KESK 15 Ocak 2022 tarihinde gerçekleştirdiği basın toplantısı ile ‘2021 Yılı Kamu Sendikal Hak İhlalleri Raporu’nu paylaştı. Raporun sunumunu KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik gerçekleştirdi.
Bugün sizlerle 2021 yılı sendikal hak ihlallerini paylaşmak için bir aradayız.
İktidarın emekçilere ve halklarımıza yaşamı dar ettiği, yönetememe halini bir kez daha kutuplaştırma ve gerginlik stratejisi üzerinden aşmaya çalıştığı bir dönemden geçiyoruz. Karamsarlığı yayarak ve toplumsallaştırarak, sorunun kaynağı kendileri değilmişçesine “kurtarıcı” postuna bürünmek isteyenlerin ülkemize ve emekçilere verecekleri hiçbir şey kalmamıştır. Artık bırakalım yıllık plan ya da program, aylık bir programları dahi yoktur. Hayata geçirdikleri kararların etkisi birkaç günde yitip gitmekte, ekonomik kriz derinleşerek devam etmektedir. Ekonomik krizi TBMM’de onaylanan 2022 bütçesinde kamu hizmetlerine ayrılan ve kamu emekçilerinin ücretlerine yapılan sefalet ücreti “artışından” da net olarak görebilmekteyiz.
Bu çoklu ve sürekli kriz hali, krizi yaratanlarla çözülemez. Ülkemizi ucuz emek cenneti haline getirenlerin, sermayeye “bizden daha ucuz çalıştıracak işçiyi başka yerde bulamazsınız, Çin modeli getiriyoruz” diyerek övünenlerin emekçilere vereceği hiçbir şey kalmamıştır.
Kamusal hizmet olarak sunulması gereken barınma hakkının gereğini yapmayarak yoksul gençlerimizi cemaatlerin, gerici odakların yurtlarına mahkûm ederek yakılmalarına, tacize uğramalarına, intihar etmelerine neden olanların gençlerimize vadedecekleri özgür bir gelecek yoktur.
İstanbul sözleşmesini “bir gece ansızın” fesheden, ILO’nun 190 sayılı sözleşmesini halen imzalamayan, ülkemizi kadın kırımının yaşandığı bir yer haline getirenlerin, kadın cinayetlerine, şiddete, tacize, tecavüze zemin hazırlayanların kadınlara yeni katliamlar dışında sunacakları eşit ve özgür bir yaşam yoktur, olamaz.
İktidar, muhalif kurum ve yapıları susturmak, sindirmek, korkutmak, işlevsizleştirmek ve etkisizleştirmek için devletin tüm olanaklarını, kurumlarını kullanmaktan geri kalmıyor. İktidarın küçük ama belirleyici ortağı hemen her gün “şu kurum kapatılmalı, şu susturulmalı, şu tutuklanmalı, şunun hakkında gereği yapılmalı” açıklamaları yapıyor, muhalif kesimleri hedef gösteriyor. Küçük ortak “tak” diye emrediyor diğer ortak “şak” diye gereğini yapıyor! Bunun son örneklerinden birisi de Türk Tabipler Birliği’ni hedef gösteren açıklamalardır. Toplum sağlığının korunması ve doğru politikalar hayata geçirilmesi için canla başla çalışan, aşı dâhil pandemi döneminde sağlık hakkı için kamuoyunu doğru bilgilendirmeye çalışan ve iktidarı şeffaf olmaya çağıran TTB’ye yönelik baskıları da bu vesileyle kınadığımızı belirtiyoruz.
Pandemi sürecinde güvencesiz, sözleşmeli ve taşeron çalıştırma daha da yaygınlaştırılmış, kayıt dışılık ve kuralsızlaştırma artmış, on binlerce kamu emekçisinin ihraç edilmesiyle iş yükünün artması sonucu kamu emekçileri nefes alamaz duruma gelmiştir. İşyerlerinde mobing ve iş kazaları/işçi cinayetleri yoğunlaşmıştır.
Elbette umutsuz ve seçeneksiz değiliz. Dayatılan bu faşizan koşulların fiili ve meşru mücadele, kazanılmış hakları koruma ve yeni haklar elde etme anlayışı ile aşılabileceğine inanıyoruz. Tüm çalışmalarımızı da bu temelde yürütüyoruz. İşte tam da bu nedenle iktidarın emek, demokrasi karşıtı politikalarını eleştiren, karşı çıkan Konfederasyonumuz, bağlı sendikalarımız ve üyeleri de Tek Adam rejiminin anti demokratik uygulama ve politikalarından nasibini almaktadır.
Çalışma hakkı; her insanın insan onuruna yakışır bir hayat idame ettirebileceği iş ve gelire sahip olma hakkını ifade eder ve anayasamızın 70. Maddesinde kamu hizmetine girme hakkı olarak tanımlanmış, güvence altına alınmıştır. Uluslararası mevzuat açısından da İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 23. ve 24. Maddelerinde, Avrupa Gözden Geçirilmiş Sosyal Şartında, ILO temel sözleşmelerinde ve ülkemizin de taraf olduğu daha birçok uluslararası hukuk metinlerinde açık, net ifadelerle düzenlenmiştir.
Ancak AKP hükümeti OHAL’i fırsata çevirerek on binlerce kamu emekçisinin çalışma hakkını herhangi bir yargısal süreç iletmeden, savunma almadan ve somut belge bilgiye dayanmadan ve evrensel güvenceleri ihlal ederek ellerinden aldı ve ihraç etti.
Çalışma hakkının iktidarın insafına bağlı olduğu, itiraz mercilerinin iktidarın tasarrufunda ve taraflı belirlendiği bir yerde örgütlenme hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü, toplu gösteri, yürüyüş ve eylem hakkı gibi diğer temel haklar da hukukun değil, iktidarın istediği ölçüde kullanılmaktadır. Son yıllarda ise neredeyse hiç kullanılamamaktadır.
Bilindiği üzere; Resmi Gazete’de isimlerinin yayınlanmasıyla on binlerce kamu emekçisi OHAL KHK’ları ile ihraç edildi. İktidarın ihraçlara ilişkin tüm itiraz yollarını kapatması sonucu içeride ve dışarıda itirazların yükselince ve AİHM’e on binlerce başvuru yapılınca bir oyalama mekanizmasına ihtiyaç duyuldu.
OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu, 23 Ocak 2017 günü 685 sayılı OHAL KHK’si ile iki yıllık süre içinde kamudan ihraç edilmiş yüz binlerce kamu emekçisinin ihraç başvurularını değerlendirmek ve karar altına almakla görevlendirildi. 23 Ocak 2022 itibariyle OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu beşinci yılını dolduracaktır.
Kısa süre önce OHAL Komisyonu’nun 2021 yılı faaliyet raporu yayınlandı. Rapora göre toplam 125.678 kamu görevlisi ihraç edilmiş olup bunlardan 123.078 kişi işlemin iptali için komisyona başvuru yapmıştır. Komisyon 5 yıldan sonra 117.828 dosyayı karara bağlamış olup 5.250 dosyanın incelemesi devam etmektedir.
Komisyon 101.987 başvuruyu ret etmiş, 15.841 dosya hakkında ise göreve iade kararı vermiştir. Yani dosyalardan %87’si için RET, %13’ü için ise KABUL kararı vermiştir.
OHAL Komisyonu 2021 Faaliyet Raporundan
Komisyonun göreve başladığı günlerde hukuki bir süreç işliyormuş görüntüsü vermek için %10-15 civarında iade kararı verilebileceğini, diğer dosyalarda ise başvurunun ret edileceğini öngörmüş, ifade etmiştik.
Öngörümüz Komisyonun oluşturulma amacı ve biçiminden kaynaklanmıştır. Çünkü Komisyon oluşum şekli itibariyle ve mahkeme yerine konulmasıyla mevcut anayasamızın başta 6., 10., 70., 90. ve daha birçok maddesine aykırılık içermektedir. Yine AİHS, Avrupa Sosyal Şartına, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesine, ILO’nun 111 No’lu Ayrımcılık, 135 No’lu İşçi Temsilcileri, 151 No’lu Çalışma İlişkileri (Kamu Hizmeti) ve 158 No’lu Hizmet İlişkisine Son Verilmesi Sözleşmelerine, Venedik Komisyonu’nun görüşüne açıkça aykırıdır. Nitekim Avrupa Konseyi yetkilileri kurulduğu dönemde ve sonrasında sık sık benzer uyarılarda bulunmuşlardır. Öte yandan Cumhurbaşkanının komisyon üyelerini görevden alma yetkisi ve komisyon üyelerinin atanma usulleri, tüm kurumlar üzerindeki iktidarın açık baskısı gibi nedenlerden dolayı tarafsız ve bağımsız çalışma olanağı yoktur. Nitekim geldiğimiz aşamada aldığı kararlarlar da tüm eleştiri, kaygı ve öngörüleri haklı çıkarmıştır.
15 Temmuz darbe girişiminden bu yana KESK’e bağlı sendika üyelerimizden 4.239’u OHAL KHK’ları, 98’i 375 sayılı KHK’nın ek 35. Maddesi ve 479’u Yüksek Disiplin Kurulu kararlarıyla olmak üzere toplam 4.816 KESK’li hukuksuzca ihraç edilmişlerdir.
OHAL KHK’ları eliyle ihraç edilen 4.239 KESK’li işlemin iptali için komisyona başvurmuştur. Komisyon aradan 5 yıl geçmesine rağmen hala 1.495 dosyayı karara bağlamamıştır. Karara bağlanan başvurulardan 1.604’ü RET, 1.140’ı KABUL edilmiştir.
Ne acıdır ki, tam sayısı bilinmemekle birlikte en az 15 kişi yaşamlarını yitirdikten sonra “gidemeyecekleri” işlerine iade edilmişlerdir. Bunlar; SES Diyarbakır şube üyesi Zeynep Binen, SES Malatya Eski Şube Eş Başkanı Bülent Uçar, BES Diyarbakır Eski Şube Başkanı Ahmet Çoban, BES üyesi Necdet Kalkan, EĞİTİM SEN üyesi Salman Taş, KESK’li Mücahit Karataş, Atila Yalçıntaş, Mustafa Çamaş, Yahya Barça, Emine Yürükçü, Yurdal Gökçe, Mehmet Nasır Sönmez, Ömer Faruk Arsoy, Gökhan Açıkkollu, ve iş cinayetinde yaşamını yitiren Kazım Kurnaz’dır. Hepsini saygıyla anıyoruz.
Aralarında EĞİTİM SEN Adana Şubesi üyesi, Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim görevlisi, Barış İçin Akademisyenler imzacısı, dönemin bitmesine üç hafta kala “görülen lüzum üzerine” denilerek görevine son verilen Dr. Mehmet Fatih TIRAŞ ve Diyarbakır Çocuk Hastanesi’nde çalışırken KHK’yle görevinden ihraç edilen sendikamız SES üyesi Fatma Demirel’in de olduğu 100’den fazla insanımız ihraç sonrası yaşadıkları ağır sorunlar nedeniyle içine girdikleri çıkmazdan kurtulamayarak intihar etmişlerdir!
Komisyonun RET ettiği başvurulardan 344’ü Barış Akademisyenlerine ait olup 50 dosya ise karara bağlanmayı beklenmektedir. Bu 50 dosya hakkında da ret kararı verecekleri anlaşılıyor.
Hatırlanacağı üzere “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı metin, 11 Ocak 2016 tarihinde, yurtiçi ve yurtdışındaki 1128 Barış İçin Akademisyeni imzasıyla yayımlanmış, akademisyenlere yönelik eleştirilere tepki olarak kısa süre içinde de metnin imzacı sayısı 2212’ye yükselmişti. 15 Temmuz 2016’daki askeri darbe girişimini fırsat bilinerek gerçekleştirilen OHAL ilânının ardından, çoğunluğu üyemiz olan barış akademisyenleri KHK’lerle üniversitelerinden haksız ve hukuksuz bir biçimde ihraç edildi. Bu bildiriyi imzaladıkları gerekçesiyle haklarında ağır ceza mahkemelerinde dava açılan akademisyenlerle ilgili olarak, Anayasa Mahkemesi (AYM), 26 Temmuz 2019 tarihli kararında, söz konusu uygulama ile Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen Barış Akademisyenlerine ilişkin OHAL Komisyonu’nun iktidarın talimatı ile aldığı anlaşılan RET kararları açıkça suçtur. Anayasa Mahkemesi’nin kararı tanınmayan Komisyon iktidarın suçuna ortak olmuştur. Dolaysıyla sadece iktidar değil Komisyon da er ya da geç bu suçun hesabını yargı önünde verecektir.
Bir kez daha belirtmek isteriz ki, Barış Akademisyenleri yüz akımızdır ve emekçilerin de temel talebi olan barışı sahiplenmeye, düşünce özgürlüğünü savunmaya devam edeceğiz. KOMİSYONUN RET’LERİNİ REDDEDİYORUZ! ONLAR GİDECEK, BİZ GERİ DÖNECEĞİZ. Hocalarımız üniversitelerdeki kürsülerine dönünceye kadar mücadelemize kesintisiz devam edeceğiz.
Komisyonun verdiği ret kararlarına itirazlar için iktidar tarafından özel olarak oluşturulan idare mahkemelerinin şu ana kadar verdiği kararlar hukuki sürecin temel hak ve özgürlükler, hukuk normları esasında işletildiğine dair umut vadetmemektedir.
İktidar tarafından oluşturulan, yetkilendirilen Ankara’daki 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. ve 27. İdare Mahkemelerine başvuruları ret edilen 1.286 KESK’li için başvuru yapılmıştır.
Bu başvurulardan şu ana kadar 333’ü ret, 15’i kabul olmak üzere 348’si karara bağlanmıştır. Görüldüğü üzere karara bağlanan dosyalardan %96’sı RET şeklindedir. Ret edilen başvurular için İstinaf Mahkemesine başvurular yapılmaktadır.
Dönemin Özel Yetkili Mahkemelerine benzetilen bu İdare Mahkemeleri de tıpkı Komisyon gibi kararlarını ilk kez OHAL KHK’leri ile karşılaştığımız “mensubiyet”, “iltisak”, “irtibat” kavram ve kriterleri üzerinden vermektedir. Bilindiği üzere; OHAL KHK’ları ile gündemimize giren bu kavramlar üzerinden medeni ölüm sonucunu doğuracak ağır yaptırımlar gerçekleştirilmiştir.
Oysa defalarca belirttiğimiz üzere mevzuatımızda “iltisak” ve “irtibat” hususunda açıklayıcı tanımlar bulunmadığı gibi bunların suç ve cezaların şahsiliği ilkesine aykırı olduğu ve dolayısıyla masumiyet karinesini ihlal ettiği açıktır. Sadece kendi mevzuatımız açısından değil uluslararası hukukta da karşılığının olmadığına dikkatinizi çekmek istiyoruz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “Adil Yargılanma Hakkı”nı düzenleyen 6. Maddesi uyarınca somut bir ceza isnadı ve ceza muhakemesi kararı olmadan kişilerin suçlu kabul edilip haklarında işlem tesis edilmesi açıkça hukuka aykırıdır.
Bu açık duruma rağmen gerek Komisyon ve gerekse de özel yetkili idare mahkemeleri bu sübjektif, yoruma, keyfiyete açık kavramlar üzerinden başvuruları reddetmeye devam etmektedirler.
İdare Mahkemelerinden çıkan ret kararları incelendiğinde bu durum bariz şekilde anlaşılmaktadır. Örneğin AYM ve AİHM tarafından aynı eylem için hak ihlali ve yeniden yargılama kararı verilmesine rağmen Konfederasyonumuzun kararı doğrultusunda hayata geçirilen 29 Aralık 2015 grevine katıldığı gerekçesiyle çok sayıda üyenin başvurusunu İdare Mahkemeleri ret etmiştir! Başka bir başvuruda kişi sendikamız BES üyesi olduğu için ret edilmiştir! Yine BES üyesi D.G davasında, katılmadığı, katılmadığını da ispatladığı halde, velev ki katılmış olsa da suç olmayan, katliamın yaşandığı 10 Ekim mitingine katılım gerekçe gösterilerek başvurusu ret edilmiştir. Hukuken facia niteliğindeki bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak yargıya güvenin diplerde seyrettiği bu dönemde daha fazla örneğe ihtiyaç olmadığını düşünüyoruz.
İktidarın OHAL’i fiilen devam ettirme uygulamalarından biri de 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 375 sayılı KHK’ye eklenen geçici 35. Madde eliyle devam ettirilen ihraçlardır. Uygulama en çok da iktidarın sendikal hak ve özgürlükler karşıtı politikalarını eleştiren, tutum alan KESK’lileri hedef almaktadır.
Geçici 35. Madde eliyle şu ana kadar 98 KESK’li bakanlıklar oluru ile ihraç edilmişlerdir. Son olarak Eğitim-Sen Diyarbakır üyelerinden 21’i bu şekilde işlerinden edilmiş, okul ve öğrencilerinden uzaklaştırılmışlardır. Arkadaşlarımızın dosyalarına baktığımızda suç olarak isnat edilen eylem ve etkinliklerin hemen hepsi Konfederasyonumuz ya da Eğitim-Sen’in kararıyla hayata geçirilen etkinliklerdir. Bu arkadaşlarımızın çoğu eski veya yeni şube yöneticileridir. Açık ki, AKP örgütlenme özgürlüğünü hedef almakta, sendikal ayrımcılığı derinleştirerek üyeleri istifaya zorlamaktadır.
2021 Sendikal Hak İhlalleri Raporumuzdan da anlaşılacağı üzere baskılar giderek yoğunluk kazanıyor. Öncelikle belirtmek isteriz ki, sendikal hak ihlalleri raporumuza yansıyanlar gerçekte yaşananların çok azına denk düşmemektedir. İktidarın on binlerce kamu çalışanını sorgusuz, sualsiz, hukuksuzca ihraç etmesi sonrasında birçok kamu emekçisinin ihraç edilme korkusuyla maruz kaldıkları ihlalleri bildirmekten imtina ettiği yönünde bilgiler konfederasyonumuza iletilmektedir. Bu nedenle hak ihlallerinin raporlanması ve arşivlenmesi konusunda insan hakları kurumlarının yaşadığı sıkıntıları emek örgütü olarak bizler de yaşamaktayız.
Her şeye rağmen raporumuz karşı karşıya kaldığımız tabloyu yetersiz de olsa gözler önüne sermektedir.
Raporda da göreceğiniz üzere 90’lı yılların uygulamalarından olan sürgünlerin bir kez daha bir baskı ve yıldırma yöntemi olarak kullanıldığına şahit oluyoruz. Sürgünlerin arka planına baktığımızda “ihtiyaçtan dolayı” değil KESK’li olunduğu için bir ceza olarak uygulandığını görmekteyiz.
Bu dönemdeki sürgünlerin en çok Ulaştırma ve Basın, Yayın, İletişim Hizmet Kollarında örgütlü sendikalarımız BTS ile Haber-Sen yönetici ve üyelerine yönelik gerçekleşmesi dikkat çekmektedir.
Sürgün ve genel olarak sendikal ayrımcılık ülkedeki baskı atmosferinin de etkisiyle son yıllarda giderek artmaktadır. Birçok kurumda benzer uygulamalar görülmektedir. Ancak özellikle PTT gibi bazı kurumlarda artış göstermesi dikkat çekmektedir. PTT yönetimi AKP bürosu gibi çalışmakta, keyfi, ceberrut uygulamalarda sınır tanımamaktadır.
Ulaştırma hizmet kolunda da bakanlık değişimi sonrasında ihlallerin artışı dikkat çekmekte, çalışanları zapt u rapt altına alma, sendikal ayrımcılık bu hizmet kolunda olağanlaştırılmak istenmektedir.
Yerel yönetimlerde örgütlü sendikamız Tüm Bel-Sen üyelerine yönelik olarak da kayyumlar sonrası mobbing, sendikal ayrımcılık, sürgünler, soruşturmalar, mali hak kayıpları vb. çığ gibi artmıştır. Yine Tüm Bel-Sen’in yetkili olduğu ve toplu sözleşme imzaladığı belediyelerde toplu sözleşme kapsamında memurlara ödenen parasal haklar Sayıştay tarafından kamu zararı olarak nitelendirilmektedir. Sayıştay zimmetleri nedeniyle toplu sözleşme imzalama özgürlüğü kısıtlanmaktadır.
Kademe ilerlemesinin durdurulması cezası, ihraç olmaları nedeniyle sendika yöneticisi olunamayacağı iddiası ile açılan davalar, aylıktan kesme ve idari para cezaları, görevden uzaklaştırma (açığa alma), uyarı ve kınama cezaları, sendikal ayrımcılık ve sendikal faaliyetlerin engellenmesi, sendikal materyallerin dağıtımının engellenmesi, eylemlere müdahale, gözaltı ve tutuklamalar, kabahatler kanununa aykırılık iddiası ile verilen para cezaları, mali hak kayıpları, Cumhurbaşkanına hakaret iddiasıyla açılan soruşturmalar ve verilen cezalar, sosyal medya paylaşımları nedeniyle açılan davalar/soruşturmalar ve bu kapsamda verilen cezalar, gibi birçok başlık altında yoğun ihlaller yaşanmaktadır. Ayrıntılar raporumuzda belirtilmiştir.
Çok azı yansımasına rağmen rapor da göstermektedir ki, adı kalksa da uygulamaları devam eden OHAL koşullarında sendikal mücadele yürütmekteyiz. İktidarın örgütlenme hakkının sınırlandırılmasını, ortadan kaldırılmasını hedefleyen, tek tip sendika ve tek tip sendikacı yaratmak istediği bu koşullarda hak ve özgürlükler mücadelesi yürüten KESK, bedeli ne olursa olsun demokrasi ve emek mücadelesini sürdürmekte kararlıdır.
İktidar rahatsız olsa da biz emeğe ve emekçilere karşı gerçekleşen ihlalleri sizlerle ve demokrasi güçleriyle paylaşmaya devam edeceğiz.
Yasaklamalar, zulüm, faşizan baskı ve uygulamalar iktidarın siyasal ömrünü kısaltmaktan başka bir işe yaramayacaktır. İşçi sınıfının, emekçilerin yüzyıllardır bin bir türlü bedel ödeyerek elde ettiği hak ve özgürlüklerin hangi gerekçe ile olursa olsun ortadan kaldırılmasına yönelik girişimlere karşı fiili ve meşru mücadele hakkımızı sonuna kadar kullanacağız.
Sivil darbe hukukuna karşı fiili, meşru ve demokratik direnişimizi ve hukuki mücadelemizi her ne pahasına olursa olsun, tüm zorlukları göğüsleyerek sürdüreceğiz.
Bu vesileyle bir kez daha çağrıda bulunmak istiyoruz; Hukuka ve uluslararası sözleşmelere aykırı, etkin olmayan, denetlenemeyen, kendisini anayasa ve yasalar üstü gören, hükümetin bir organı gibi çalışan ve idari bir mekanizma olan OHAL Komisyonu derhal lağvedilmelidir. Ret kararları iptal edilmeli, haklarında memuriyeti engelleyen herhangi bir kesinleşmiş yargı kararı bulunmayan, hukuken suç olmayan gerekçelerle ihraç edilen tüm kamu görevlileri bütün haklarıyla birlikte görevlerine iade edilmedir.
Özel yetkilendirilmiş idare mahkemelerinde devam eden dosyalar ve bu mahkemelerin ret etmesi üzerine istinafa, Danıştay’a giden dosyalar geri çekilmelidir.
Hukuksuz ihraçlardan dolayı mağdur olan tüm kamu emekçilerinin maddi, manevi hak kayıpları karşılanmalıdır.
375 sayılı KHK’ye eklenen geçici 35. Madde eliyle yapılan ihraç uygulaması derhal sona erdirilmelidir.
İş güvencesi iktidarın sindirme aracı haline getirilmemeli, sendikal örgütlenme önündeki engeller kaldırılmalıdır.
İktidar örgütlenme, düşünce ve ifade özgürlüğü hakkı gibi temel hak ve özgürlüklere yönelik baskı politikalarına son vermeli, ceza ve soruşturmaları durdurmalıdır.
KESK YÜRÜTME KURULU