Ülke çapında 2. yılını dolduran OHAL Komisyonu’nun lağvedilmesine yönelik eylem ve basın açıklamaları gerçekleştirdik. OHAL Komisyonu’nun suç işlediği ve lağvedilmesi gerektiğinin vurgulandığı açıklamalarda ihraçların işine geri döndürülmesi talep edildi.
İllerde gerçekleştirdiğimiz basın açıklamaları ve fotoğraflar aşağıdadır
Anayasal Suç İşleyen OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu Derhal Lağvedilmeli,
İhraçlar İşine İade Edilmelidir!
15 Temmuz’da yapılan darbe girişimi her şeyden önce ezilenlerin, emekçilerin ülkemizde on yıllardır büyük bedeller ödeyerek elde ettikleri demokratik kazanımlara yönelik gerçekleştirilmiştir. 20 Temmuz sivil darbesi sonrası OHAL Kararnameleri ile de OHAL döneminde bile askıya alınamayacak olan ve anayasanın 15. maddesinde güvence altına alınan temel hak ve özgürlükler çiğnenmiş, darbe girişimi her tür anti demokratik uygulamanın bahanesi haline getirilmiştir.
Sadece darbe girişimi ile ilgili olarak, sınırlı süre için “tedbirler” alması gereken düzenlemeler yerine Türkiye’nin siyasal-toplumsal yapısını değiştirmeye dönük kalıcı düzenlemeler KHK’ler eliyle yapılmıştır. Şimdi de Cumhurbaşkanlığı Kararnameleriyle yapılmaktadır. OHAL’in sadece adı kalkmış, ruhu ve uygulamaları korunmuştur.
OHAL KHK’leri ile 135 bini aşkın kişi fişleme, müdür/kurum kanaati, sosyal medya paylaşımları, sosyal çevre soruşturması, sendika üyeliği, banka hesabı vb. gibi normal koşullarda asla suç olmayan gerekçelerle kamudan ihraç edilmiş, hukukun temel ilkeleri ayaklar altına alınmıştır. KHK’ler ile gerçekleştirilen ihraç işlemiyle genel hukuk değerleri ve ulusal mevzuat gereğince tanınan haklar yok sayılmıştır.
Yarın itibariyle OHAL işlemleri İnceleme Komisyonunun kurulması üzerinden tam iki yılı geride bırakmış olacağız. Üçüncü yılına giren OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu, 23 Ocak 2017 günü 685 sayılı OHAL KHK’si ile iki yıl süre içinde kamudan ihraç edilmiş yüz binlerce kamu emekçisinin ihraç başvurularını değerlendirmek ve karar altına almakla yetkilendirilmiştir.
Kısaca Komisyonun kurulma sürecini hatırlatmakta fayda var.
OHAL ilan edildikten sonra kamu görevinden çıkarılanlarla ilgili olarak ilk çıkarılan 672 sayılı KHK’nin eki listesinde yer alan kişilerden birisinin Türkiye iç hukukunda başvurulacak yol olmadığı gerekçesiyle AİHM’e açtığı 59061/2016 başvuru numaralı Zihni/Türkiye Davasında, AİHM’in 08.12.2016 tarihinde verdiği kabul edilmezlik kararı oldukça ilginçti. Çünkü Türkiye’de gerçekten başvurulacak iç hukuk yolu yoktu ve daha OHAL Komisyonu kurulmamıştı. AİHM bu kararından önce de OHAL ilanından sonra haksız tutukluluk ile ilgili olarak 56511/2016 başvuru nolu Mercan/Türkiye Davasında 17.11.2016 tarihinde iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeni ile kabul edilmezlik kararı vermiştir. AİHM benzer başvuruların tamamında kararlarını sürekli olarak tekrarlamıştır. AİHM mevcut durumu esas alıp karar vermek yerine topu taca atmıştır. Hükümete adeta “nasıl olursa olsun bir an önce bir mekanizma kur, bizi de kendini de bu yükten kurtar” mesajı vermiştir.
Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu da 865/2016 sayılı ve 12 Aralık 2016 tarihli raporu ile Türkiye’ye çeşitli tavsiyelerde bulunmuş ve kamu görevinden çıkarılanların itiraz edebileceği bir komisyon kurulmasını önermiştir.
AKP tavsiyeyi şeklen uygulayacak biçimde OHAL İnceleme Komisyonu’nu kurmuştur. Ancak bu komisyon hiçbir şekilde Venedik Komisyonu’nun tavsiyelerini karşılamamıştır. Çünkü Komisyon iç ve dış baskıların sonucu ve bir oyalama aracı olarak kurgulanmış, düşünülmüş ve öyle de kurulmuştur.
Nitekim komisyon ancak kurulduktan 7 ay sonra, 12 Temmuz 2017 tarih ve 30122 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan “Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonunun Çalışmasına İlişkin Usul ve Esaslar” tebliğinin yayınlanmasından sonra başvuru almaya başlamıştır. Başvuruları 7 ay sonra alan komisyonun tüm başvuruları karara bağlamasının yılları bulacağı daha baştan belliydi. Bu yüzden iki yıllığına kurulan komisyonun görev süresi 26 Aralık 2018 Tarihli ve 30637 Sayılı Resmî Gazetede yayınlanan Cumhurbaşkanı kararı ile 1 yıl uzatılmıştır. Komisyonun görev süresinin Bakanlar Kurulu tarafından birer yıllık sürelerle yeniden uzatılabileceği 685 sayılı KHK ile hükme bağlanmıştır. Dolaysıyla görev süresinin bir sınırı bulunmamaktadır.
Komisyonun son açıklaması 29 Aralık 2018 tarihlidir. Komisyon yaptığı bu açıklamada; OHAL kapsamında yayımlanan KHK’ler ile 125.678’i kamu görevinden çıkarma olmak üzere toplam 131.922 tedbir işlemi gerçekleştirildiğini, Komisyona yapılan başvuru sayısının 125.600 olduğunu açıklamıştır. Açıklamanın devamında 3700’ü kabul, 46.600’ü ret olmak üzere karar sayısının 50.300 ve halen incelemesi devam eden başvuru sayısının ise 75.300 olduğu belirtilmiştir. Rakamlardan da anlaşılacağı üzere karara bağlanan dosyalardan %93’ü ret edilmiştir.
Konfederasyonumuza bağlı sendikalarımızın 4617 üyesinin başvurularından şu ana kadar 117 başvuru kabul edilerek arkadaşlarımız görevlerine iade edilmiş olup 249 başvuru ise reddedilmiştir. Başvurusu ret edilen arkadaşlarımız Ankara 19., 20., 21. ve 22. İdare mahkemelerine işlemin iptali için dava açmaktadırlar. Sendika üyelerimizin açtığı davalardan henüz sonuçlanan bulunmamaktadır. Açılan davalardan ilk kararın OHAL komisyonunun kararının iptali yönünde olduğu bilgisi kamuoyuna yansımıştır.
SENDİKASI | BAŞVURUSU KABUL EDİLENLER | BAŞVURUSU RET EDİLENLER |
EĞİTİM SEN | 22 | 3 |
SES | 26 | 14 |
BES | 24 | 27 |
TÜM BEL-SEN | 26 | 202 |
TARIM ORKAM-SEN | 2 | 2 |
YAPI YOL-SEN | 1 | — |
HABER SEN | 1 | — |
BTS | — | — |
ESM | 1 | — |
KÜLTÜR SANAT-SEN | 5 | 1 |
DİVES | 9 | — |
TOPLAM | 117 | 249 |
Komisyona yapılan 125.612 başvurudan 4.617 başvuru KESK’li üyeler tarafından yapılmıştır. Bu da başvurular içerisinde %3,6’ya denk düşmektedir. Komisyon başvurulardan şu ana kadar %40’ını karara bağlamıştır. %40 içinde başvurusu ele alınan KESK’lilerin oranı ise %0,7’dir.
Bu oran “KESK’lilerin başvurularının karara bağlanması bilinçli olarak mı geciktiriliyor?” sorusunu akla getirmektedir. Bu olasılığın kuvvetle muhtemel olduğunu düşünüyoruz. Kararlar geciktirilerek ikinci bir cezalandırma yoluna gidilmektedir. Konfederasyonumuza yönelik sendikal ayrımcılığa Komisyon da alet olmaktadır.
15 Temmuz sonrasında idarenin keyfi kararları ile hukukun nasıl katledildiği, temel sendikal hak ve özgürlüklerin kullanılmasının bile ‘suç’ kapsamına alınarak doğrudan cezalandırma yöntemlerinin nasıl hayata geçirildiğinin en somut örneği bu komisyon olmuştur.
Olağanüstü Hal İşlemlerini İnceleme Komisyonu ihraç edilenlerin iadesine karar verme yetkisi ile esasen idari bir birim olarak yargısal inceleme yetkisi ile donatılmıştır. Oysa OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonunun Türk Hukuk Sistemi içerisinde bir tarifi bulunmamaktadır. Komisyon Türkiye’nin hukuk sistemi içinde mevzuatça belirlenmiş bir yargı mercii değildir. Bu durum yasalara ve anayasaya, yargısal işleyişe açıkça aykırıdır.
İhraç edilen kamu emekçilerinin başvurularını hangi usul ve esasa göre kabul ya da ret ettikleri, yaptıkları soruşturmada hangi kıstasların temel alındığı tamamen muğlaktır. Bu muğlaklık bilinçli olarak tasarlanmış ve bir politika olarak benimsenmiş olup iktidarın istediği kararların çıkması amaçlanmaktadır. İktidar, düzenleyici yetkisini kullanarak kıyas yoluyla bir suç ve ceza oluşturma yoluna gitmiştir.
KHK’ler ekinde yer alan listeler ile devlet memurluğundan çıkarma işlemi aslında bir disiplin cezası işlemidir. Çünkü söz konusu KHK’lerde ekli listedeki kamu çalışanlarının “Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibat” olarak açıklanmıştır. Ancak bu ceza işlemi tesis edilirken ilgili yasaların amir hükümleri ihlal edilmektedir.
Suçta ve cezalarda Kanunilik İlkesi hem Anayasamızda yer almış hem de evrensel hukuk ilkeleri açısından vazgeçilmez olarak kabul edilmiş olan temel bir hukuk ilkesidir. Her bir ihraç işlemi gerçekleşmeden önce usulüne uygun tarafsız bir soruşturmacı atanarak yöntemine uygun bir soruşturma yapılması, hakkında isnat bulunanın göstereceği tanıkların yanında; konuyla ilgili görgü tanıklarının tümünün (genelin) ifadesinin alınması gerekirken, OHAL İnceleme Komisyonuna başvuran kamu emekçileri ne ile suçlandıklarını bilmemektedir. Komisyonun kendisi de kurulduğu ve başvuru almaya başladığı andan itibaren ne sebeple ihraçların gerçekleştiğine ya da başvuruların hangi şartlarda kabul veya ret edileceğine ilişkin başvuruculara herhangi bir bildirim yapmamaktadır.
Yine; Anayasa’nın 129. maddesinin: “Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler. Memurlar ve diğer kamu görevlileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları mensuplarına savunma hakkı tanınmadıkça disiplin cezası verilemez. (Değişik üçüncü fıkra: 7/5/2010-5982/13 md.)Disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz…Memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılması, kanunla belirlenen istisnalar dışında, kanunun gösterdiği idari merciin iznine bağlıdır.” biçimindeki amir hükmü yok sayılmaktadır.
Öte yandan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu da Anayasanın amir hükmü doğrultusunda savunma hakkıyla ilgili kural koymuştur. Kanunun “Savunma Hakkı” başlığını taşıyan 130. maddesi: “Devlet memuru hakkında savunması alınmadan disiplin cezası verilemez. Soruşturmayı yapanın veya yetkili disiplin kurulunun 7 günden az olmamak üzere verdiği süre içinde veya belirtilen bir tarihte savunmasını yapmayan memur, savunma hakkından vazgeçmiş sayılır.” demektedir. Komisyon ile tüm bu temel hukuki normlar ayaklar altına alınmakta, iktidarın idari tasarrufu anayasa ve yasaların üstünde tutulmaktadır.
Komisyonun yasal dayanaklar ve emsal kararlara riayet etmeden, tarafsızlık ve adil yargılanma haklarını gözetmeden başvuruları karara bağlaması temel hak ve özgürlüklere aykırılık teşkil etmektedir.
Kamu emekçilerinin hukuka uygun olarak kazanılmış sosyal ve ekonomik hakları, idari tasarrufla hukuka aykırı olarak elinden alınmaktadır.
Devletin her organın, her kurulunun, her yapısının kuruluşu usulüne göre imzalanmış uluslararası sözleşmelere, anayasamıza ve yasalarımıza uymak ve bu hükümler çerçevesinde görevlerini yürütmek zorundadırlar.
Komisyonunun ilan ediliş şekli, çalışma usul ve esasları; Anayasanın (değişik) 90. maddesi uyarınca, usulüne göre onaylanarak yürürlüğe giren temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşme hükümleri ile kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi durumunda uluslararası sözleşme hükümlerinin esas alınması temel normuna aykırılık teşkil etmektedir.
Yine Ekonomik, Sosyal Ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi 6. Madde bağlamındaki yükümlülüklerini yerine getirmemekte ve BM Sözleşmeleri ile düzenlenen ayrımcılık yasağını mevcut uygulamaları ile ihlal etmektedir. Bu ise; her şeyden önce çalışma hakkına saygı duyma yükümlülüğünün ihlali anlamına gelmektedir. İhraç edilenlerin çalıştırılmaması için işverenlerin el altından tehdit edilmeleri, ihraç edilenleri çalıştıran kurumlara zorluklar çıkarılması, SGK dökümünün altına “Kamu hizmetinden çıkarılmıştır” ibaresinin yazılarak işe almak isteyenlerin uyarılması vb. baskılarla özel kurumlarda dahi çalışma haklarının ellerinden alınmak istenmesi, uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu gibi vatandaşları açlığa mahkûm etmeyi amaçlamaktadır. “Gitsinler ağaç kabuğu yesinler” ifadesi siyasi iktidarın haksız, hukuksuz ihraç ettiği insanlara bakışını özetlemektedir. Bu durum anayasamızın çalışma hakkını düzenleyen 49. Maddesine de aykırıdır.
Komisyon oluşum şekli, yetkisi ve aldığı kararlar itibariyle AİHS, Avrupa Sosyal Şartına, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesine, ILO’nun 111, 135, 151 ve 158 sayılı sözleşmelerine açıkça aykırıdır. Nitekim Avrupa Konseyi yetkilileri yakın zamanda benzer uyarılarda bulunmuş, gidişatın devam etmesi halinde etkili iç hukuk mekanizması olarak kabul edilmeyeceğine dair ihtarda bulunduklarına dair basında haberler yer almıştır.
Komisyonun oluşma şekli Venedik Komisyon görüşüne aykırı olup Cumhurbaşkanlığının komisyon üyelerini görevden alma yetkisi ve komisyon üyelerinin atanma usulleri, tüm kurumlar üzerindeki iktidarın açık baskısı gibi nedenlerden dolayı komisyonun tarafsız ve bağımsız çalışma olanağı yoktur.
Komisyon oluşum şekli, yetkisi ve aldığı kararlar itibariyle mevcut anayasamızın başta 6., 10., 70., 90. ve daha birçok maddesine aykırılık içermektedir.
Komisyon “iltisaklı” olmayı keyfi ve iktidarın kadrolaşma hedeflerine uygun şekilde, istihbarat örgütlerinden, kurum yetkililerinden, yereldeki iktidar partisi yöneticilerinden gelen bilgiye, asılsız ihbarlara göre yorumlamakta, buna göre kararlar vermektedir. “İltisak” kavramı idari ve ceza hukukumuzda olmayan bir kavramdır. Masumiyet karinesine ve lekelenmeme hakkına aykırıdır. Hele hele de kişinin kendisini savunma araçlarının olmadığı, şeffaf ve adil bir yargılanma sürecinin işlemediği bir mekanizma tarafından iddia edilmesi hukuki bir faciadır.
İhraç edilenler kendileri hakkında yapılan asılsız ihbarlar, istihbarat bilgileri ve “kurum kanaatinden” de bihaber durumdalar.
Siyasi iktidarın ihbarcılığı teşvik etmesi ve ihbarlara itibar etmesi nedeniyle işyerlerinde kimsenin kimseye güvenmediği, sürekli bir gerginlik halinin yaşandığı, çoğu kurum idarecilerinin çalışanları adım adım takip ederek bir açığını yakalayıp bunun üzerinden görevde yükselmeye çalıştığı korkunç bir tablo ile karşı karşıyayız. Bu durum çalışma barışını ortadan kaldırmıştır ve sürdürülebilir değildir. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde yaşananlardan hala ders çıkarılmamış olması kaygımızı artırmakta, tehlikeyi büyütmektedir.
Öte yandan elimize ulaşan bilgi ve belgeler, komisyon kararları ve ihraç edilenlerin aktarımları ihraç listelerinin oluşmasında mülki amirlerin ve kurum idarecilerinin önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Bu devran böyle sürüp gitmeyeceğine göre asılsız ihbar ve bilgileri ile ihraç sürecine katkı sunan idareciler ile yargı önünde hesaplaşacağımız unutulmamalıdır.
Buradan açık çağrıda bulunuyoruz; iktidar ihraç gerekçesinden emin ise ihraç işlemlerini iptal ederek ihraç edilenlerin tümü hakkında yargılama süreci başlatsın. Yargı sürecinde kurum idarecileri ve ihbarcılar gelip yargılamanın olmazsa olmaz ilkesi olan yüz yüze kanaatlerini ifade etsinler. Belge ve bilgilerini sunsunlar. Ve yargı kararını versin.
Şundan eminiz ki, yargının siyasallaştığı böylesi bir dönemde dahi, böylesi bir sürecin işlemesi durumunda binlerce idareci hakkında asılsız ihbar ve iftiradan dolayı soruşturmalar açılacak ve cezalar verilecektir. İktidar da bunu bildiği için ısrarla yargı sürecini işletmemekte, komisyonu lağvetmemektedir.
Komisyonun ret gerekçelerinde söz ya da hukuk ile açıklanması mümkün olmayan elimize ulaşan o kadar örnek var ki, her biri ayrı bir açıklamanın, ayrı raporun konusu niteliğindedir.
Örneğin M.K adlı bir kamu emekçisi henüz darbe girişimi olmadan kuruma yakın bir restorantta kurum amirleri ve arkadaşlarıyla yemek yiyiyor ve hesabı kendisi ödüyor. Restoran darbe girişiminden bir süre sonra örgüt bağlantısı nedeniyle kapatılıyor. M.K ise burada ödediği hesap ve benzer mali üç nedenden dolayı örgüte yardım ettiği gerekçesiyle ihraç ediliyor. Komisyon da aynı nedenlerle başvurusunu ret ediyor.
S.K isimli kamu emekçisi ise 692 sayılı KHK ile ihraç ediliyor. Ancak başka arkadaşlarının dosyasında kendi adını da görünceye kadar niçin ihraç edildiğini bilemiyor. Arkadaşlarının dosyasındaki bilgilerden kendisi ile aynı ad ve soyada sahip amcasının oğlu ile karıştırıldığını anlıyor. Dosyada 10 ay ceza aldığı yazılı. Oysa kendisi ömrü boyunca ne gözaltı, ne soruşturma ne de ceza alan birisi!
2017 yılında TİS görüşmeleri sürecinde Çalışma Bakanlığının ihraç olmayan MYK üyemizi ve devlet memuru olmayan iki uzmanımızın da adını vererek “Heyetinizde yer alanlar kişiler … sayılı KHK’ler ile ihraç edilmişlerdir, o yüzden toplu sözleşme görüşmelerine katılamazlar” yazısını ve bunun kamuoyuna yansıması sonrasında “pardon isim benzerliği olmuş” açıklamasını hatırlatmakta fayda var. Ciddiyetsizlik ve sorumsuzluk aynen devam ediyor.
Komisyon başvurulardan birinde ise “KCK ile irtibatlı ve iltisaklı olduğu” nedeniyle ret kararı veriyor. Kişi mahkemeye başvuruyor. İdare mahkemesi Adalet Bakanlığından ihraç gerekçesini soruyor. Bakanlık kişinin “FETÖ ile irtibatlı ve iltisaklı olduğunu” iddia edip ihracın haklı olduğunu savunuyor. Adı geçen kişi şimdi örgütlerden örgüt beğenmesi için devletin karar vermesini bekliyor!
Konfederasyonumuza da ulaşan ret kararları incelendiğinde vahim bir durumla daha karşılaşmaktayız. Haklarında soruşturma yürütülen, savcılıklar tarafından takipsizlik ya da mahkemeler tarafından beraat kararı verilen kamu emekçilerinin görevlerine geri dönmeleri önünde herhangi bir yasal engel olmamasına rağmen, başvuruları ret edilmektedir. İhraç gerekçesi yargı kararı ile açıkça ortadan kalkmış olmasına rağmen başvuruların ret edilmesi komisyonun uluslararası sözleşmeleri, anayasayı ve yasaları hiçe saydığını ve suç işlediğini göstermektedir.
Bu konuda yüzlerce örnek karar bulunmaktadır. Bunlardan sadece iki tanesini sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Birinci örnek: 679 sayılı KHK ile ihraç edilen sendikamız BES üyesi M.Z.Ö’ye ait Komisyonun 2018/20088 sayılı kararıdır. Komisyon kararından anlıyoruz ki, ihraca ilişkin iki neden bulunmaktadır. Bunlar; “… başvurucu hakkında Batman Cumhuriyet Savcılığının 2018/3969 soruşturma sayılı dosyası..” ve “Kurumu tarafından intikal ettirilen personel bilgi dosyası, çevresel araştırmada elde edilen bilgi…”
Komisyon standart değerlendirmesini yaptıktan sonra, “Başvurucu hakkında her ne kadar Batman Cumhuriyet Başsavcılığının 2018/3969 soruşturma sayılı dosyasında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş ise de; inceleme bölümünde belirtilen bilgi, belge, olgu ve tespitler dikkate alındığında başvurucunun örgütle irtibatının ve iltisakının bulunduğunu ortaya koymaktadır” diyerek başvurunun reddine karar vermiştir. Karara bakıldığında Komisyonun yargı kararını esas almadığı, belirtilen belge, bilgi, olgu ve tespitlerin neler olduğunun bilinmediği, komisyonun bunları açıklama zorunluluğu görmediği anlaşılmaktadır.
İkinci Örnek: 679 sayılı KHK ile ihraç edilen sendikamız BES üyesi M.A’ya ait Komisyonun 2018/20090 sayılı kararıdır. Komisyon; “UYAP’tan temin edilen bilgilere göre; başvurucu hakkında Van Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/434 soruşturma sayılı dosyası… Kurumu tarafından komisyona intikal ettirilen istihbari bilgide, başvurucunun sol örgüt mensubu olduğu yönünde kanaate varıldığı…” dedikten sonra, “ Başvurucu hakkında her ne kadar Van Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/434 soruşturma sayılı dosyasında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş ise de; inceleme bölümünde belirtilen bilgi, belge, olgu ve tespitler dikkate alındığında başvurucunun örgütle irtibatının ve iltisakının bulunduğunu ortaya koymaktadır” diyerek başvurunun reddine karar vermektedir.
Kes-yapıştır haline dönen kararda bir kez daha yargı kararı hiçe sayılmış, kurum istihbaratı ve kanaati esas alınmıştır.
Muhalif kimliğiniz nedeniyle ya da sendikal eylem ve etkinliklere katılmaktan dolayı açılan soruşturmalarda kendinizi aklamanın yargının siyasallaşması nedeniyle alabildiğine zorlaştığı bu dönemde beraat etmeniz bile yetmiyor! Cingöz komisyonumuzun ve kurum idarecilerinin hislerinden, tahminlerinden, öngörülerinden kurtulmak mümkün olmuyor!
İdari bir komisyon, kendisini anayasanın üzerinde göremez, görmemelidir. Bizler AKP iktidarının son yıllarda anayasayı askıya alması karşısında komisyonun keyfiliğine şaşırmıyoruz. Ancak bizim şaşırmamamız komisyonun anayasal suç işlediği gerçeğini değiştirmiyor.
Bu nedenle önümüzdeki günlerden itibaren başvurusu hukuksuz şekilde reddedilen üyelerimiz savcılıklara Komisyon başkanı ve üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunacaklardır. “Yasalara göre suç işledikleri” iddiası ile ihraç edilen üyelerimizin başvurularını yasaları hiçe sayarak ret eden komisyon üyeleri yargı önünde er ya da geç bunun hesabını vereceklerdir. Komisyon, aldıkları kararlardan “sorumlu tutulmayacakları” hükmüne ya da iktidarın sağlayacağı “yargılanmama garantisine” güvenmemelidir. Anayasa iç hukukta en üst normdur ve anayasal suçlar eninde sonunda yargılama konusu olurlar.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 13. Maddesi etkili başvuru mekanizmasını düzenlemektedir. Etkili başvuru mekanizmasının bağımsız olması, idarenin etkisine açık olmaması ve denetlenebilir olması temel prensiptir.
Oysa Komisyon etkin olmayan ve denetlenemeyen, kendisini anayasa ve yasalar üstü gören idari bir mekanizmadır.
Bu konuda Uluslararası Af Örgütü’nün Ekim 2018 tarihli kapsamlı raporunda; “Gerçek anlamda bir kurumsal bağımsızlığın olmaması, oldukça uzun süren inceleme süreci, kişilere haklarında yapılan yasa dışı faaliyetlerde bulundukları ithamlarına karşı, bu iddiaları etkili bir şekilde çürütebilecekleri gerekli güvencelerin sağlanmamış olması ve ihraçları onayan kararlarda atıfta bulunulan delillerin zayıflığı da dahil olmak üzere çok sayıda unsur, bir yekûn olarak, Komisyonun ihraçlara karşı etkin bir başvuru yolu sağlayamamasına ve geçim imkanları askıya alınmış yüzbinlerce insanın adalete ve onarıma vakitli ve etkin bir biçimde erişmemesine neden oldu” tespiti yapılmaktadır.
Komisyonun oluşumuna baktığımızda; üyelerden üçü kamu görevlileri arasından Başbakan tarafından, bir üye Adalet Bakanlığının merkez teşkilatı ile bağlı ve ilgili kuruluşlarında çalışan hâkim ve savcılar arasından Adalet Bakanınca, bir üye mülki idare amirleri sınıfına mensup personel arasından İçişleri Bakanınca, birer üye Yargıtay’da ve Danıştay’da görev yapan tetkik hâkimleri arasından Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenmiştir. Yedi kişilik komisyonun oluşumunun ne kadar adilane ve tarafsız olduğu bir kenara oylamaların açık yapılıyor olması ve çoğunluk kararının esas alınması işleyişindeki önemli sorunlardan bir tanesidir.
Cumhurbaşkanlığının komisyon üyelerini görevden alma yetkisi nedeni ile komisyonun tarafsız ve bağımsız çalışma olanağı yoktur. Bu tehdit altında ve oluşum şekli ile komisyonun Hükümetin tesis ettiği işlemlere karşı objektif olması ise hukuken mümkün değildir. Kurumsal olarak da komisyon iktidardan bağımsız değildir. Komisyonun iktidarın beklentilerine uygun karar vermemesi durumunda üyeleri rahatlıkla görevden alınabilecektir. Bırakalım komisyonu yargının bile siyasal iktidarın kuşatması altında olduğu ve güven anketlerinde yerlerde süründüğü böylesi bir dönemde komisyonun iktidara rağmen kararlar alması mümkün gözükmemektedir. Şimdiye kadar aldığı kararlar da bunu doğrulamaktadır.
Hukukun temel prensiplerinden olan Silahların eşitliği ilkesine aykırı olarak başvurucuların hiçbir aşamada ne ile suçlandıklarını bilmeden, aleyhlerine olan delilleri görmeden ve savunma haklarını kullanmalarına olanak tanınmadan Komisyon başvuruları neticelendirmektedir.
Komisyona başvuru yapan başvurucular dosyalarının hangi aşamada olduğuna ve içeriğine dair karar açıklanana kadar herhangi bir bilgi alamamaktadır. Bu anlamıyla OHAL İnceleme Komisyonunun karar vermiş olduğu dosyalar da dâhil olmak üzere hiçbir aşamada açık ve şeffaf bir faaliyet yürütmemektedir.
Komisyon idari davalarda esas alınan 60 gün içinde sonuçlandırma aksi halde zımni ret/kabul edilme kuralını ihlal etmektedir. OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonunun, ihraçlara ilişkin başvuruları ele alması ve sonuçlandırması dosya yoğunluğundan ötürü yılları aşmaktadır. Başvurunun reddedilmesi durumunda İdare Mahkemeleri, İstinaf Mahkemelerine başvuru, Danıştay ve Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru gibi iç hukuk yollarının alacağı süre de gözetildiğinde AİHM’e başvurmak için yıllarca beklemek gerekecektir. AİHM’den çıkacak kararın da süresi gözetildiğinde on yılları bulacak bir süreç karşımıza çıkmaktadır. Komisyon ile mağduriyet yıllara yayılarak sürekli hale getirilmektedir.
OHAL komisyonunun kendisini mahkemelerin yerine koyarak karar vermesi hukuksuzdur ve bu şekilde verilen kararların kabul edilmesi mümkün değildir. Hukuki niteliği tartışmalı olan OHAL Komisyonu’nun, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal kurumları olan mahkemeleri yok sayarak karar vermesi açık bir Anayasa ihlalidir ve suçtur. Hakkında suça bulaştığı iddia edilen kamu görevlileri ile ilgili tüm hukuki işlemler, kendisini mahkemelerin yerine koyan OHAL Komisyonunca değil, mevcut hukuk sistemi içinde yer alan mahkemeler aracılığıyla yürütülmelidir.
Komisyonun kararlarında da sabit olduğu üzere KESK’lilerin ihraçlarının ana nedeni anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan sendikal eylem ve etkinliklere katılmalarıdır. Demokrasinin işlediği bir yerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımı bırakın ihraç edilme gerekçesi olmayı, soruşturma konusu bile yapılamaz.
Dolayısıyla Komisyon derhal lağvedilmeli ve haklarında herhangi bir yargı kararı bulunmayan, hukuken suç olmayan gerekçelerle ihraç edilen tüm kamu görevlileri bütün haklarıyla birlikte derhal görevlerine iade edilmedir.
Bu gerçekleşinceye ve hukuksuz ihraç edilen tüm kamu emekçileri görevlerine iade edilinceye kadar mücadele etmeye devam edeceğiz. Yine kendisini yargı üstü gören, anayasa ve yasalara aykırı hareket eden Komisyon üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunacağız.
Bir kez daha haykırıyoruz: BİZ KAZANACAĞIZ, GERİ DÖNECEĞİZ!
YÜRÜTME KURULU