Bugüne kadar 7 ilde, bir buçuk milyona yakın kişinin yaşadığı 18 ilçede onlarca mahalleyi kapsayacak şekilde toplamda 54 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
Bölgede ilk olarak 16 Ağustos’ta Varto’da başlayan sokağa çıkma yasakları adı altında uygulana ablukalar şu an Cizre, Silopi, Nusaybin, Sur ve Dargeçit olmak üzere 5 ilçede devam etmektedir.
Yasaklar toplamda 200 günü geçti !
İHD’nin 10 Aralık 2015 verilerine göre başlatılan özel savaş konsepti çerçevesinde bugüne kadar toplam 325 yurttaş yaşamını yitirdi. Bu sayı sadece sivil ölümleri kapsamakta olup toplam sonuç ise çok daha korkunçtur.
Bu uygulamalar ile halk sıkıyönetim dönemlerinde bile örneğini görmediğimiz orantısız bir şiddete maruz bırakılmaktadır. Başta yaşam hakkı olmak üzere halkın beslenme, su, elektrik, sağlık hizmetine ulaşma/bu hizmetlerden yararlanma gibi temel hakları ihlal edilmeye devam edilmektedir.
Öğretmenler hizmet içi eğitim gerekçesiyle kentlerden gönderilirken, sağlık emekçilerine de “hazır olun” yönünde talimatlar verilerek adeta yaşananların daha da ağırlaşacağı ilan edilmiştir. Hastaneler ve okullar özel harekat polisleri tarafından adeta işgal edilmiş ve askeri karargaha çevrilmiştir. Sokağa çıkma yasakları başladığından beri tehdit ve sindirmeyle karşılaşan can güvenliği olmadan, kimi zaman öldürülerek, kimi zaman kafalarına silahlar dayanarak hizmet vermeye çalışan sağlık emekçileri, ne olduğu belli olmayan, yasadışı bir şekilde haftalık nöbet uygulaması ile adeta hastanelere hapsedilmektedirler.
Yasaklar ilan edilmeye başlandığı ilk günden itibaren sağlık kurumlarının ve sağlık emekçilerinin dokunulmazlığını öngören tüm uluslararası anlaşmalar ihlal edilmektedir. Türkiye’nin savaş hukukunu düzenleyen Cenevre sözleşmelerinden 12 ağustos 1949 tarihli sağlık ve emniyet mıntıkaları ve mahallerine müteallik anlaşma projesine göre sağlık mıntıkalarına hiçbir şekilde silahlı güçlerin girmemesi gerekmektedir.
Oysa hastaneler polis ve asker ablukasına alınırken, etik ilkelere göre mesleğini yapmaya çalışan sağlık emekçileri her türlü baskı ve şiddete maruz bırakılırken, halkın sağlık hakkı engellenirken ne yazık ki; Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ise sorumlu olduğu halkı sağlığını ve sağlık çalışanlarının çalışma koşullarını, can güvenliğini ve yaşam hakkı başta olmak üzere en temel insani haklarını göz ardı ederek adeta savaş bakanı gibi hareket etmektedir.
Asker ve polis tarafından hastanelerin üs olarak kullanılmasına, ambulansların yaralılara giderken polis tarafından engellenmesine, halkın hastanelere erişememesine, acil servislerin önünde zırhlı araçların konuşlanmasına, sağlık emekçilerinin öldürülmesine ve yaralanmasına, hastanelere roketlerin isabet etmesine dair Sağlık Bakanlığı’nın olumlu bir girişimi bulunmadığı gibi hukuka aykırı uygulamaların emekçilere dayatılması söz konusudur. Sağlık Bakanı, hukuka aykırı bu uygulamaların bir an önce sonlanması ve halkın sağlık hakkının tanınması için uğraşmalı ve sağlık emekçilerinin şiddetten uzak biçimde insanca çalışma ve yaşam hakkının gereklerini yerine getiremediği noktada hesap vermelidir.
Sağlık ve sosyal hizmet emekçileri olarak; hastanelerimizi özel harekatın üslerine çeviren, normal bir biçimde çalışma hakkımızı yok sayan, bizleri öldüren ve tehdit eden, halkın sağlık hakkını, yaşam hakkını, beslenme ve temiz suya erişim hakkını ihlal eden AKP’nin savaş politikalarına karşı bugün 1 saat iş bırakıyoruz.
Halkın sağlık hakkı, sağlık çalışanlarının can güvenliği için bugün 1 saat yaşamdan ve barıştan söz edeceğiz.
Ve savaşa inat sağlık için barış şart diye haykıracağız.
Halkın sağlık hakkına ulaşımını ve sağlık çalışanlarının can güvenliğini ortadan kaldıran savaş politikalarına karşı mücadele edeceğimizi kamuoyuna saygı ile duyururuz.