KESK’in “Yoksulluğa, İşsizliğe, Güvencesizliğe Karşı Birlikte Mücadele” kampanyası çerçevesinde düzenlediği 17 Kasım İzmir, 9 Aralık Samsun, 15 Aralık Adana ve 16 Aralık Diyarbakır bölge mitinglerinin ardından 5. bölge mitingi KESK-DİSK-TMMOB-TTB tarafından 22 Aralık’ta İstanbul Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda gerçekleştirildi.

Sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin de talepleriyle alanda olduğu mitinge, çevre illerden ve İstanbul’da bulunan demokratik kitle örgütleri, meslek odaları ve emek örgütleri ile siyasi partilerden de katılım oldu.

KHK’lerle ihraç edilen KESK’liler adına söz alan Nuray Şimşek, “KHK’ler gidecek, biz kalacağız” vurgusunun öne çıktığı bir konuşma yaptı.

Mitingde kurumlar adına ortak açıklamayı yapan KESK Eş Genel Başkanı Aysun Gezen’in konuşması aşağıdadır.

Enflasyondan işsizliğe, yoksullaşmadan ekonomik durgunluğa kadar hayatlarımızı her alanda kâbusa çeviren kapsamlı bir ekonomik krizle karşı karşıyayız.

Ülkeyi yönetenler “En kötüsü geride kaldı, Ekonomi tıkırında, her şey yolunda’ nutukları atmaya devam ediyor. Ancak halkın % 99’u olarak bizim için yaşadığımız gerçek değişmedi.

Çünkü bizler için krizin anlamı iğneden ipliğe her şeye gelen zamlardır. Artan hayat pahalılığıdır. Eriyen maaşlarımız-ücretlerimiz, satın alma gücümüzdeki düşüştür. Her alış verişte cebimizden çıkan paranın artması,  poşetlerimizin küçülmesidir.

Bizler için krizin anlamı ödenemeyen borçlar, evlere gelen hacizler, çocuğuna okul kıyafeti alamadığı için, geçinemediği için intihara sürüklenen hayatlardır.

Bizler için krizin anlamı kabaran doğalgaz, elektrik faturalarımızdır. Bu soğuk kış günlerinde en düşük ayarda tutuğumuz kombilerimiz, gecekondularımızın tütmeyen bacaları, üşümemek için iki çift giydiğimiz çoraplarımız, yorganlarımızın üzerine serdiğimiz battaniyelerimizdir.

Bizler için krizin anlamı işsizliktir. Her an ensemizde hissettiğimiz işsiz kalma tehdidi, artmaya devam eden iş cinayetleridir.

Bizler için krizin anlamı 10 milyon insanımızın açlık sınırı altındaki bir asgari ücrete mahkum edilmesidir. Birbiri ardına kapanan dükkanlardır.

Bizler için krizin anlamı ekmek kadar ihtiyacımız olan demokrasinin, hukukun, adaletin, barışın sağlandığı bir ülke özlemimizin, hak arama yollarımızın ‘güvenlik politikaları’ adı altında baskıya, zora dayanarak kapatılmasıdır.

Bizler için krizin anlamı, eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamu yatırımlarına, işsizliğin önlenmesine, sosyal güvenliğe,  ayrılması gereken kaynakların savaşa, ranta, yağmaya, sermayeye ayrıldığı birbirinin kopyası, toplumsal cinsiyet körü bütçelerdir. Adaletsiz vergi sitemidir.

Bizler için krizin anlamı OHAL’i kalıcı hale getiren otoriter baskıcı rejimle, kutuplaştırma siyaseti ile temel haklarımıza göz dikilmesidir.

İktidar çevreleri şimdiye kadar yaşanan tüm krizlerde olduğu gibi bu krizin faturasını da işçi sınıfına, emekçilere, yoksul halk kesimlerine çıkartmayı hedefliyor.

Üçte ikisi özel sektöre ve bankalara ait 467 milyar dolar dış borç 81 milyona ödetilmek isteniyor. Küçük bir azınlığın borcu, zamlarla, adaletsiz vergilerle, işsizlik tehdidiyle halkın yüzde 99’u olarak bizlerin sırtına yıkılmaya çalışıyorlar.

Sadece yükü bizim sırtımıza yıkmakla kalmayıp krizi emeğe, doğaya yönelik saldırıların fırsatı haline getiriyorlar. Bunun için ülkeyi uçurumun eşiğine getiren neo liberal politikalara daha çok sarılıyorlar.

İşçilerin kıdem tazminatını fonla, kamu emekçilerinin iş güvencesinin son kırıntılarını esnek, performansa dayalı çalışmayla, kamusal emeklilik ve sosyal güvenlik hakkımızı ise üç yıl süreli zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi ile yok etmeyi planlıyorlar.

Zorla ücretsiz izine çıkarmalar,  angarya çalıştırma, mesai ücreti nöbet ücreti ödememe gibi çalışma hakkımızı ortadan kaldıran saldırılar gittikçe artırılıyor.

İşsizlik fonunu bankaları beslemek için kullanılıyorlar. Milleti soyup soğana çevirenlerin, emeğimizi sömürmeye doymayanların sırtını yeni teşviklerle, vergi indirimleri ile sıvazlıyorlar. Ama kuru soğan üreticisinin ambarına düzenlenen baskınları ‘stokçularla mücadele’ diye yutturmaya çalışıyorlar.

En temel ihtiyaç maddelerinin yüzde elli zamlandığı koşullarda göstermelik olarak yapılan %10 indirim kampanyasını “enflasyonla mücadele” diye göstererek hepimizi topyekûn kandırmaya çalışıyorlar.

Yılın sonunda asgari ücretlinin, işçinin, kamu emekçisinin, emeklinin maaş zammını düşük tutmak için enflasyonu düşük göstermeye çalışıyorlar.

Sağlıkta acil durumlar dışında malzeme kullanılmasını engelleyen sözde ‘tasarruf tedbirleri’ ile hayatımızı tehlikeye atmaktan bile geri durmuyorlar.

Ülkede yaşanan yıkıma kimse ses çıkarmasın diye tüm halk zapturapt altına alınıyor.

Toplum, kent ve demokrasi tarihimizde izleri hiç bir zaman silinmeyecek onurlu bir sayfa açan Gezi Direnişinden bile suç icat edilmeye,  ülkenin en demokratik eyleminden darbe, suç örgütü çıkarmaya çalışılıyor.

İşin özü masallarla, yalanlarla, hamasetle, kin ve düşmanlıkla aklımızı, zor kullanarak tepkimizi bastırmaya çalışanlar zamları alkışlamamızı, yoksulluğa şükretmemizi, işsizliği kader bilmemizi bekliyor.

Ancak hamaset nutukları da, tek sesli medyadaki yalan bombardımanı da, inşaatlarda insanca çalışmak isteyen işçilere atılan gaz bombaları da, hakkını arayan emekçilere yönelik toplu gözaltı ve tutuklamalar da gerçeğin balçıkla sıvanmasına yetmiyor.

Gerçek çıplaktır: AKP iktidarının sürdürdüğü, ithalata, betonlaşmaya, dış borçlanmaya, ranta, spekülasyona dayalı ekonomik model hızla çökmektedir.

Her alanda dışarıya bağımlı hale getirilen Türkiye’de yaşanan şiddetli sarsıntının faturasını bize yıkmaya çalışanlara buradan, emeğin kürsüsünden bir kez daha sesleniyoruz.

Ülkede yaşanan ekonomik krizin sorumlusu işçisinden kamu emekçisine, asgari ücretlisinden emeklisine, küçük esnafından çiftçisine kadar toplumun %99’unu oluşturanlar olarak bizler değiliz.

Krizin sorumlusu, Türkiye’yi sermaye için cazip bir ülke yapmak adına emeğin en temel haklarını gasp edenlerdir.

Krizin sorumlusu şeker fabrikalarından kağıt fabrikalarına kamu birikimini özelleştirmeler yoluyla talan edip Türkiye’yi ithalata mahkum edenlerdir.

Krizin sorumlusu sosyal hak olarak tanımlanması gereken kamusal hizmetleri, yerli tarımsal üretimi, kentleri, doğayı imha eden politikaları hayata geçirenlerdir.

Krizin sorumlusu ülkenin kaynaklarını üretime değil yandaşa, halka değil şatafata, barışa değil savaşa kullanan siyasi iktidardır.

Yaşanan krizin faturasının kesileceği doğru adres ülkemizi büyük bir yıkımın eşiğine getiren neoliberal politikalarda ısrar edenler ve bu politikalardan nemalanarak küplerini dolduran, her krizden büyüyerek çıkan %1’dir

Bizler, bu ülkenin işçileri, emekçileri, emeklileri, köylüleri, dar gelirliler olarak gelir dağılımı ve vergi adaletsizliğiyle, yoksullaşmayla, iş cinayetleriyle, eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamusal hizmetlerin ticarileşmesiyle, fabrikalarımızın satılmasıyla büyük bedeller ödedik.

İşimizden, ekmeğimizden, canımızdan fazlası ile fedakârlıkta bulunduk. Dolayısıyla bizim bu düzene borcumuz yok. Tam tersine yıllardır hep kaybedenler olarak alacağımız var.

Sendikal örgütlenmenin engellendiği, onbinlerce kamu emekçisinin ihraç edildiği, grevlerin yasaklandığı, hak aramanın bastırıldığı bir ortamda elde edilen yüksek kar oranlarını paylaşmayanların bugün zararlarını ve borçlarını bizim sırtımıza yıkmasını kabul etmiyoruz.

%1’in yarattığı krizin faturasının %99’a yıkılmasına artık yeter diyoruz.

Bunun için;

  • Elektrik, doğalgaz, su, akaryakıt, ekmek, toplu taşıma gibi temel ihtiyaçlara yapılan zamların geri alınmasını, zam yapılmamasını,
  • Kriz bahanesi ile yaşanan işten çıkarmalara, ücretsiz izinlere son verilmesini,
  • Ücretlerimizde yaşanan erimenin satın alma gücümüzdeki azalma ve ekonomik büyüme oranları dikkate alınarak telafi edilmesini,
  • Asgari ücretin NET 2.800 TL olarak belirlenmesini ve tümüyle vergi dışı bırakılmasını,
  • Tüm yükü emekçilerin sırtına yıkan vergi adaletsizliğine son verilmesini,
  • Toplumsal yararı, vergide ve gelir dağılımında adaleti sağlayan, toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı, emekten yana,  katılımcı –şeffaf- hesap verebilir demokratik bir bütçe,
  • Yaşanan enflasyon karşısında hükmünü çoktan yitirdiği tescillenen toplu sözleşmenin derhal yenilenmesini,
  • Kamuya alımlarda eşitsizliği artıran, torpilin, kayırmanın, kadrolaşmanın önünü açan mülakat, sözlü sınav, güvenlik araştırması ve arşiv kaydı uygulamasına son verilmesini,
  • Emeğin haklarını yok eden KHK’lerin iptal edilmesini,
  • OHAL KHK’leri ile herhangi bir hukuki delil ve mahkeme kararı olmadan işinden ekmeğinden edilen tüm kamu emekçilerinin işine iade edilmesini,
  • İş güvencemizi ortadan kaldırmayı hedefleyen her türlü güvencesiz istihdam uygulamasına son verilmesini,
  • Kadınların sürekli, güvenceli işlerde istihdam edilmesinin önündeki tüm engellerin kaldırılmasını istiyoruz.

Bu ülkenin emekçi kesimleri, yoksullaştırılan halkı olarak artık nefes almak istiyoruz. Ülkemizde herkesin eşit, özgür bir biçimde barış ve huzur içinde, insanca yaşamasını istiyoruz. Gündüzleri işsiz kalınmayan, geceleri aç yatılmayan bir ülke,  insanca bir yaşam, güvenceli bir iş, güvenli gelecek istiyoruz.

Bizler biliyoruz ki yoksulluk, işsizlik, güvencesizlik kader değildir.

Toplumun emeğiyle geçinen çoğunluğunu korumayı esas alan taleplerimizin hayat bulmasının tek yolu emek karşıtı, sermaye dostu bu bozuk düzenin değişmesi ile mümkündür.

Sağlam tek bir çarkın olmadığı bu düzeni değiştirmek, krize karşı emeğin haklarını savunmak için omuz omuza vermeye devam edeceğiz.

Hepinizi tekrar sevgi ve dostlukla selamlıyoruz.. Hoşça kalın, umutla, mücadele ile kalın…

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK)

Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK)

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB)

Türk Tabipleri Birliği (TTB)

 

İLETİŞİM: SES – Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Çankaya, Kızılay, Necatibey Cad. No:82 D: 4, 06420 Ankara Telefon: (0312) 232 61 22 e-Posta: [email protected]

×