10. Dönem 8. Merkez Temsilciler Kurulumuzu (MTK) 3-4 Haziran 2023 tarihlerinde Ankara’da Eğitim-Sen Genel Merkezi Toplantı Salonunda gerçekleştirdik.
Divan oluşumu ve emek-demokrasi-barış şehitleri için yapılan saygı duruşunun ardından toplantının açılış konuşmasını yapan Eş Genel Başkanımız Gönül Adıbelli şöyle konuştu: “Merkez Temsilciler Kurulumuzun değerli üyeleri, değerli mücadele arkadaşlarım hepinizi Merkez Yönetim Kurulu adına saygıyla selamlıyorum. İki gün sürecek ve önümüzdeki mücadele programımızı oluşturmamızda yol gösterici olacak tartışma ve kararların alınacağı bir toplantı olacağı inancıyla hepiniz hoş geldiniz. Dünyadaki neoliberal politikaların girdiği kriz ve bu politikaların yılmaz savunucusu 20. yılını geride bırakan mevcut iktidarın yarattığı yıkımın sonuçlarını emekçi halk kesimleri yoksulluk, sefalet ve açlık olarak her geçen gün daha da derinden yaşamaktadır. Kamu kurumları tek adam rejimi ile işlevsiz hale gelmiş bütün kurumlar uzun süredir devam eden liyakatsiz politikalar ile işlevini yitirmiş mafya ve tarikatlara devredilmiş durumdadır. Her alanda şahsın iktidarı zihniyeti ile hukukun, yasaların, temel insan haklarının, kuralların ve kurumların yok sayıldığı, ayaklar altına alındığı bir sürece tanıklık etmekteyiz. Siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel ahlaki, kısacası her açıdan çürüyen, kokuşan bir dönemin içerisinden geçmekteyiz. Kapitalist sistem yaşanan bu krizin sorumlusu kendisi değilmiş gibi, bedelini yine insanlığa, doğaya, evrene ödetmek istiyor. Londra merkezli bir yardım kuruluşu Okfam’ın ‘’Eşitsizlik Öldürür’’ raporuna insanlık açısında gelinen noktanın çarpıcı bir şekilde kapitalistler tarafından nasıl kendileri için kullandıklarını ortaya koymaktadır. Raporun detaylarına baktığımızda çarpıcı birçok göstergelerle karşılaşıyoruz. En çarpıcısı dünyayı derinden etkileyen Covid-19 pandemi döneminde aşıya ulaşmadaki eşitsizlik, kapitalizmin insanlık ve doğa karşısındaki zihniyetini en çarpıcı göstergesi. Dünyada eşitsizliklerin sonu tükenmiyor ve bu eşitsizlik karşısında emekçiler ayakta hak arama mücadelesi veriyor. İngiltere, Fransa, Belçika da hem sağlık iş kolunda ki emekçiler hem de diğer iş kolları grevlere çıkıyor haklarını arıyorlar. İktidar ekonomik ve toplumsal bir çöküntü yaratarak şiddeti, toplumsal çatışmaları körükleyerek sistemsel bir kriz yaratarak, her türlü hak arama mücadelesine karşı kendi yarattığı güvenlikçi politikalarla meşru gören, halka karşı savaş açarak toplumu hizaya getirmeye ve seçim sürecin böyle yürütmeye çalışıyor. Bu krizin sistemsel boyutunu ikincileştirerek halka karşı açılan savaşı bilinçli olarak görmezden gelen, muhalefeti de kurumlara bırakan ve seçime endeksli muhalefetlik yapan muhalefet ise iktidarın bu politikalarına karşı yeterince tepki göstermeyerek onların değirmenine su taşıyor. Tüm bunlara rağmen hak arama mücadelesini zaman zaman yükselten demokratik yapılara düşen görev ise kendi muhalefet odaklarını oluşturmasıdır. Burada bize düşen görev pandemi döneminden başlayarak hak arama mücadelesini sağlık emek meslek örgütleri ile birlikte nasıl yükselttiysek bu günde muhalefet örgütlerini bir araya getirecek eylem ve etkinliklerle yıllardır halkın ve emekçilerin üzerinde yaratılan baskıyı ortadan kaldırma olanaklarımız var. İktidarın işçi sendikalarının aldıkları grev kararlarını yasaklamalarına karşı bu kararları dinlemeyip greve devam etmeleri, kamu alanında özellikle alanımızda hak arama mücadelesini yükseltmek için yaptığımız eylem-etkinlikler, son dönemlerde eğitim alanında yaşanan sorunlara karşı yıllar sonra Eğitim-Sen’in iş bırakma kararı alması örnek gösterilebiliriz.
Açıklanan enflasyon rakamları ile yandaş sendikaların zam görüşmeleri ile asgari ücrete %55 memurlara ise %25 oranında zam verilmiş daha sonra sadaka verir gibi %30 oranı açıklanmıştır. Hükümetin yanlış ekonomi politikaları mevcut ekonomik krizi derinleştirmekte, çalışmaya uygun nüfusun üçte birinden fazlası işsizken ve yakın gelecekte iş bulma umudunu kaybetmiş durumda iken milyonlarca emekçi, asgari ücretlinin eline geçen para temel ihtiyaç maddelerine bile yetmemektedir. Sağlık hakkı; sağlıkta dönüşüm politikaları ile bugün ilaca ulaşmakta sıkıntı yaşanır hale gelmiş, kamusal, nitelikli, anadilinde ve ulaşılabilirliğini kaybetmiş. Eğitim hakkı; deneme tahtasına çevrilen, laik, bilimsel, anadilinde ve demokratik olmaktan uzak, giderek tarikatların, cemaatlerin etkin olduğu ve hatta yönettiği bir anlayışla terk edilmiştir. Barınma hakkı; yüksek ev fiyatları kontrolsüz kira fiyatları sonucunda ortadan kalkmış, ulaşım, iletişim, temiz su kısacası insani yaşam haklarımız yok edilmiştir. Grev hakkı keyfi kararnamelerle engellenmeye çalışılmış, düşünce, vicdan, din özgürlüğü iktidar tarafından ortadan kaldırılmış, diyanet fetvaları ve tarikatlar eliyle yönlendirilir olmuştur. Basın özgürlüğü ve haber alma hakkı yandaş medya patronları ve saraydan direk müdahale ile engellenmiş, adil yargılanma hakkı bir gece çıkarılan KHK’larla ortadan kalkmış durumdadır. Yasalar siyasal ihtiyaçlarla yorumlanır, kararlar şahsın rejiminin keyfiyetinin işaret ettiği şekilde alınır hale gelmiştir. HDP’nin kapatma davası, yasal hazine yardımlarının kesilmesi bunun göstergesidir. Üretenlerin, değeri yaratanların, yani işçilerin, emekçilerin, halkın, vergi mükelleflerinin, bu ülkede yaşayan herkesin, doğrudan ya da dolaylı mekanizmalar aracılığıyla ödedikleri vergilerin nerelere harcandığını ya da harcanmadığını bilmeleri ve bunu denetleyebilmeleri gerekir. Bu denetim bütçenin hazırlanması, uygulanması ve sonuçlandırılması sırasında yapılabilmesi gerekirken yine akla ve mantığa aykırı bir bütçe dönemi geçirdik. Bakanlıkların şirket anlayışıyla yönetilmesi, sermayenin gereksinimlerinin öncelenmesi, gerici zihniyetin önceliklerine göre planlanan bütçe görüşmelerini kabul etmek mümkün değildir. Uzun yıllardır kazanılan hakları için mücadele eden emekçilerin EYT talebi, temel haklarımızın bile ortadan kalktığı, ekonomik krizin zirve yaptığı bu dönemde mayıs ayında yapılacağı söylenen seçimin malzemesi yapılarak komisyona getirilmiştir. Aynı zaman da güvencesiz durumda ki sözleşmelilerin kadroya alınma süreci yine belli çıkarlara göre her çalışanı kapsamayan ve eksik bir şekilde yasallaşmıştır. 2003 yılında sağlıkta dönüşüm politikaları ile işlevsiz hale gelen hastaneler, poliklinik ve ameliyat randevularının bulunamaması, yıllar önce birçoğu kamu tarafından üretilen yüzlerce ilaç ile tetanos ve kuduz gibi temel aşılara 2023 yılına girerken ulaşılamaması gösterilebilir. Mevcut durum halk için bir şey ifade etmeyen sağlık politikalarının bedeli yine emekçilere ve topluma ödetilmektedir. Aylar sonraya randevu alabilen yurttaşlar, muayene sonrası eczaneye gittiğinde ilaç bulamamakta, ilaç ve aşılara erişimdeki sorunlar nedeniyle hastalıkların önlenememesi, tedavi edilememesi kalıcı hasarlara, kronik hastalıkların, kanserlerin ilerlemesi de neden olmaktadır. Sağlık alanında yaşanan sorunların derinleşmesi sağlık hizmetlerinin niteliğini düşürmüş; sağlık emekçilerinin çalışma koşullarını bozmuştur. Ekonomik krizin etkileri sağlık çalışanları üzerinde de ciddi yük olmaktadır. Sendikamızın vermiş olduğu mücadeleler sonucu iktidarın teşvik, ek ödeme vb. isimlerle uzun vadeli olmayan günü kurtarmaya yönelik hamleler yapmasına yol açmıştır. Emekçilerin talepleri karşılanmaya çalışılsa da dönüşüm sürecinin bir ayağının insanca yaşayacak ücretlerden ziyade sermayenin çıkarlarına uygun maaşların oluşması ve bu koşullarda yüksek karlılık oranlarında sağlık turizmi planlanması olduğunu biliyoruz. Bu yüzden insanca yaşayabileceğimiz, emekliliğe yansıyan temel ücret üzerine, hizmet yılı, eğitim düzeyi, yapılan işin niteliği ve riski gibi kriterler ile giydirilmiş ücret mücadelesini sürdürmeye devam ediyoruz. Pandemi döneminde ve sağlık sisteminde yaşanan sorunlara karşı güçlü bir mücadele yürüten sendikamız, iktidarın hedefi olmuş, yaptığımız her eylem ve etkinliğimize yönelik davalar açılmış, sendikamızın emek mücadelesi kriminalize edilmeye çalışılmaktadır. Başta eş genel başkanlarımız olmak üzere üye ve yöneticilerimiz tutuklanarak suç isnat edilmeye çalışılmakta. Duruşmalarda dinlenen tanık ifadeleri, suç olarak isnat edilen delillerin, iddiaların ve ifadelerin asılsız düzmece olduğunu ve ifadeye gelmeyen tanığa rağmen bir arkadaşımızın adli kontrolle serbest bırakılması, bir arkadaşımızın da tutukluluğunun devamına karar verilmesiyle süreç kasıtlı olarak uzatılmış ve tedbir amaçlı olması gereken tutuklama cezalandırmaya dönüştürülmüştür. SES tarihi emekçilerin ve toplumun sağlık hakkı mücadelesi tarihidir. Bu davayla aslında halkın sağlık hakkı, sendikal haklar ve kadın mücadelesi yargılanmak istenmektedir. Bu baskı ve tutuklamaların yalnızca SES ile de sınırlı olmadığı görülmektedir. TTB Merkez Konseyi Başkanı haksız ve hukuksuz bir şekilde tutuklanmış, bununla yetinilmemiş seçimle göreve gelen Merkez Konseyi’nin amaç dışı faaliyet göstermesi iddiasıyla görevden alınması için dava açılmış, yetmemiş anayasal koruma altında olmasına rağmen TTB için yasa değişikliği gündeme getirilmiştir. Bu da yetmezmiş gibi bir de Merkez Konseyi’nin tüm üyeleri hakkında asılsız iddialarla soruşturma başlatılmıştır. İktidarların sorunu seçilmişlerle; istedikleri gibi hareket etmediğinde seçilmişler yerine atanmışları koyması, demokrasilerin değil otoriter yönetimlerin uygulamalarıdır. Siyasi iktidar kadınların toplumsal konumunu aile ve çocuğa endeksleyen, onları eşit bireyler olarak görmeyen daha çok aileyi korumaya yöneliktir. Bu yaklaşım, eşitsizliği gidermek bir yana derinleşmesine sebep oluyor. Aileyi koruma anlayışı sonucu kadınların şiddete maruz kalmasına, çocukların istismar edilmesine, kadınların beden ve emeklerinin daha fazla sömürülmesine neden olmaktadır. Bu anlayış, kadınları geleneksel toplumsal cinsiyet rolüne hapsederken şiddetin kaynağının toplumsal cinsiyet eşitsizliği olduğunu görmezden gelmektedir. Kamuoyunda HKG davası olarak bilinen, Hiranur Vakfı’nın kurucusu 6 yaşındaki kızını imam nikahı ile evlendirmesi olayının üstü kapatılarak kadına ve çocuğa yönelik politikalarını bir kez daha ortaya koymuştur. Aile ve sosyal hizmetler bakanlığı sadece davaya müdahil olma bağlamında görevini tarif etmesi, bakanlığın çocuk yaşta evlilikleri önleme ve şiddete maruz kalan kadınlara danışma merkezleri ve sığınaklarda ihtiyaçlarına uygun bir biçimde sosyal, psikolojik ve hukuki destek sunma görevlerinin farkında olmadığını düşündürüyor. Türkiye seçimlere giderken bir yandan da kadınları yakından ilgilendiren bir anayasa değişikliğini tartışıyor. Giderek erkek egemen bir zihniyetle “muhafazakarlaşan” Türkiye’de kadınların yaşamını derinden etkileyecek türden gelişmeler yaşanıyor. Bu seçim kadınlar açısından özellikle yaşamsal bir önem taşıyor. AKP iktidarı döneminde haklarımızı korumak, hayatlarımızı korumak için çok büyük bir mücadele verdik. Kadın örgütlerinin hemen hiçbir gösterisine izin verilmediği, kadınların neredeyse her gösteride ters kelepçe ve diğer işkence yöntemleriyle gözaltına alınıp yargılandıklarını bütün dünya gördü. Kaldı ki, kadınların kıyafeti üzerinden bir anayasa maddesi olamaz. Hatırlarsak Mahsa Jina Amini İran’da örtünmediği için değil, rejimin ahlak polislerinin beğenmediği şekilde örtündüğü, saçının ucu göründüğü için öldürüldü. 6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli büyük bir deprem felaketini yaşadık. Her gün en az üç kadının sistematik bir şekilde öldürüldüğü, haklarımızın ve hayatlarımızın güvencesi olan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılarak evrensel insan hakları hukukunun terk edilmeye çalışıldığı bir ülkede siyasi yıkımlara da direnmekte olan kadınlar olarak; doğanın değil, erkek egemen, ayrımcı, tekçi, depremin kadere bağlandığı devlet anlayışına tanıklık ettik. Yaşadığımız bu felaket mevcut toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve ayrımcılığını daha da derinleştirdi. Kadınlar ve kız çocukları, yeterli beslenme, hijyen, eğitim ve bilgiye erişimlerindeki eşitsizliklerden dolayı afet sonrasında da ölüm ve hastalık riski ile en fazla karşı karşıya kalan kesim olmuştur. İstanbul Sözleşmesi’nden yasalara aykırı olarak çekilmiş bu iktidar döneminde, zaten saldırı altında olan 6284’ün etkin olarak uygulanmadığı bir ortamda meydana gelen 6 Şubat Depremlerinin ardından kadına karşı şiddetin afet sonrasında hem mevcut koruma mekanizmalarının depremden etkilenmesi, hem de güvenlik açısından oluşan boşluk nedeniyle katlanarak risk oluşturmuştur. Depremin etkileri giderilmemişken ve binlerce insanın sorunları halen devam ederken siyasi iktidar seçim kararı almıştır. 14 Mayıs’ta gerçekleşen seçimin demokratik ve şeffaf bir seçim olmadığı gibi yalan, dolan, hile ve hırsızlık ile halkın iradesi gasp edilmeye çalışılmıştır. 14 Mayıs seçimleri sonrası tek adam rejiminin parlamentoya taşıdığı Hizbullah’ın varisi Hüda Par daha ilk günden “yalnız yaşayan kadınların sahiplenilmesine” dair açıklamalar yapıyor, İstanbul Sözleşmesi karşıtlığı üzerinden LGBTİ+’ları da yok sayan homofobik nefret söylemlerini sürdürüyor. Kadınları şiddete karşı koruyan 6284 sayılı yasayı, kadınların kazanımlarını tartışmaya açıyor. Biz kadınların yaşamları ve kazanımları pazarlık konusu değildir! Eğitim hakkımızı gasp eden, kadınları derin bir yoksulluğa terk eden, üniversitelerde tacizi, şiddeti normalleştirmeye çalışan AKP-MHP faşist iktidarına boyun eğmeyeceğiz. Kadınlar en zor anlarda hayatlarına, haklarına, özgürlüklerine sahip çıkmayı başardılar. Bu faşist gidişatı engellemek için her zaman olduğu gibi, bundan sonra da haklarımız için mücadele etmeye, birbirimize sahip çıkmaya ve sokaklarda sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz, kadın düşmanı politikalarda ortaklaşmış ittifakları kadın dayanışmasıyla yeneceğiz. 6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli 11 ili etkileyen depremi ekonomik krizden beli bükülmüş yoksul emekçi halkımız doğal bir olayı çok büyük bir afet olarak yaşadı. Depremin ilk üç günü boyunca halk adeta kaderine terkedildi. Yardım geç gittiği için on binlerce insan yaşamlarını yitirdi, on binlerce insan yaralandı, milyonlarca insan yerinden yurdundan oldu. Depremin etkilerinin yoğun olduğu yerlerde kamu hastaneleri büyük hasar aldı. Ayakta kalanların yoğun bakım destek üniteleri iflas etti. Birinci basamak sağlık kurumları ya yıkıldı ya da kullanılamaz hale geldi. Yüzlerce sağlık emekçisi yaşamını yitirdi. Depremde 21 üyemiz de yaşamını yitirdi. Yaşamını yitiren üyelerimizin yakınları başta olmak üzere tüm halkımızın bir kez daha başı sağ olsun diyoruz ve sabırlar diliyoruz. Depremin ilk dakikalarından itibaren SES, TTB ve KESK bütünlüğünde deprem kriz koordinasyonları oluşturuldu. Deprem bölgesine sendikamız KESK bünyesinde yardım toplama ve ulaştırma faaliyetleri içinde tüm illerde büyük bir fedakârlıkla çalıştı. Aynı zamanda TTB ve diğer sağlık örgütleri ile de ortaklaşarak yaklaşık 4 aydır deprem bölgesine gönüllü ekipler göndererek halkın sağlık hizmetlerine olan ihtiyacını, koruyucu sağlık hizmetlerine dair bilgiyi toplumsallaştırarak bulaşıcı hastalıkları engelleme ve psiko-sosyal dayanışma vermektedir. İlk günden itibaren raporlar ve resmi kurumlara yazdığımız yazılarla halk sağlığı ve işkolu emekçilerinin talepleri için yapılması gerekenleri ifade ettik. Ekonomik krizin böylesine derinleştiği, toplumsal kutuplaşmanın bu denli kışkırtıldığı bir dönemde “Kapitalist Yıkıma, İşsizliğe, Yoksulluğa Karşı Birleşelim!” şiarı ile tüm illerde 1 Mayıs meydanlarında taleplerimizi haykırdık. Bir kez daha boyun eğmeyeceğimizi ifade ettik. En önemlisi de deprem bölgesinde ki illerde yapılan etkinliklerde yaşanan acıların temel sebebinin kapitalist rant politikaları olduğu acının en çok yaşandığı yerde direnişin ateşi yakılarak kutlanmaya çalıştı. 1 Mayıslarda dile getirdiğimiz talepler aynı zamanda 14 Mayıs seçimlerindeki tutumumuzu da belirleyen taleplerdi. Genel seçim öncesi konfederasyonumuz KESK’in ortaya koyduğu tutum belgesi, sendikamız tarafından işkolumuza özgü taleplerimiz kamuoyu ve örgütümüz ile paylaşılarak mevcut baskıcı rejimin son bulması, değişimin kapılarının aralanması için mücadele etme iradesi tüm örgütümüzce açığa çıkmıştır. Emek ve meslek örgütleri, demokrasi güçleri olarak; örgütlenme özgürlüğünün olduğu demokratik bir ülke inşasına kapı aralaması için genel seçimde demokrasiden barıştan ve emekten yana tüm güçlerin ortak mücadelesi ile ortak hareket ettik. Seçim süreci boyunca, toplumda korku ve panik havası yaratmak için polis devletinin tüm olanaklarını ve medyanın büyük bir kesimini seferber etmekten geri durmayan, kamu kaynaklarını sonuna kadar sömürenler seçim günü de birçok hukuksuzluk ve antidemokratik uygulamaya imza atmışlardır. Dolayısıyla anti demokratik bir ortamda ve eşitsiz koşulların gölgesinde gerçekleştirilen 28 Mayıs seçimlerinin kazananı yoktur. Seçimler geride kalmış, ancak derinleşen yoksulluktan, işsizlikten, gelir adaletsizliğinden, emek sömürüsünden, kadın düşmanı gerici ittifaklardan hukuksuzluktan beslenen anti demokratik sistem orta yerde durmaktadır. Ortaya çıkan meclis yapısına baktığımızda önümüzdeki dönem 6284 sayılı yasa başta olmak üzere kadınlara yönelik hakların korunması; demokrasi, hak ve özgürlükler için de mücadeleyi yükselteceğimiz bir dönem olacaktır. Mevcut rejimi kabul etmeyen milyonların seçim dönemi boyunca ortaya koyduğu irade yeni dönemde birleşik mücadelenin güçlü emarelerini ortaya koymuştur. İktidar yıllardır uyguladığı sağlıkta dönüşüm programına, sağlığı özelleştirmeye karşı mücadele eden bizleri işlevsiz hale getirmek için elinden geleni yapmakta. Bunun içinde uyguladığı baskılar yanında emekçilerin yandaş sendikaya üye olmaları için işyerlerinde her türlü baskıyı uygulamaktadır. Bu sene de yetki dönemi boyunca aynı çabalarını devam ettirmiş, en somut örneği de İzmir Buca Seyfi Demirsoy Eğitim ve Araştırma Hastanesinde gasp edilen yetkimizdir. Bu nedenle emek ve meslek örgütleri başta olmak üzere tüm demokrasi güçlerinin görev ve sorumluluğu daha fazla artmıştır. Seçim sonuçları bize, emekten, demokrasiden, eşitlikten, barıştan, kardeşlikten yana olanlar olarak önümüzdeki dönemde dayanışma ve mücadeleyi daha da yükseltme görevi yüklemiştir. Halkın sağlığı, sağlık emekçilerinin hakları, toplum yararı için dün olduğu gibi bugün de hiçbir iktidar bize geri adım attıramayacak. İktidarda kimin ya da kimlerin olduğuna bakmaksızın emekçilerin haklarını, demokrasiyi, laikliği, barışı sahiplenmeyi sürdürecek, tarihinin her döneminde olduğu gibi bugün de umudu daha fazla büyüterek mücadelemize devam edeceğiz. Emekçilerin alın terinin karşılığını aldığı, hakkın haksızlıktan yüce, sevginin nefretten üstün, aydınlığın karanlıktan güçlü olduğu bir ülkeye kavuşacağımız günü yakınlaştırma mücadelesinden asla taviz vermeyeceğiz.”
Eş Genel Başkanımız Gönül Adıbelli’nin konuşmasının ardından söz alan Genel Örgütlenme, Eğitim, Basın-Yayın ve Sosyal İşler Sekreterimiz Mehmet Sıddık Akın örgütlenme sunumu gerçekleştirirken, Genel Mali Sekreterimiz Tayyar Özcan da mali durum bilgilendirmesi yaptı.
Denetleme Kurulu raporunun sunulmasının ardından ise MTK delegeleri siyasal ve sendikal geçmiş süreci değerlendirerek, önümüzdeki dönemin planlamasına dair görüş belirttiler.
10. Dönem 8. Merkez Temsilciler Kurulumuz, aralarında Genel Kadın Sekreterimiz Selma Atabey’in 04.07.2022 tarihinden beri tutuklu olduğu, önceki dönem Eş Genel Başkanımız Gönül Erden’in ev hapsinde bulunduğu ve eski MYK üyelerimiz ile Ankara Şube yöneticilerimizin tutuksuz yargılandığı davaya çağrı amacıyla açıklama gerçekleştirdi.
MTK delegelerinin konuşmalarından sonra söz alan Merkez Yönetim Kurulu Üyelerimiz sorulara yanıt verdi.
İki gün süren 10. Dönem 8. Merkez Temsilciler Kurulumuz sonuç bildirgesinin okunmasıyla sona erdi.