Maskeler konuşuyor eylem ve etkinliklerimizin son haftasında sağlık çalışanlarının sağlığı başlığı altında 6331 sayılı İş(çi) Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun uygulanmasını/uygulanmamasını, işçi sağlığı ve güvenliğine nasıl yaklaşmamız gerektiğini, iş yeri çalışmalarımızdaki yerini ve önemini hafta boyunca yaptığımız eylem ve etkinliklerle kamuoyu ile paylaştık.
Sağlık çalışanları ağır ve tehlikeli iş kolunda çalışmaktadırlar. İş kolunun ağır ve tehlikeli olması; çalışma ortamlarının çalışanın güvenliği için alınması gereken önlemlerin de çok büyük bir dikkat ve özenle ele alınması gerektiğini ortaya çıkarmaktadır. 2012 yılında yürürlüğe giren 6331 sayılı İş(çi) Sağlığı ve Güvenliği Kanunu işçi sağlığı ve güvenliği kapsamında çıkarılan bir kanun olmasına rağmen, sağlık çalışanlarını bile korumaya yetmemiştir. Pandemiden dolayı yaklaşık 150bin sağlık çalışanı enfekte olmuş ve maalesef 349 sağlık emekçisi arkadaşımız da hayatını kaybetmiştir. İş(çi) Sağlığı ve Güvenliği Kanunu kamu hastanelerinde ve özel hastanelerde sözde ve kâğıt üstünde uygulanmakta ve yüzlerce sağlık emekçisi hayatını kaybetmesine rağmen hastaneler denetlenmemektedir.
Hastane yangınları, sağlıkçı intiharları, kronik rahatsızlıkları olan, engelli ve hamilelerin çalıştırılması, şiddetin ve mobbingin artması, penceresiz güya akıllı binalarda temiz hava alamadan, gün yüzü görmeden uzun çalışma saatleri, iyileştirme yapmak için mühendislik önlemleri almak yerine çalışana daha fazla angarya yüklemeye çalışan yöneticiler…ve dahası.. Çalışma ortamlarımızın güvenli olmadığının, ispatına gerek bile duymuyoruz.
Kanuna göre kamu işyerleri ve elliden az çalışanı olan az tehlikeli sınıfa dahil işyerlerinin 30 Haziran 2014 tarihinden itibaren işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı istihdam etmeleri gerekiyorken, bu yükümlülüğün ned
en şimdiye kadar üç kez ertelendiğini ve pandemi bahanesi ile “İşsizlik Sigortası ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi” ile dördüncü kez, 31.12.2023’e kadar ertelenmesinin planlandığını sormak istiyoruz. Ülkemizde çarklar dönsün diye pandeminin en ağır koşullarında bile fabrikalarda, inşaatlarda, tezgah başlarında çalışmaya zorlanan binlerce emekçiyi Koronavirüs nedeniyle kaybetmedik mi? Tam da bu nedenlerle Koronavirüs pandemisi işçi sağlığı ve iş güvenliği uygulamalarının ertelenmesini bahanesi değil de bir an önce hayata geçirilmesinin gerekçesi olmalıydı ama olmadı. Niye mi?
Küresel sermayenin gelişmiş olan ülkelerdeki sermayenin İSG’nin maliyet unsurlarından kaçmak için gelişmekte olan ülkelere denetimsiz ve ucuz emeğe, özellikle kadın, çocuk ve göçmen emeğine yöneldiğini izliyoruz. Küreselleşme tüm bunların yanı sıra emeği örgütsüz hale getirerek kuralsızlaşma ve sendikasızlaşma politikaları uygulayarak emeği, ulusal politikaları koruma işlevinden mahrum bırakıp işsizliği yaygınlaştırarak İSG’nin önemini ve etkisini önemli ölçüde azaltmaktadır. Bu durumun sonuçlarını ise rakamlar en iyi şekilde anlatmaktadır. Dünyada her yıl 2.4 milyon işçi meslek hastalığından ve 380.000 işçi ise iş kazası sonucunda ölmekte, her yıl 374 milyon işçinin ölümcül olmayan meslek hastalıklarından dolayı maddi ve manevi ağır zarara uğradıkları tahmin edilmektedir. Ayrıca küresel olarak iş kazaları ile meslek hastalıkları sonucu meydana gelen çalışma gün kayıplarının karşılığı olarak hesaplanan zarar dünya milli gelirinin % 4’ü ile % 6’sı arasında değişmektedir. Bunlara ek olarak küresel düzeyde her gün ortalama 1000 çalışanın iş kazası ve meslek hastalığı sonucu ve 6.500 çalışanın da işe bağlı hastalıklar nedeniyle öldüğü tahmin edilmektedir.
Tehlikeli ve çok tehlikeli olarak sınıflandırılan işyerlerinde üretimin küreselleşmesi nedeniyle; esnek istihdam biçimleri ve bunların giderek yaygınlaşması, düşük sendikalaşma düzeyi, uzun çalışma süreleri ve çalışma temposunun yüksekliği, iş güvencesinden yoksunluk, kayıt dışı istihdam ve düşük ücret politikaları gibi etmenler de dünyada İSG’nin etkinlik düzeyini oldukça düşürmektedir. Tüm bunların yanı sıra işyerlerinde meydana gelen ölümler, kazalar ve işe bağlı hastalıklar halen çok yüksek oranlarda devam etmektedir. Bu durum küresel anlamda büyük boyutta maliyetleri olan gereksiz sağlık harcamalarının kaynağını oluşturmaya devam etmektedir (WHO, 2018). Bu sebeple, gelişmiş ülkeler, bu büyük miktarlardaki sağlık maliyetlerini azaltmak amacıyla yüksek tehlike ve risk içeren işkollarını ve endüstrilerini gelişmekte olan ülkelere kaydırmaktadır. Ülkemizde bu durumdan nasibini almakta, kanun ve mevzuatlar hazırlanarak göstermelik düzenlemelerle işçi sağlığı ve güvenliği korunuyormuş gibi yapılmaktadır. Eğer gerçek önlemler alınsaydı 2016 yılında 1970, 2017 yılında 2006, 2018 yılında 1923, 2019 yılında 1736, 2020 yılında 2427 işçi iş cinayetleriyle öldürülmeyecekti.
Sağlık iş kolunda üstelik kamuda pandeminin başından beri iş yerlerimizde işçi sağlığı ve güvenliği birimlerini işçi sağlığı ve güvenliği kurullarını, iş sağlığı ve güvenliği uzmanlarını, iş yeri hekimlerini; N95 maskemiz, siperliklerimiz, tulumlarımız yokken, çalışmaktan kaçınma hakkımızı kullanmak isterken, çalışan temsilcilerimizi görev ve sorumluluklarını yerine getirirken görmek isterdik ama göremedik. Meslek ve çalışma biçimlerimize göre koruyucu ekipman kullanılmasında ayrımcılığın rehberlerinin hazırlanmasına, bilimsel rehberlerin, bilime ve kanıta dayanmadan, sağlık sisteminin ihtiyacına göre bilim insanlarınca defalarca revize edilmesine itiraz etmelerini umut ettik. Bağımsız olmadıklarını seçilmiş insanlardan oluştuklarını, yönetime görevlerini hatırlatamayacaklarını, yaptırım uygulayamayacaklarını bilmemize rağmen, yasaya güvendik. Risk değerlendirilmesi yapılmasını, alınacak önlemlerin anlatılmasını, eğitimler verilmesini, iş kazası bildirimlerin yapılmasını bekledik haftalarca. Yasaya göre yetkili yandaş sendikanın temsilcilerinden oluşan çalışan temsilcilerinin şimdiye kadar sorunlarımızı çare olmadıkları gibi pandemide de çare olamayacaklarını yaşayarak deneyimledik. Yoğun bakımlarda, acillerde, kliniklerde, laboratuvarlarda acil eylem planı yürüten yöneticiler görmek istedik ama göremedik. Biz sağlık ve sosyal hizmet emekçileri, salgınla olan mücadelelimizi görev ve sorumluluğu olanlarla değil de sendikamızın, emek meslek örgütlerinin örgütlü gücüyle verdik ve vermeye devam ediyoruz.
Pandemi devam etmektedir. Biz sağlık ve sosyal hizmet emekçileri, bu süreçte çok yıprandık, tükendik. Öldük ve ölmeye devam ediyoruz. Biz bu ölümlerin nedeninin politik ve sınıfsal bir durum olduğunu biliyoruz. İSG kavramının önemini güvenlikten, evrensel ve temel insani bir hak olan yaşam hakkına; iş kazası ve meslek hastalığını pirim esasına bağlayan sağlık sisteminin, sosyal koruma şemsiyesini vergi temeline dayandırmadıkça, işçi sağlığı ve güvenliğini koruyucu önleyici sağlık hizmetlerinin içinde düzenlemedikçe, sorunlarımız artarak devam edecektir. Bizler sağlık ve sosyal hizmet emekçileri olarak aşağıdaki taleplerimizin biran önce karşılanmasını istiyoruz.
Taleplerimiz;
- 6331 Sayılı İş(çi) Sağlığı ve Güvenliği yasası tüm maddeleri ile kamu özel ayrımı yapılmaksızın uygulanmasını,
- Yasada çalışan temsilcisinin yetkili sendikandan belirlenmesi maddesinin değiştirilerek çalışan temsilcisinin işyerinde çalışanların tümünün katıldığı seçimle ve salt çoğunlukla belirlenmesini; görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyen çalışan temsilcilerinin azledilmelerine yönelik düzenlemeler yapılmasını,
- İşyerlerimizin Covid-19 önlemleri kapsamında emek meslek örgütlerinin temsilcilerinin de yer aldığı bağımsız meslek mensupları tarafından denetlenmesini
- Gün ışığı alan ve içerisine temiz hava girebilen havadar, insanın biyolojik, sosyolojik ve ergonomik ihtiyaçlarına cevap veren güvenli çalışma ortamlarının oluşturulmasını,
- Müteahhit mimarisinin ihtiyaçlarına değil de hasta ve çalışanların ihtiyaçlarını temel alan hastane mimarlığı ilkeleriyle hastaneler inşa edilmesini,
- Çalışanların sosyal varlıklar olduğu, iş yükü ve yoğun mesailer sonrasında dinlenebilmesi için uygun mekan ve olanakların yaratılmasını,
- Siyasal otoritelerce sıradanlaştırılmaya çalışılan sağlıkta şiddeti önleyecek, emek ve meslek örgütlerinin önerileriyle şekillenen gerçek önlemler alınmasını,
- ILO ve WHO’nun da belirttiği gibi görevlerimizin yürütümü sırasında mevcut riskler nedeniyle aralıklı yasada belirtildiği gibi ücretsiz olarak gerekli tetkik-kontrollerden geçirilmeyi, periyodik kontrollerimizin tam ve zamanında yapılmasını, sonuçların tam ve doğru olarak kayıtlanmasını ve yasada belirtildiği gibi ücretsiz olmasını,
- Çalışma ortamlarımızda ki risklerden etkilenip hastalandığımızda bu hastalıklarımızın meslek hastalığı olarak kabul görmesini, kayda geçirilmesini
- İşe bağlı hastalıkları nedeniyle kendilerinde geçici ya da kalıcı olarak çalışma güçlerinde bir kısıtlanma olduğu zaman bunun geçici ya da kalıcı maluliyet yönünden değerlendirilmesini,
- Covıd-19’un sağlık çalışanları için meslek hastalığı olarak kabul edilmesini ve illiyet bağı ispat yükünün çalışan üzerinden alınmasını, çalışma yaşamındaki risklere, yaptığı işe bağlı meslek hastalıkları nedeniyle ölümleri halinde ise geri kalanlarının mağduriyetinin önlenmesini istiyoruz.
Sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin sağlığı ve işçi sağlığı bir bütündür ayrıştırılamaz. Taleplerimizin işyerlerimizden başlayarak ısrarla takipçisi olacağımızı, sorumluluğu olan Sağlık Bakanlığı, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Ve son söz;
Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya da hiç birimiz. 5.02.2021
Özgür BAŞTÜRK
Şube Eş Başkanı