olduğu Avrupa Sosyal Şartı ile tanımlanan ve güvence altına alınan temel haklar (Barınma, sağlık, eğitim hakkıİşçi haklarıtam istihdameşit işe eşit ücret, doğum iznisosyal güvenlik, yoksulluk, sosyal dışlanmaya karşı koruma seyahat ve herhangi bir ayrımcılığa tabi tutulmama) kesintisiz bir şekilde kullanıma açılmalıdır.

4- Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi temel alınarak iç mevzuatın ve uygulamaların düzenlenmesi, bazı maddelerdeki çekincelerin derhal kaldırılması sağlanmalıdır.

3-Sosyal Hizmet alanlarındaki politikalar, sorunları çözmeye odaklı, iktidarın siyasi çıkarlarından arındırılmış ve kapsamlı olmalıdır. Bu alanda yapılacak planlamalarda ekonomik tasarruf ya da kesinti düşünülmemeli, ihtiyaca göre bütçe ayrılmalıdır.

4- Sosyal yardımlarda bir bağımlılık ilişkisi yaratma, rant ve siyasi çıkar hedefi kaldırılmalıdır. Yardım alan vatandaşlara şantaj tehdit gibi söylem ve uygulamalardan vazgeçilmelidir.

5- Bütçe; salgın, deprem, sel gibi olağanüstü dönemler göz önünden alınarak hesaplanmalı, ekonomik krizleri, yoksulluğu önleyici tedbirler alınmalıdır.

6- Ülkemizde bulunan göçmen, mülteci ve sığınmacılara yönelik ayrıca sosyal politikalar geliştirilmeli ve daha insani yaşam koşullarını sağlayacak şekilde yeterli bütçe ayrılmalıdır.

7- Ülkemizde büyük bir sorun haline gelen uyuşturucu vb. madde kullanımının artması özellikle bunların küçük yaştaki çocuklara kadar inmiş olmasına yönelik gerekli tüm tedbirler alınmalı ve buna dair önleyici politikalar geliştirilmelidir.

8- Kadına ve çocuğa yönelik şiddete ilişkin önlemlerin alınması için yeterli bütçe ayrılmalıdır. İstanbul sözleşmesine geri dönülmeli, CEDAW ve 6284 sayılı kanunun gerekleri yerine getirilmelidir.

9- Toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren bütçe görüşmelerinde sivil toplum örgütlerine, işkolunda örgütlü ve söz konusu alanda çalışan emekçilerin iradi temsilcisi olan sendikalara yer verilmelidir.

İŞKOLU EMEKÇİLERİ İÇİN TALEPLERİMİZ

1- İşkolundaki tüm emekçiler için emekliliğe yansıyan yoksulluk sınırı üzerinde temel ücret olmalı, eğitim durumu, hizmet yılı, yapılan işin niteliği, riski, sosyal hizmet tazminatı vb. kriterler eklenerek giydirilmiş ücretler belirlenmelidir.

2- Bütçede personel ödemelerinde personel açığı düşünülerek, kadrolu ve güvenceli istihdamla personel açığının hızlı bir şekilde giderilmesi için ödenek artırılmalıdır. ASDEP, ek ders, sözleşmeli vb. adlar altında çalışma biçimleri kaldırılarak işkolu emekçilerinin güvenceli, kadrolu çalışması sağlanmalıdır.

3- Ağır engelli, çocuk ve yaşlılara hizmet veren yatılı kurumlarda çalışanların ek ödeme oranlarına ilave puan artışı yapılmalı. Benzer koşullarda ve risk altında kadınlara hizmet veren yatılı kurumlarında aynı oranda puan artışından yararlanmaları sağlanmalıdır.

4- Meslek farklılıklarını ve meslek sorumluluk sınırlarını ortadan kaldıran, kişilere görevi ve yetkisi olmayan işlerin yaptırılmasına zemin hazırlayan “sosyal çalışma görevlisi” tanımı ortadan kaldırılmalıdır.

5- Meslek çalışanları mesleklerin sorumluluk alanları ve sınırları çerçevesinde tanımlanmalı, çalışanlara keyfi ve görevleri dışında işlerin yaptırılması engellenmelidir.

6- Yatılı kurumlarda çalışan personelin nöbet ücretleri artırılmalı, yatılı olmayan kurumlarda gerçekleştirilen fazla çalışma ücretlendirilmelidir.

7- İcap nöbetleri ve danışmanlık tedbirleri için ödenen ücretler yapılan işin ve çalışanların emeğini karşılayacak şekilde artırılmalıdır.

8- Görevde yükselme ve unvan değişikliği sınavlarında mülakat kaldırılmalıdır.

9- Fiilen Genel İdari Hizmetleri sınıfı işlerini yapan yardımcı hizmetler personelinin sınavsız GİHS kadrosuna geçişleri sağlanmalıdır.

10-Çocuk eğiticilerinin kadrosu GİHS’ ten çıkarılarak SHS’ na alınmalıdır.

11- İdarecilik kadrolarına liyakat ve seçim yöntemi ile atama yapılmalı, atama ve yer değiştirme yönetmeliği değiştirilmelidir. Atama ve yer değiştirmelerde hiçbir kurumda olmayan koşul ve kriterler ortadan kaldırılmalıdır.

12- Sosyal Hizmetler risk ve tehdidin yüksek olduğu çalışma alanları olduğundan, sosyal incelemeler, evde hizmet verilmesi gereken durumlar, güvenlik riski olanlara yönelik kurumlarda yapılan çalışmalar sırasında çalışanlara yönelik tehlike ve risklere karşı iş sağlığı ve güvenliği tedbirleri alınmalıdır

13- Sosyal hizmetler işkolunda çalışan emekçilerin ikincil travmaya maruz kalma riski oldukça yüksektir. Araştırmalarla ortaya konulan bu bilgi ışığında alanda çalışan emekçilerin çalışma koşulları ve emeklerinin ücretlendirilmesi açısından sübvansiyonel düzenlemelerin derhal hayata geçirilmesini talep ediyoruz.

14- Yatılı sosyal hizmet kurumlarında çalışan bakım personellerine tayin hakkı verilmelidir.

İLETİŞİM: SES – Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Çankaya, Kızılay, Necatibey Cad. No:82 D: 4, 06420 Ankara Telefon: (0312) 232 61 22 e-Posta: [email protected]

×