11.Dönem 1. Merkez Temsilciler Kurulumuzu (MTK) 16-17 Şubat 2024 tarihlerinde Ankara Akar International Otel’de gerçekleştirdik.
Divan oluşumu ve emek-demokrasi-barış şehitleri için yapılan saygı duruşunun ardından toplantının açılış konuşmasını yapan Eş Genel Başkanımız Nazan Karacabey şöyle konuştu:
“Son yıllarda kapitalist merkez ülkeler başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde sağcılık/milliyetçilik giderek yükselmekte ve ırkçı sağ partiler oylarını arttırmaktadır. Pandemi döneminde kapitalizm yarattığı krizden, otoriterleşme eğilimleri arttırarak çıkış yolu bulmuştur. Rusya ve Ukrayna’da İsrail/Filistin de olduğu gibi dünyanın birçok yerinde savaşlar çıkarmanın yanında dünyada artan işsizlik ve yoksulluk karşısında emek rejiminde ciddi değişiklikler dayatmıştır. Esnek, ucuz ve uzaktan çalıştırma temel istihdam rejimi haline getirilmektedir. Göçmen, mülteci ve sığınmacılara karşı ırkçı yönelimler dünyanın her yerinde artmaya başlamış, yabancı düşmanlığı körüklenmiştir. Bu durum Türkiye açısından da benzer olmuştur.
Ortadoğu halklarına yönelik emperyalizm ve yerli otoriter devletler sürekli baskı kurmakta ve savaş politikaları ile halkların özgürlük mücadeleleri bastırılmaya çalışılmaktadır. Yine ülkemizde Kürt sorunundaki yaklaşım 2016 yılından itibaren tekrardan askeri çözümler, imha ve inkar politikalarına terk edilmiştir. Bütün komşu ülkelerle savaş tehdidini temel politika olarak belirlemesi bu sebeptendir. Kürt sorununda on yıllardır sürdürdükleri red ve inkara dayalı çözümsüzlük politikası bölgede yürüttükleri savaş politikalarından bağımsız düşünülemez. Bütçenin büyük bir kısmının savaşa ayrılması ekonomik krizi derinleştirmiş çıkış yolu olarak gördükleri adaletsiz vergilendirme, çeşitli ve güvencesiz istihdam modelleri ile işçi/emekçiler, emekliler açlık sınırının altında bir yaşama mahkum edilmiştir. Savaş politikaları ekonomik krizleri kaçınılmaz kılmakta, devlet içindeki karanlık odakları güçlendirmektedir. Rejim, krizi çözme yolunda adımlar atmak yerine Yeni Osmanlıcı bir ideoloji inşa ederek, devletin baskı ve zor aygıtları ile toplumu teslim almaya çalışmaktadır.
Toplumsal muhalefetin tüm kesimleri “terörist” olarak yaftalanmakta ve hak arayan herkesim devletin baskısına maruz kalmaktadır. Anayasa mahkemesinin siyasi tutsaklara dair verdiği kararlar tanınmamakta, hukukun var olan kırıntıları da ayaklar altına alınmaktadır. Hatay Milletvekili Can Atalay’ın AYM kararlarına rağmen vekilliğinin düşürülmesi son süreçte yaşadığımız hukuksuzluklara bir yenisini eklemiştir.
İçerde ve dışarda sürekli düşman algısı yaratan iktidar uzunca bir süredir sistematik olarak yaptığı kutuplaşma siyasetini 2023 genel seçimlerinde de sürdürmüştür. 2024 yılı Mart ayında yapılacak yerel seçimler öncesi de aynı politika devam etmektedir. Milyonlarca oy alan bir siyasi parti tümüyle illegal gösterilmeye çalışılmakta ve muhalefetin diğer partileri ile birlikte bir araya gelmesine yönelik her türlü manipülasyon yapılmaktadır
Ülkemizde demokrasi olarak bizlere reva görülen tek şey 4-5 yılda bir önümüze konulan sandık demokrasisidir. Temsili demokrasinin önemli araçlarından olan seçimlere dahi her türlü manipülasyon ve hile karıştırıldığı ortadadır. Tüm olumsuzluklarına rağmen seçimler aynı zamanda toplumun en politikleştiği dönemlerdir. Bu nedenle de sağlık ve sosyal hizmet hakkına yönelik taleplerimiz ile işkolu emekçilerinin taleplerinin de politikleşeceği ve daha fazla gündem olacağı dönemler olarak değerlendirmek zorundayız. Yerel seçimler de iktidar bloğuna kaybettirecek en önemli çalışmalardan biri de ranta, talana dayalı sağlıksız kentleşmenin depremde insan hayatına nasıl kastettiğini anlatmamız olacaktır. Sağlık kurumlarının ve sisteminin enkaz altında kaldığının deşifrasyonu yapacağımız en iyi çalışma olacaktır.
İktidar toplumun sorunlarına çözüm aramaktansa her koşulda varlığını sürdüreceği yöntemlerle yerini sağlamlaştırma çabasındadır. Bu bilinçli bir tercihtir. Artan enflasyonu, düşen alım gücü karşısında toplumsal kesimleri sisteme yönelmek yerine birbirine kırdırmayı esas alan bu yaklaşımın sonucu olarak bugün işçi ve emekçiler açısından tarihin en karanlık dönemleri yaşanmaktadır. Asgari ücret temel ücret biçimi haline getirilmiştir. Emekçilerin ve işçilerin neredeyse tamamına yakını yoksulluk sınırı altında ücret ile çalıştırılmaktadır. Kira fiyatları birçok ilde asgari ücretin dahi çok çok üstüne çıkmıştır. Emeği ile geçinen büyük kesimler açısından en büyük trajedi açlıktan sınıflarında bayılan çocuklar, Arda Tonbul gibi MESAM projesinde ucuz emek gücü olarak güvencesiz çalıştırılan çocukların iş cinayetlerinde hayatlarını kaybetmeleridir. İSİG verilerine göre sadece 2023 yılı içerinde en 1932 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiştir. En son İliç de meydana gelen siyanür faciası resmi rakamla 9 işçinin hayatına mal olurken çok büyük bir coğrafyayı etkileyecek bir eko kırıma da yol açmıştır.
Pandemi ve sonrasında yaşadığımız deprem kamusal hizmetlerin önemini en can alıcı şekilde ortaya çıkarmıştır. Kamusal hizmetlerin nitelikli ve ücretsiz olarak verilmesi talebi hayati bir mesele haline gelmiş durumdadır. Sağlık kurumlarının özellikle ASM’lerin kamu kurumu niteliğinden çıkarılarak apartman altlarında, kiralık binalarda sağlıksız ve güvenliksiz alanlara dönüşümle birlikte taşınması, yandaş müttehitlerin yaptıkları sağlık kurumlarının denetlenmemesi ve depremlere dayanıklı olmaması sağlık sistemini de 6 Şubat depremlerinde enkaz altında bırakmıştır. Bu nedenle kapitalizmin piyasacı politikalarının sorgulanması ihtiyacı, kamuculuğa duyulan ihtiyaç ortaya çıkarmıştır. Bu süreçte dünya ve Türkiye örneklerinde acı bir şekilde deneyimlediğimiz; birinci gerçek ;işsizlik, gelir kaybı yoksulluk nedeniyle beslenme, barınma ve sağlık koşulları kötü olan kitlelerin salgından daha çok etkilendiği yani salgının ‘sınıfsal boyutu’ dur. İkinci gerçek ise ticarileşen sağlık hizmetlerinin bireyi temel alması, tedavi merkezli olması, bu hizmetlere herkesin ulaşamaması, önleyici ve koruyucu niteliğinin olmaması nedeniyle sağlık, eğitim, ulaşım vb. hizmetlerin kamusal verilmesi gerekliliğidir.
Türkiye’nin sağlığı, AKP’nin 2003 yılından itibaren “Sağlıkta Dönüşüm Programı” adını verdiği ‘reform’ ile yeniden yapılandırıldı. 21 yılda kurumlar, yöneticiler, birinci basamak sağlık hizmetleri, hastaneler ve Genel Sağlık Sigortası dönüşümden nasibini alırken muayene ücreti, ilaç farkı gibi terimler de hayatımıza girdi. Sağlık hizmetlerinin özelleştirildiği, emekçilerin köle, hastaların müşteri olarak görüldüğü Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın faturası bizler açısından ağır oldu. Yürürlükte olan bu programın sonucu koruyucu değil tedavi edici bir sağlık sistemine yönelinmesi, acil servislere ülke nüfusunun üzerinde başvurularla sağlık hizmetlerinin krize sürüklenmesi, sağlıkta şiddetin giderek artmasıdır.
Yine sağlık finans sistemindeki değişiklik sonucu genel sağlık sigortası getirilmiş, milyonlarca vatandaş prim borçlarından kaynaklı en temel sağlık hizmeti ihtiyaçlarını bile karşılayamaz durumda kalmıştır. Üstelik sağlık hizmetlerinden faydalanabilmek için primini ödemek de yetmemekte katkı-katılım payları ciddi bir masraf kalemi oluşturmaktadır. Parası olmayana sağlık güvencesi denilerek oluşturulan Genel Sağlık Sigortası kapsamında faydalanılacak hizmetler, SGK tarafından sürekli yeniden belirlenmekte, yıllar içinde çok daha fazla sağlık hizmeti ve ilaç Genel Sağlık Sigortası temel teminat paketi kapsamı dışında bırakılmakta, yurttaşlar özel sağlık sigortalarına mecbur bırakılmaktadır.
Katkı katılım paylarıyla ilave ücretlerin halk açısından yarattığı sıkıntılarla yine koruyucu hizmetlerin önemi pandemi süresince ve deprem sonrası daha da açığa çıkmış durumdadır. Halkın sağlık hakkı üzerinden yürüyecek bir mücadele hattına ihtiyaç ortadadır.
Sağlıkta dönüşümün sağlık emekçilerine yansıması ekip anlayışının dağıtıldığı, rekabetçi, emeğin karşılığının alınamadığı, her geçen gün yoksullaşmanın arttığı bir düzen olmuştur. Döner sermaye ve performansa dayalı ödeme sistemi ile sağlık emekçileri rekabete itildikleri gibi ek ödemeler her geçen sene daha da azalmış, üstelik emekliliğe yansımayan bu ödemeler neticesinde emeklilik maaşlarının açlık sınırında olmasından kaynaklı pek çok sağlık ve sosyal hizmetler emekçisi emekli olmaktan imtina eder hale gelmiştir. Sağlık emekçilerinin özlük haklarında sürekli gerileme yaşanmış, iş güvencesi ellerinden alınan sağlık emekçileri sözleşmeli statüde çalışmaya zorlanmış, aynı işi yapan, aynı meslek mensupları arasında uçurumlar yaratılmıştır.
Emekliliğe yansıyan, yoksulluk sınırı üzerinde tek ödeme talebimizin kulak arkası edilmesinin yanında sabit ek ödeme, ek ödeme, döner sermaye, teşvik gibi emekliliğe yansımayan ücretler yanında 2023 yılında yapılan toplu sözleşme ile ilave ek zam adı altında yine emekliliğe yansımayan yeni bir ücretlendirme modeli getirilmiştir. Düşen ücretler nedeniyle emekli olunamazken ilave ek zam uygulaması ile emeklilik tümüyle hayal olmuştur. Sağlık emekçileri ücretleri azalmasın diye izin kullanmaktan yani dinlenme hakkından feragat ettiği gibi sürekli nöbet tutmaya çalışmaktadırlar. Üç kuruşluk nöbet ücretleri ile gelirlerini arttırmaya çalışmaktadırlar
Sağlık ve sosyal hizmetler alanında performans sisteminden kaynaklı parçalı, yetersiz, belirsiz gelir tablolarının olması, çalışanlar arasında adil bir ücret dağılımının olmaması çalışma barışını bozmakta ve bu durum sağlık çalışanları için ücret kaybına neden olmaktadır. Sağlık ve sosyal hizmetler emekçileri arasında temel ücreti esas alan, tüm ek ödemelerin temel ücretimize eklenmesi ve emekliliğe yansıtılacak şekilde hesaplanması için mücadele yürütmeye devam edeceğiz. Bu dönem ilave ek zam ve sabit ek ödemelerin tamamının emekliliğe yansıtılması başlıklarını öne çıkararak kazanım elde edinceye kadar kesintisiz mücadele yürütmemiz gerekmektedir.
Kamuda ihraçlar ve güvenlik soruşturmaları güvencesizleştirme planlarının bir mekanizması haline getirilmiştir. Güvencesizleştirmenin başka bir boyutu olan esnek çalışma biçimleri de yaygınlaştırılmaktadır. Bu saldırılara karşı güvenceli çalışma için bütünlüklü bir mücadele önemli bir ihtiyaçtır
İşkolumuz ağır ve çok tehlikeli işler kapsamındadır. Sağlık ve sosyal hizmet emeği üretirken çalışma koşullarından kaynaklı olarak sağlığımız tehdit altındadır. Pandemi ve sonrasında yaşanan deprem sürecinde sağlık ve sosyal hizmet emekçileri en derinden etkilenen kesimlerin başında geliyor. Yüzlerce arkadaşımız alınmayan tedbirler nedeniyle ya salgında ya da güvensiz ve sağlıksız binalarda depremin yarattığı enkaz altında kalarak yaşamını yitirdi. Bu durum sağlık ve sosyal hizmetler alanında çalışanların sağlığı konusunda mücadele vermenin ne kadar elzem olduğunu göstermiş durumdadır.
Sağlık sistemi bu haliyle alarm vermektedir. Bu nedenle emekçiler ve halkı önceleyen yeni bir sağlık sisteminin inşası için mücadeleyi büyütmek önümüzde görev olarak durmaktadır.
Dünya Bankası’nın yoksulluğun yönetilebilir kılınması, sürdürülebilirlik ve sosyal patlamayı önlemek üzere oluşturduğu proje ve stratejilerin Türkiye’deki en sadık uygulayıcısı AKP iktidarıdır. Piyasacı bir mantığa dayanan bu strateji ve politikalar asıl olarak sistemin kendini devam ettirmesine yönelik araçlar olmaktan öteye gitmemektedir. Yıllardır izlenen politikaların her adımında sosyal hizmetler AKP’nin ideolojik bakışı ve ihtiyaçları üzerinden şekillendirilmiş, hizmete ihtiyaç duyan kesimlerin ihtiyaçları değil, iktidarın ihtiyaçları ön planda tutulmuştur. Sosyal hizmetlerin; kadın, çocuk, engelli ve yaşlılar başta olmak üzere sosyal hizmete ihtiyaç duyulan kesimlere ayrımsız şekilde hizmet sağlayan bir alan olması gerekirken maalesef bugün izlenen politikalar ve pratik uygulamalarda görülmektedir ki iktidarın kendi ideolojik bakışı, seçim ve oy hesapları yani kendi çıkarları için şekillendirdiği bir alan olmuştur. İnsanların hak olduğunu bilmediği, dışarıdan verilen bir yardım olarak algılaması ve yardım verenin yanında olması gereği üzerine kurulu bu sistem sosyal hizmet değildir.
Tüm toplumun, özellikle de sosyal hizmetlere öncelikli ihtiyaç duyan kesimlerin katılımıyla birlikte bu alanda örgütlü yapılarla hak temelli bir sosyal hizmet mücadelesini büyütmek gerekmektedir.
Ülkede inşa edilmeye çalışılan siyasal İslamcı tek adam rejiminin iki temel politikasını oluşturan piyasacılık ve gericilik derinleşerek devam ediyor. Talana, yandaşa kamu kaynaklarını aktarma politikası milliyetçilik ve dinsel gericilikle örtülerek gizleniyor. Özellikle eğitim ve sağlık alanı başta olmak üzere bütün kamusal alanlarda emekçilerin mücadelesine dayalı aydınlanma ve yeni bir laiklik anlayışına, ihtiyaç olduğu görülüyor. Genel kurulumuzda da tartışılan ve karar altına alınan ÇEDES projesine karşı Eğitim Sen Başta olmak üzere toplumsal muhalefet ve tüm demokrasi güçleri ile birlikte mücadele önümüzdeki dönemin ana başlıklarındandır. Yine işkolumuzda manevi danışmanlık adı altında din insanlarının hastanelerimize sokulması bilimsel yönetmelerden uzaklaşma yanında bizlere dayatılan yeni sistemin adımları olarak değerlendiriyoruz.
İktidar eliyle büyütülmeye çalışılan karanlık en çok kadın kazanımlarına, kadınların hayatlarına kastetmektedir. İstanbul Sözleşmesinden tek adam iktidarı eliyle bir gecede çekinilmiştir. Her yeni güne yeni bir kadın katliamı ile uyanıyoruz. Üstelik iktidar tarafından cesaretlendirilen kadına yönelik suçların failleri gerekli cezayı almamakta, kadınların sosyal medyada ve sokakta gösterdiği tepki sonucunda yapılan göstermelik göz altılardan sonra kısa sürede salıverilmektedir. Öldürülen her 3 kadından ikisinin failiyle ilgili suç duyurusunda bulunmuş olması iktidarın kadınları korumadığının göstergesidir. Kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran dil ve politikalar değişinceye, failler gerekli cezaları alıncaya, İstanbul Sözleşmesi layıkıyla uygulanıncaya kadar kadınlar susmayacak. Tacize, tecavüze ve şiddete maruz bırakılmış tüm kadınlar için, bu şiddet son bulsun diye fiili ve meşru mücadele hattında yürümeye devam edeceğiz.
Ayrıca İLO 190 Sayılı Çalışma Yaşamında Şiddet ve Tacizin Önlenmesi Sözleşmesi, bu alandaki ilk ve tek olma niteliğindeki sözleşme olması itibari ile önümüzdeki mücadele programında imzası ve uygulanması konusunda önemli başlıklardan biri olacaktır.
Sağlık ve sosyal hizmetler iş kolunun yarısından fazlasını oluşturan kadınların sendikal mücadelede var olmaları ve görünür kılınmaları için önümüze güncel ve özgün mücadele ve örgütlenme başlıklarını koymamız gerekmektedir. Çalışma yaşamı içinde parçalı istihdam modelleri ,angarya ve mobbing özellikle kadın çalışanları etkilemekte ev içi bakım yükünün ağırlığıyla çalışma yaşamından geriye çekilmekte ya da var olan koşullarda tükenmişlik yaşamaktadırlar.
Bizi itmeye çalıştıkları bu yalnızlık ve çaresizlik sarmalına teslim olmayı reddediyoruz, işyerlerinde örgütlülüğümüzü de taleplerimizin görünürlüğünü de arttırmak için ısrarla yeni yollar deniyoruz. Sesimizi duymazlıktan gelenlere karşı işkolumuzdaki emek ve meslek örgütleri ile birlikte etkinliklerimizle yaşadığımız sorunların da çözümünün de ortak olduğunu, yalnızlık duygusunu aşmanın da sorunlarımızın çözümünün yolunun da örgütlenmekten geçtiğini vurguluyoruz.
10.Dönem boyunca hem pandemi hem de 6 Şubat depremlerinin hayatlarımızı tamamen değiştirmesine yönelik büyük mücadeleler yürüttüğümüz gibi, önceki dönem eş genel başkanlarımız dahil birçok arkadaşımıza yönelik gözaltı ve tutuklamalar ile birçok ilde yönetici ve üyelerimize yönelik baskılara karşı , aynı zamanda sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin talepleri ile halkın sağlık ve sosyal hizmet hakkına yönelik de mücadele yürüttük. Bu mücadelelerin sonucu olarak örgütümüz 10. Dönemde üye sayısını yüzde elli oranında arttırmayı başardı.
2023 Eylül ayından itibaren işyerlerinde başlayan genel kurul süreçlerimiz 17-19 Kasım 2023 tarihlerinde yapılan olağan genel kurulumuzla tamamlandı. Örgütümüz büyük oranda yenilendi ve gençleşti. Sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin yüzünü bizlere daha fazla döndüğü bir dönemdeyiz.
SES’imizin tüm sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin ortak sesi olması için işyerlerinden başlayarak büyüttüğümüz mücadelelerin başlıklarını, yeni yol ve yöntemlerini 11. Olağan genel kurulumuzda çeşitli karar önergeleri ile belirlemeye çalıştık. Kongremizde yapılan tartışmaları da MTK’larımızda daha da inceltip hep birlikte mücadele yönelimlerimizi ve programlarımızı belirleyeceğiz. Bu MTK’mızda yürütülen tartışmalar ve genel kurulumuzda alınan kararlar üzerinden hazırlayıp gönderdiğimiz 11. Dönem taslak mücadele programımız üzerinden yapacağımız tartışmalar ile ortaklaşıp netleştirmeye hep birlikte çalışacağız.
Hepimize MYK’mız adına mücadelelerimizin karşılık bulacağı etkin bir çalışma dönemi diliyorum.
Eş Genel Başkanımız Nazan Karacebey’in konuşmasının ardından söz alan MTK delegeleri siyasal ve sendikal geçmiş süreci değerlendirerek, önümüzdeki dönemin planlamasına dair görüş belirttiler.
Genel Örgütlenme ve Eğitim Sekreterimiz Eylem Kaya Eroğlu sekreterlik bilgilendirmeleri ve örgütlenme sunumu yaptığı MTK toplantımızda, Genel Kadın Sekreterimiz Nursel Yücesoy kadın sekreterliği, Genel Mali Sekreterimiz Deniz Topkan mali durum bilgilendirmesi gerçekleştirdi.
İki gün süren 11. Dönem 1. Merkez Temsilciler Kurulumuz sonuç bildirgesinin okunmasıyla sona erdi.