AYRIMCILIK
Ayrımcılık kavramı uluslararası hukukta ilk kez 1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile ortaya çıkmıştır. Günümüzde devletler, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka fikir, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğum ve benzeri statüler veya temeller bakımından hiçbir ayrım gözetmeksizin hukuken tanınmış tüm hakları herkese sağlamakla ve bu haklara saygı göstermekle yükümlü tutulmuştur.
Ayrımcılık, isteyerek veya istemeyerek, icrai veya ihmali biçimde, bir hukuk sisteminde eşit durumda olduğu düşünülen kişilere, bir hak veya yükümlülükle ilgili olarak geçerli bir neden olmaksızın eşit davranılmaması olarak tanımlanabilir.
Ayrımcılık, hukukla, adaletle, eşitlikle ve sosyal bilimlerle, ama en çok da günlük yaşamlarımızla ilgili bir kavramdır. Bir adalet sorunu olarak ayrımcılıkla mücadele, toplumun örgütlenmesi, hukuk sisteminin işleyişi vb. unsurları kapsayan çok boyutlu bir süreçtir.
Ayrımcılığın meşrulaştırılması sürecinin ‘neden’leri önemlidir; çünkü ayrımcılığın neden bu kadar yaygın bir şekilde uygulandığını ve adeta kendiliğinden ortaya çıkan, doğal davranışlarımız haline nasıl geldiğini anlamamıza yardımcı olur. Ayrıca ayrımcılığın, ‘başkaları’nın sorunu olmadığını, hepimizin bir parçası olduğu genel bir toplumsal sorun olduğunu fark etmemizi sağlar.
Ayrımcılık, genel toplumsal sistemle kuşkusuz yakından ilgilidir ve radikal sistem değişiklikleri olmaksızın bütünüyle ortadan kaldırılamaz; fakat toplumu oluşturan tüm grupların daha eşit ve adil bir hayat yaşaması için ayrımcılıkla mücadele etmenin mümkün ve anlamlı olduğunu düşünmemizi sağlayacak pek çok neden vardır. Unutmamak gerekir ki, ayrımcılığa karşı mücadele, yasal ve kurumsal dönüşümler kadar, gündelik ilişkilerdeki tutum ve davranışların değişmesini de hedeflemek zorundadır.
TOPLUMSAL CİNSİYET VE TOPLUMSAL CİNSİYETE DAYALI AYRIMCILIK
Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık, cinsiyet rollerinin ‘doğal’ ve değişmez, biyolojik varlığımıza bağlı şeyler olduğu varsayımına dayanır. Bu varsayım yanlıştır, çünkü cinsiyet rolleri hem zaman içinde hem de kültürden kültüre değişirler. Kadınlarla erkeklerin birbirlerinden farklı olmaları, basitçe bir ‘farklılık’ olarak yaşanmaz, aynı zamanda, eşitsizliğin ve ayrımcılığın meşrulaştırılması da bu farklılığa dayandırılır. Farklılık, genel geçer Kadınlık ve Erkeklik kalıplarının üretilmesi ve yeniden üretilmesiyle sürdürülür, pekiştirilir. Ayrımcılık, bu kalıpların varlığını sürdüren en önemli araçlardan biridir.
“Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar”
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 1. Madde
LGBTİlerin hakları var olan uluslararası insan hakları hukuku tarafından korunsa da lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseksler (LGBTİ) zulüm, ayrımcılık, zorbalık ile aralarında işkence ve cinayete veren aşırı şiddet türlerinin de olduğu, kabul edilemez kötü muamelelerin mağdurları olmayı sürdüren bir toplumsal kesimi oluşturmaktadır. LGBTİ kişilere yönelik ayrımcılık çoğu zaman toplumsal normlardan ve toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini devam ettiren belirli rollerden kaynaklanmaktadır. LGBTİleri ayrımcılıktan ve nefret suçlarından koruyan yasal çerçeve pek çok ülkede mevcut değildir; gerçek ya da algılanan cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelinde ayrımcılık, LGBTİler iş, sağlık hizmetleri ve eğitime erişmeyi denediklerinde, tüm dünyada yaşanmaktadır.
LGBTİler, ayrımcılık yapılmama hakkı da dâhil olmak üzere, diğer tüm bireylerle aynı haklara sahiptir. Sayısız uluslararası araçta yer verilen bu ilkenin geniş kapsamda bir uygulaması vardır.
LGBTİ kişilerin insan haklarının korunması ve desteklenmesine yönelik uluslararası ve bölgesel yasal araçlar, bildirgeler, beyanatlar ve diğer ilgili belgeler
Uluslararası ve Bölgesel Yasal Araçlar:
Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (ICCPR), 1966
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme, 1966
Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme (ICERD), 1965
İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Aşağılayıcı Muamele ve Cezaların Önlenmesi Sözleşmesi (CAT), 1984
Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme (CEDAW), 1979
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (CRC), 1989 (Mad. 2)
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Sözleşmesi, No 111, 1958
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (ECHR), 1953
Avrupa Birliği’nin İşleyişine Dair Anlaşma (TFEU), 2010
Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı, 2000
Bildirgeler
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, 1948
Evrensel Olarak Tanınan İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Geliştirilmesi ve Korunmasında Toplumsal Kuruluşların, Grupların ve Bireylerin Hakları ve Sorumluluklarına İlişkin BM Bildirgesi
Diğer bölgesel belgeler:
Avrupa Konseyi’nin “Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılıkla mücadele” standartları, 2011
Avrupa Konseyi’nin “Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılıkla mücadele için alınması gereken önlemlere dair tavsiye kararı”, 2010
Amerikan Devletleri Örgütü’nün [OAS] “İnsan hakları, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” kararı, 2008 Amerikan Devleri Örgütü’nün “Güney ve Kuzey Amerika’daki ülkelerde insan hakları, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” kararı, 2009
Beyanatlar ve Kararlar:
BM İnsan Hakları Konseyi’nin cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve insan haklarına ilişkin Ortak Beyanatı, Aralık 2006;
Birleşmiş Milletler Genel Meclisi’nin insan hakları, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği beyanatı, 2008; Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nin “Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği Temelli Şiddet Eylemlerini ve İlgili İnsan Hakları İhlallerini Sona Erdirme” Ortak Beyanatı, Mart 2011;
İnsan Hakları Konseyi’nin “İnsan hakları, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” Kararı (HRC/17/L.9/Rev.1);
BM İnsan Hakları Yüksek Komiserinin raporu – Bireylere yönelik cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcı mevzuat ve uygulamalar ile şiddet eylemlerini belgeleyen çalışma, 14 2011.
İlgili diğer belgeler
İnsan Hakları, Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliğine İlişkin Dünya Kongresi Raporu, 2009
Herkes Özgür ve Eşit Doğar, Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, 2012
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nin Uluslararası Koruma No.9’a İlişkin İlkeleri: “1951 Sözleşmesi’nin Madde 1A(2) ve/veya Mültecilerin Statüsüne ilişkin 1967 Protokolü kapsamında cinsel yönelim ve/veya cinsiyet kimliği temelinde mülteci statüsü belirleme”, 23 Ekim 2012
Temel Haklar Ajansı’nın “Avrupa LGBT Anketi”, Mayıs 2013
Avrupa Konseyi Eşitlik ve Ayrımcılık Karşıtlığı Komitesi’nin “Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelinde ayrımcılıkla mücadele” Revize Memorandumu, 15 Mart 2013
Uluslararası İnsan Hakları Hukukunun Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliğine İlişkin Uygulamalarında Yogyakarta İlkeleri, 2006
İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi, BM Özel Prosedürleri, BM İnsan Hakları Sözleşme Organları ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri çalışmalarında uluslararası insan hakları hukukunun cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği bağlamında uygulamasına ilişkin Yogya Karta İlkeleri’ne referans vermektedir. 2006 yılında bağımsız uzmanların bir araya gelmesiyle şekillendirilen Yogya Karta İlkeleri bağlayıcı olmayan, yorumlayıcı bir metindir.
AB yasaları ve politikaları, Avrupa Birliği’nin İşleyişi Hakkındaki Anlaşma’nın 10. ve 19. maddeleri ile Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın 21. maddesinde yer aldığı üzere, cinsel yönelim temelinde eşitliği ve ayrım gözetilmemesini sağlamaktadır. AB için kurucu özellik taşıyan eşit muamele ilkesi trans kişileri de ayrımcılığa karşı korumaktadır. Bu da AB Cinsiyet Yeniden Biçimlendirme Yönergesi’nde, Cinsiyet Mal ve Hizmetler Yönergesi’nde, cinsiyet kimliği ve ifadesine açık referansla AB Sığınma Yeterlilik Yönergesi’nde ve AB Mağdur Hakları Paketi’nde yer almıştır.
TOPLUMSAL CİNSİYET:
Farklı kültürlerde, farklı coğrafyalarda ve farklı tarihsel zamanlarda kadınlara ve erkeklere toplumsal olarak yüklenen roller ve sorumluluklar bütününü ifade eder. Bu tanım, tipik olarak kadınlara ya da erkeklere ait özellikler ve beceriler ile değişik durumlarda kadın ve erkeklerden genellikle beklenen davranış biçimlerini de içerir. Her iki cinse ait bu tür özellikler; aile, arkadaşlar, söz sahibi kişiler, dini ve kültürel öğretilerin yanı sıra okul, işyeri ve basın-yayın organlarının etkileri ile şekillenmektedir. Toplumsal cinsiyet kavramı; kadın ve erkeğin toplum içindeki farklı rollerini, sosyal konumlarını, ekonomik ve politik güçlerini yansıtır ve aynı zamanda tüm bunları etkiler.
TOPLUMSAL CİNSİYET ROLÜ:
Toplumsal cinsiyetin bir parçasıdır ve kişinin kendisini bir oğlan çocuk/erkek veya kız çocuk/kadın konumunda göstermek için yaptığı ve söylediği şeylerin tümü olarak tanımlanmaktadır. Bireyler arasındaki biyolojik cinsiyet farkı toplumsal bir eşitsizlik yaratmamaktadır. Ancak, kadına ve erkeğe yüklenen toplumsal cinsiyet rolleri ve sorumlulukları bireyler arasında bir eşitsizlik ve ayrımcılığa sebep olmaktadır. Bu, ataerkil toplumdaki cinsiyetçi yaklaşımlardan kaynaklanmaktadır.
TOPLUMSAL CİNSİYET/BİYOLOJİK CİNSİYET:
İki sabit toplumsal cinsiyet kimliği olduğu düşüncesinin ötesine geçmek, bazılarımız için yeni ve baş etmesi güç bir fikirken, bazılarımız için hayatın ta kendisi. “Biyolojik cinsiyet” ve “toplumsal cinsiyet” ayrı, ancak bağlantılı kavramlardır. Biyolojik cinsiyet, genel olarak, bir insanın penis, testisler, vajina, rahim ve benzeri biyolojik özellikleri üzerinden tanımlanır. Bunlar anatomik bakımdan bir kişiyi kadın ya da erkek olarak tanımlayan özelliklerdir. “Toplumsal cinsiyet” ya da tıpta kullanılan terimiyle “cinsellik kimliği” ise çeşitli anlamlarda kullanılır. Bazen “toplumsal cinsiyet” kavramıyla toplumsal cinsiyet rolleri ya da ifadeleri -belli bir zaman döneminde belli bir kültürde “erkeksi” ya da “kadınsı” kabul edilen davranış özellikleri- kastedilir. Bu özellikler, saç şekli ve giyim stilinden, insanların konuşma ya da duygularını ifade etme tarzlarına kadar uzanabilir. “Toplumsal cinsiyet” kavramı, toplumsal cinsiyet kimliğini -erkek, kadın ya da transseksüel olarak kendimize dair içsel algımızı- ifade etmek için de kullanılabilir.
CİNSEL YÖNELİM:
Belli bir cinsiyetteki bireye karşı süregelen duygusal, romantik ve cinsel çekimi ifade eder. Cinselliği oluşturan dört unsurdan biridir.
Cinsellikle ilgili diğer üç unsur ise;
1-Biyolojik cinsiyet,
2-Toplumsal cinsiyet kimliği (erkek ya da kadın olmaya ilişkin psikolojik duyum)
3-Toplumsal cinsiyet rolü (eril ya da kadınsı davranışları belirleyen kültürel normlara uyum).
Tanımlanmış üç cinsel yönelim ise;
-Kişinin kendi cinsiyetinden birine yönelmesi eşcinsellik,
-Kişinin karşı cinsiyetten birine yönelmesi heteroseksüellik,
-Kişinin her iki cinsiyete de yönelmesi biseksüelliktir.
Cinsel yönelim, duyguları ve kendilik kavramını içerdiği için cinsel davranıştan farklıdır. Bireyler davranışlarıyla cinsel yönelimlerini ifade edebilecekleri gibi etmeyebilirler de. Birey, kendi cinsel yönelimini nasıl adlandırıyorsa o esastır.
Cinsel yönelim bir seçim midir?
Hayır. Cinsel yönelim birçok insanda henüz cinselliği yaşamamışken, ergenliğin ilk dönemlerinde ortaya çıkar. Bazı insanlar uzun süre eşcinselliğini heteroseksüelliğe dönüştürmeye çok çalıştığını fakat başarısız olduğunu belirtmiştir. Bu sebeplerden dolayı psikologlar cinsel yönelimin birçok insan için, istediğinde değiştirebileceği bilinçli bir seçim olmadığı görüşündedirler.
Eşcinsel:
Duygusal/cinsel açıdan hemcinsine ilgi duyan kadın veya erkek.
Tarih araştırmaları gösteriyor ki insanlık tarihi boyunca eşcinsellik hep vardı. Toplumdan topluma, tarihten tarihe, coğrafyadan coğrafyaya farklılık göstermekle birlikte eşcinsel varoluş tarihin her döneminde ve her kültürde yaşanırdı.
Eşcinsellik uzun yıllar boyunca bilim çevreleri de dahil olmak üzere çeşitli gruplar tarafından bir cinsel kimlik bozukluğu, hastalık, sapıklık gibi olumsuz ifadelerle tanımlanmıştır. Tarihin farklı dönemlerinde, farklı ülkelerde, eşcinsel bireyler sırf cinsel yönelimleri nedeniyle hapse atılmış, öldürülmüş, işkenceye maruz kalmışlardır. Örneğin, Almanya’daki Nazi döneminde eşcinsellik suç sayılmış ve soykırım eşcinsel bireylere de uygulanarak toplama kamplarında imha edilenler arasında eşcinsel bireyler de ye almıştır. Dünya’nın çeşitli ülkelerinde eşcinsellik hala suç sayılabiliyor ve para cezasından ölüm cezasına kadar çok çeşitli şekillerde cezalandırılabiliyor. Ancak eşcinsellik Türkiye’de suç değil. Yani eşcinselliği yasaklayan herhangi bir kanun maddesi bulunmuyor. Bunun yanında, cinsel yönelimi heteroseksüelden farklı olan bireyleri uğrayabilecekleri bir ayrımcılıktan koruyacak yasalar da henüz Türkiye’de mevcut değil. Bu nedenle, yasalardaki bazı boşluklar ya da yoruma açık “genel ahlak” gibi kavramlar homofobik ve transfobik yorumlamalarla LGBTİlerin aleyhine uygulamalara yol açabiliyor ve LGBTİler hukuksal süreçte ayrımcılığa uğrayabiliyorlar, adil yargılanma hakları ellerinden alınabiliyor.
Son 35 yılda yapılan daha objektif çalışmalar bize eşcinselliğin duygusal veya sosyal sorunlarla ilgisi olmadığını göstermiştir. Eşcinsellik geçmişte bir hastalık olarak görülüyordu, çünkü ruh sağlığı uzmanlarının ve toplumun eşcinsellik konusunda önyargılı bilgileri vardı. Bunun sebebi de birçok çalışmanın sadece terapideki eşcinselleri kapsamasıydı. Hâlbuki araştırmacılar terapide olmayan eşcinselleri araştırdığında eşcinselliğin bir ruh hastalığı olmadığı anlaşıldı. 1973’te Amerikan Psikiyatri Derneği yapılan yeni araştırmaları önemli buldu ve eşcinsellik terimini ruhsal ve duygusal bozukluklar listesinden çıkardı.
1975’te de Amerikan Psikoloji Derneği de bunu destekleyen kararlar aldı. Her iki dernek de eşcinsellik ile hastalık ilişkilendirilmesini sonlandırmak amacıyla ruh sağlığı uzmanlarını uyardı. Bu karar yapılan yeni araştırmalarla her iki kurum tarafından tekrar onaylandı. Türkiye’deki psikiyatri de hastalık kategorisinden çıkarılmış halini, yani DSM 4’ü kullanmaktadır.
Eşcinsellik bir hastalık olmadığı için tedavisi de yoktur. Ancak hastalık olduğu düşünüldüğü dönemde, uzun yıllar boyunca elektro şok, tiksindirme terapileri gibi tedavi yöntemleri uygulanmıştır. Bu müdahaleler, eşcinsel bireylerin cinsellik duygularını öldürmeye yönelik insancıl olmaktan uzak girişimler olarak değerlendirilmektedir. Bugün eşcinselliği tedavi etmeye çalışan doktorlar suç işlemektedirler.
Eşcinsellik, hal ve davranışlardan, kıyafetlerden anlaşılabilecek bir durum değildir. Ne kadar erken fark etsek o kadar çabuk kurtarırız diye bakacağımız bir hastalık, kötü alışkanlık da değildir. Eşcinselliği tedavi etmeye, eşcinsel bireyleri değiştirmeye zorlayan bütün müdahaleler eşcinsel bireyin hayatını zorlaştırmakta ve onarılamaz yaralar açmaktadır ve mutsuz bireylere sebep olmaktadır.
Eşcinselliğin nedeni, iki yüzyılı aşkın bir süredir araştırılmaktadır. Bir olgunun nedenini merak etme ihtiyacımız, onu değiştirme isteğimizle şekillenir. Eşcinselliğin nedenini bulmaya ilişkin hiçbir araştırma bugün, “eşcinselliğin nedeni budur” diyememektedir. “Heteroseksüelliğin nedenini” değil de “eşcinselliğin nedenini” araştırma çabası, bizim eşcinselliği “normal olmayan, doğal olmayan” bir olgu olarak algıladığımızı gösterir. Eşcinselliğin, biseksüelliğin, heteroseksüelliğin nedeni genetik, çevresel, psikolojik vs. olabilir ya da hiç biri olmayabilir. Sorgulanması gereken, eşcinselliği bir nedene bağlama ihtiyacı duyuyor olmaktır. |
Eşcinsellik bir tercih midir?
Eşcinsellik bir tercih değil, yönelimdir. Tercih iradi bir şekilde yapılır. Örneğin vejeteryan olup olmamayı tercih edebilirsiniz ya da öğlen yemeğinde simit-ayran ile geçiştirmek ile ev yemekleri yapan bir lokantaya gitmek arasında tercih yapabilirsiniz. Bir sabah aniden uyanıp “ben bugün kendi cinsimi arzulayayım” diyebileceğiniz bir durum değil eşcinsellik. Cinsel yönelim konusunda tercih yapamazsınız. Çoğu insan için cinsel yönelim, ergenlik döneminde hiçbir cinsel deneyim olmadan ortaya çıkmaktadır.
“Tercih” yaklaşımı, bize eşcinsellerin uğradıkları ayrımcılıkları meşrulaştırma zemini vermektedir. Çok iyi niyetli gibi görünen “o senin cinsel tercihin” sözü, aslında dışlamayı da getirmektedir. “Tercih etmeseydiniz, işsiz kalmazdınız”, “her tercihin bir bedeli vardır” gibi söylemler eşcinsellere yönelik ayrımcılığı meşrulaştırmak için kullanılmaktadır. |
Eşcinseller toplumun her kesiminde ve her grubun içinde olabilirler. Sadece belli bir meslek grubuna, etnik gruba, yaş grubuna, sınıfa ait olarak kategorilendirilemezler.
Açılma ve cinsel yönelimleri dışa vurmak:
Eşcinsel/biseksüel bir birey eğer isterse cinsel yönelimini kendi belirlediği insanlarla paylaşabilir. Eşcinsel/biseksüel erkek ve kadınlar kime, nasıl ve ne zaman açılacaklarına kendileri karar verebilirler.
Eşcinsellerin/biseksüellerin üzerlerindeki tektipleştirme ve mazur olmayan önyargılar sebebiyle, açılmak, eşcinsellere/biseksüellere duygusal rahatsızlık veren zorlu bir süreç haline gelebilmektedir. Eşcinselliği/biseksüelliği gizliyor olmanın kişiden kişiye değişen nedenleri olmakla birlikte bunun temelinde yaşadığımız toplumun kültürü, dini, toplumsal yapısı yatmaktadır. Eşcinsel/biseksüel bireyler için gizlenmek, basit ve genel bir tercih değil, zorunluluk olarak ortaya çıkabilmektedir.
Eşcinsel bireyler hemcinslerinden hoşlandıklarını anladıklarında kendilerini ‘farklı’ ve ‘yalnız’ hissederler. Açıldıklarında da aile, arkadaş, iş arkadaşı ya da dini kurumlar tarafından reddedilmekten korkabilirler. Şiddet ve ayrımcılık tehdidi, eşcinsel bireylerin cinsel yönelimleri konusunda açılmalarına engeldir. 1989’daki ulusal bir araştırma, eşcinsel oldukları için erkeklerin %5’inin, kadınların da %10’unun küfre ve fiziksel şiddete, toplamın %47’sinin de ayrımcılığa maruz kaldığını raporlamıştır. Diğer araştırmalar da yüksek oranlarda şiddet ve ayrımcılığın varlığını belirtmektedir.
Kişi eşcinsel ya da biseksüel olduğunu fark etmesi ile kabul etmesi eş zamanlı olmayabilir. Kişi cinsel yönelimini kabul etmek istemeyebilir, inkâr edebilir. Ya da cinsel yönelimini dış bir nedene bağlayabilir, “arkadaş çevresi”, “yetiştirme tarzı” gibi bahaneler bulabilir. Sonraki aşamalar da ise kabul etme sürecine ulaşır ve cinsel yönelimi sosyal yaşamının bir parçası haline getirebilir ya da bunu sadece cinsellik düzeyinde yaşamayı tercih edebilir.
Cinsel yönelimin fark edilmesi, kabul edilmesi ve yaşanmaya başlaması bir süreç işidir. Dışarıdan kişilerin hal ve hareketlerinden, konuşma tarzından, arkadaşlık ilişkileri üzerinden ya da “karşı cinsten sevgilisi” olmaması halinden cinsel yönelimi konusunda tahmin de bulunulamaz. Ayrıca cinsel yönelimin bir kimlik olarak sahiplenilmesi ya da sahiplenilmemesi tamamen kişisel bir meseledir. Bu yüzden dışarıdan “tanı” koymak, “adlandırmak” homofobinin farklı bir seyridir.
İnsan hakları mücadelesi veren eşcinsel/biseksüel bireyler, toplumun her kesiminde olduklarını göstermek ve ayrımcılıkla mücadele etmek için politik olarak açılmayı tercih edebilirler. Çünkü toplumun genelinde eşcinsellerin/biseksüellerin kendi hayat alanlarında olmadığına, kendilerinden uzakta bir yerlerde olduğuna ilişkin bir yanlış düşünce egemendir. Aksini iddia etmedikçe herkesin heteroseksüel varsayılması ayrımcılığın bir parçasıdır. Eşcinsel/biseksüel bireylerin gerçekleştirdiği bu zorunlu açılma durumu da, herkesin heteroseksüel varsayılmadığı bir dünya için ayrımcılıkla mücadelenin bir yoludur.
Gey:
Erkek eşcinsel.
Bu terim, eşcinsel kurtuluş hareketiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Bu süreçte, “homoseksüellik”ten politik bir kopuş olarak tanımlanmıştır. “Homoseksüel” kelimesi, tıp tarafından tanımlanmış olduğu halde, “gey” kelimesi, aynı cinsten insanların birbirlerine karşı duygusal, erotik, cinsel yönelimleriyle yarattıkları hayat tarzını tanımlamak için, eşcinsel bireyler tarafından ortaya konmuştur. Başlangıçta hem kadın hem erkek eşcinselleri kapsayan bir sözcük olmakla beraber, günümüzde sadece erkek eşcinseller kendilerini ifade etmek için kullanmaktadırlar; ancak İngilizcedeki karşılığı olan “gay” sözcüğü yurtdışında gündelik konuşmada her iki cinsiyet için de kullanılabilmektedir. Bu kelimenin, Türkçeye, İngilizceden olduğu gibi alınması 1980’lere rastlar. 2000’li yıllardan itibaren de, şu an kullanılan haliyle, okunduğu gibi yazılmaktadır. İlk kez, 1999’da Türkiyeli Eşcinseller Buluşması sonrasında “gay” sözcüğü, Türkçeleştirilerek “gey” olarak kullanılmaya başlanmıştır. Eylül 2006 tarihinden itibaren de Türk Dil Kurumu elektronik sözlüğünde gey, erkek eşcinsel olarak tanımlanmaktadır.
Lezbiyen:
Kadın eşcinsel.
Sözcüğün kökeni, M.Ö. 6.yüzyılda, Yunan kadın şair Sappho’nun yaşadığı Lesbos (Türkçe adıyla, Midilli) adasından gelir.
Biseksüel:
Duygusal/cinsel açıdan her iki cinsiyete de ilgi duyan kadın veya erkek.
Biseksüel bir kimse her iki cinse de aynı ölçüde ilgi duymayabilir ve bu ilginin derecesi zaman içinde değişebilir. Biseksüellik, aynı anda hem bir kadına hem bir erkeğe ilgi duymak, her iki cinsiyetten iki birey ile aynı anda birlikte olmak anlamına gelmez.
Heteroseksüel:
Duygusal/cinsel açıdan karşı cinsiyete ilgi duyan kadın veya erkek.
Heteroseksüellik, kendiliğinden ve zorunlu olarak, toplumda egemen olan var oluştur. Toplumda “norm” olan heteroseksüellik olduğundan ve aksini söylemedikçe herkes heteroseksüel sayıldığından heteroseksüel bireyler, kendilerini heteroseksüel diye tanımlamak gereği duymazlar.
CİNSİYET KİMLİĞİ:
Karşıt Giysicilik-Tra(ns)vestizm (Transvestism):
Geçici olarak karşı cinsten biri gibi yaşamak için, o cinse ait giysilerin giyilmesi ve karşı cins gibi davranılmasıdır. Kalıcı bir cinsiyet değişikliği özlemi veya bununla ilgili hormonal/cerrahi tedavi isteği yoktur. Bu terim Avrupa’daki Crossdresser’a denk gelir ama ülkemizde daha çok transseksüellikle karıştırılmaktadır.
Travesti:
Daha çok dış görünüşle ve davranışlarıyla karşı cinse ait olma isteğinde olan kişi. Bu sözcük kişideki transvestizmi ifade eder. Halk arasında travesti dendiğinde daha çok kadın giyimindeki/davranışındaki erkekler akla gelse de travesti kelimesi aslında hem erkek hem de kadın için geçerlidir; yani erkek giyimindeki/davranışındaki kadınlar için de kullanılır.
Transseksüel:
Kendisini karşı cinsten biri olarak tanımlayan kişidir. Hem erkek hem de kadın için geçerlidir. Kişi erkek olduğu halde kadın olmayı isteyebilir, kadın olduğu halde erkek olmayı isteyebilir. Ancak transseksüel, daha çok ruhsal eğilimler için belirleyici bir kelimedir. Kişinin davranışlarından çok iç dünyasında kendisini karşı cinsten biri gibi görmesi, hissetmesidir. Bu yüzden transseksüel bireyleri dış görünüşlerinden belirlemek söz konusu değildir. Çünkü bireyler, kendilerini karşı cinsten hissettiklerini dış görünüşlerine her zaman yansıtmazlar.
Transseksüellik cinsiyete dair kimliği ifade eder; bireylerin cinsel yönelimi ile alakası yoktur. Transseksüel bir birey, heteroseksüel, biseksüel veya eşcinsel olabilir.
*Halk arasında travesti, ameliyatla kadın olmamış, yalnızca dış görünümü ve davranışlarıyla kadın kimliğine bürünenleri; transseksüel ise giyim ve davranışlardan öte ameliyatla kadın olanları tanımlamak için kullanılan yerleşmiş kelimelerdir. Oysa her iki cinsiyet için de geçerli olmak üzere, kişinin cinsiyet geçişi ameliyatı olması ya da olmaması tanımlamalarda belirleyici özellik olmamalıdır. Kişinin kendisini nasıl hissettiği üzerinden getirdiği tanımlamanın esas alınması gerekir.
Transgender:
Her hangi bir cerrahi müdahale geçirmiş yada geçirmemiş kadın veya erkeklerden biyolojik cinsiyetine ve görünümüne bir şekilde müdahale edenlerin tamamını kapsayacak şekilde, İngilizce bir tanımlama olup Türkçe’deki travesti ve transseksüel tanımlamalarının ikisini de kapsar. İngilizcede LGBT kısaltmasındaki T’dir. Yurtdışında yaygın olarak kullanılmakla birlikte ülkemizde bu terim çok fazla yaygınlık kazanmamıştır.
İnterseks:
Kadın ve erkekler için olağan sayılmayan bir şekilde dış genital organ ya da iç üreme sistemi ile doğmuş kişi. Türkçedeki karşılığı Hünsa’dır.
HETEROSEKSİZM:
Heteroseksüelliğin yegane cinsel yönelim olduğunu ileri süren, diğer cinsel yönelimleri yok sayan, baskılayan ya da aşağılayan ideolojidir. Kadınlara yönelik ayrımcılık olan seksizmin (cinsiyetçilik), heteroseksüel olmayanlara yönelik halidir. Heteroseksizm, heteroseksüelliği bir zorunluluk olarak görme ve biricik varoluş biçimi olarak dayatma halidir. Heteroseksizm, Gordan’ın sosyoloji sözlüğündeki tanıma göre, ‘Karşı cinsten insanların ilişkiye girdiği heteroseksüelliğin karşıtı olarak aynı cinsten insanların ilişkiye girdiği homoseksüelliğin yer aldığı bir dizi toplumsal arenada heteroseksüelliğe ayrıcalıklı rol atfedilen, çok çeşitli toplumsal pratikleri (dilbilimselden fiziksele kamusal ve özel alanda açık ve üstü kapalı olarak) anlatan bir terimdir. Heteroseksizm tek başına eşcinsellik karşısında konumlanan bir durum değildir.
HETERONORMATİVİTE:
Heteroseksüelliğin normal ve tek cinsel yönelim olarak görülmesi, toplumsal değerlerin, kuralların ve yaşam biçimlerinin herkes heteroseksüelmiş gibi kabul edilmesidir. İnsanların kadın ve erkek olarak ikiye ayrılmasını; cinsel ilişkilerin/evliliklerin sadece ve sadece karşı cinsiyetlere sahip kişiler arasında olabileceğini ve her cinsiyetin kendine has rolleri olduğunu iddia eden inançlar, düşünceler, normlar bütünüdür.
HOMOFOBİ:
Genel anlamıyla eşcinsellere ilişkin olumsuz duygu, tutum ve davranışlar olarak tanımlanır. Homofobi, kişisel bir korku ve irrasyonel bir inanç olmanın çok ötesinde kültür ve anlam sistemleriyle, kurumlar ve sosyal geleneklerle ilişkili olarak ele alınması gereken politik bir alanda oluşan, gruplar arası bir sürece işaret eder.
Homofobi, daha bireysel (kişilik, benlik algısı, bilişsel yapılar vb.) süreçlerin de etkilediği, eşcinsellerin ve biseksüellerin bir dış grup olarak kavramsallaştırılması sonucunda oluşan ve belirli stereotiplerin eşlik ettiği bir gruplar arası ilişki ideolojisi olarak görülebilir.
Homofobik ideoloji kendiliğinden kişisel bir özellik olarak değil, belirli bir sosyokültürel bağ- lam içinde oluşur. Kültürel ve bireysel koşullar ve süreçlere dayalı bütün köklerine rağmen pek çok sosyal psikolog, homofobinin ırkçılık ve seksizm (cinsiyetçilik) bağlantıları içinde anlaşılabileceğini düşünür. Homofobi bu anlamda seksizmin önemli bir uzantısıdır. Heteroseksüellikten farklı cinsel yönelimlere sahip insanlara karşı şiddet, erkekliğin, bir anlamda cinsiyetçi kullanımıyla “insanlığın korunması ve kontrolü” için bir mekanizma haline gelir.
TRANSFOBİ:
Travesti ve transseksüellere yönelik önyargı ve nefreti anlatır. Biyolojik cinsiyetinden dolayı kendisinden beklenen seksüel ve toplumsal rollere uymayarak cinsiyet değiştirenlere karşı bir tür kaygı, nefret ve korku ifadesidir.
Homofobinin, transfobinin ve LGBTİlere yönelik nefret ve şiddetin bu kadar yaygın olduğu bir toplumda LGBTİler, toplumsal ve özel alanlarında yaşadıkları sorunlar nedeniyle ruh sağlığı alanında çalışan uzmanlardan yardım isteyebilmektedirler. Ancak ruh sağlığı alanında çalışan uzmanlar da eşcinsellere yönelik homofobik tavırlar sergileyebilmektedir. Bu tür uygulamalarla karşılaşıldığında, Türkiye Psikiyatri Birliği’ne bildirilmesi halinde, doktor aleyhine soruşturma açılır. |
NEFRET SUÇU ve NEFRET YASASI:
Bir kişiye veya gruba karşı ırk, dil, din, cinsiyet, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği gibi nedenlerden ötürü işlenen, genellikle şiddet içeren suçları ifade eder. Eğer bu suç bir defaya mahsus olarak işlenmemişse ve süreklilik arz ediyorsa, suç işleyenler nefret grubu olarak adlandırılırlar. Bu suçları engellemeye ve suç işleyenleri cezalandırmaya yönelik düzenlenmiş yasalara ise nefret yasası denir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf bir ülke olan Türkiye, herhangi bir ayrımcılık yapmaksızın kendi yasama yetkisi altında bulunan tüm insanların yaşam hakkını korumakla yükümlüdür. Bu yükümlülüğün bir parçası olarak, yetkililerin, yaşam hakkına kast edildiği belirtilen vakalarda, bu hakka kastedenin devlet görevlisi olup olmadığına bakmaksızın, süratli ve etkin soruşturma başlatması gerekmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi uyarınca yaşam hakkının korunması yükümlülüğü, devlet yetkililerinin yalnızca kasten ve yasal olmayan şekilde insanların yaşam haklarını ihlal etmemesini değil, aynı zamanda yasama yetkisi altında bulunan kişilerin haklarının korunması için gerekli adımları atmasını da kapsamaktadır.
Bu yükümlülük, kişilere karşı işlenecek suçları caydırmak amacıyla etkin yasal düzenlemeler oluşturulmasını, bu tür suçlara uygun cezalar belirlenmesini, yasaların ihlal edilmesi durumunda önleyici tedbirler alınmasını ve gerektiğinde saldırganı durduracak ve yaptırım uygulayacak bir kolluk kuvveti mekanizması oluşturulması görevlerini de içermektedir. Sözleşmenin getirdiği yükümlülükler arasında, belirgin bir durum söz konusu olduğunda, bir başka birey tarafından yaşam hakkının engellenmesi söz konusu olan bireylerin korunması için önlem alınması da bulunmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, soruşturmalarda tüm makul adımlar atılarak nefret suçunun temellerinin ortaya konmasını da gerektirmektedir.
HAK SAVUNUCULARI İÇİN ÖNCELİKLİ POLİTİKALAR:
- 1.Suç olmaktan çıkarma ve ayrımcı yasa ve politikalarla mücadele etmek
Yetişkinler arasında rızaya dayalı eşcinsel ilişkiler, günümüzde yaklaşık 80 devlette hâlâ cezalandırılmakta, bunlardan bazılarında ise ölüm cezası uygulanmaktadır. Bu ilişkilerin suç olarak görülmesi uluslararası insan hakları hukukuna aykırı olduğu gibi LGBTİlerin yaşam, mahremiyet, özgürlük, güvenlik ve sağlık hakları ile dernek kurma, toplanma ve ifade özgürlüklerine yönelik insan hakları ihlalleri doğurmaktadır. Bu temel özgürlükler, LGBTİ konusuna dair kamusal tartışmaları ve/veya LGBTİ ifadesini suç olarak gören ve “onur yürüyüşlerinin” yasaklanmasına kadar uzanan yasama girişimleri ile ayrıca kısıtlanmaktadır. Yetişkinler arasında LGBTİ kapsamında rızaya dayalı cinsel ilişkilerin suç olarak görülmesi mevcut önyargıları güçlendirmekte, damgalamayı artırmakta, ayrımcılığı meşrulaştırmakta olduğu gibi LGBTİleri insan hakları ihlallerine ve şiddete karşı daha savunmasız kılabilmektedir. Bu ihlaller arasında polis şiddeti ve işkence vakalarının yanı sıra LGBTİlere yönelik diğer zalimane, insanlık dışı ya da onur kırıcı muameleler yer almaktadır.
Kamu düzeni yasaları farklı toplumsal cinsiyet kimliklerine sahip kişileri ve özellikle transları hedef alabilmekte ve kolluk kuvvetlerinin kovuşturma açmaları için kullanılabilmektedir. Kimlik bilgileri cinsel yönelimlerini ve cinsiyet kimliklerini yansıtmayan trans bireylerin adalete erişimi sekteye uğrayabilmektedir.
Bu bağlamda, ayrımcı yasa, politika ve uygulamalar etkin şekilde kınanmalı ve bu yasaların pratik sonuçlarına karşı LGBTİ bireylerin ve onların hak temelli örgütlülüklerinin yanında yer alınarak dayanışma sergilenmelidir.
LGBTİlerin ve bu alanda çalışma yürüten örgütlerin ifade özgürlüğü, dernek kurma ve toplanma özgürlüğü haklarını sınırlayan yasama girişimleri olmak üzere, insan haklarına erişime yönelik diğer kısıtlamalara etkin olarak karşı çıkılmalıdır.
- 2.Eşitliği ve ayrımcılık yasağını desteklemek
Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılık LGBTİlerin en sık karşılaştığı sorundur. Ayrımcı mevzuat, politika ve uygulamalar işyerinde ve kamusal alanda, özellikle de sağlığa ve eğitime erişimde kendini göstermektedir. Ayrımcılık ve uygulamada eşitsizliğin, gözaltı sırasında, geri gönderme merkezlerinde, cezaevlerinde de yaşanma olasılığı oldukça yüksektir.
Uygun kimlik belgeleri, pek çok insan hakkının etkili biçimde kullanılabilmesinin ön koşuludur. Toplumsal cinsiyet kimliklerine uygun kimlik belgelerine sahip olmayanlar, çoğu durumda, keyfi muameleye ve ayrımcılığa maruz bırakılmaktadır. Toplumsal cinsiyetin yasal olarak tanınmasının önünde kısırlığın veya üreme yeteneğinden yoksunluğun ispatı, cinsiyet geçiş ameliyatı, hormon tedavisi, zihinsel sağlık tanısı ve/veya belli bir zaman zarfı boyunca istenen cinsiyette yaşamış olmak (sözde “gerçek yaşam deneyimi”) gibi insanlık dışı koşullar bulunmaktadır. Bu tarz hüküm ve uygulamalar Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 2. ve 26. maddeleri ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 2. maddesinde belirtilen eşitlik ilkesi ve ayrımcılık görmeme hakkına aykırıdır.
- 3.Homofobik ve transfobik şiddetle mücadele etmek
Bu tür şiddet vakaları; cinayet, tecavüz, dayak, işkence, zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ve cezalardan, kamusal alanda fiziksel saldırılara kadar geniş bir spektruma yayılmaktadır. Şiddet vakaları insan hakları örgütleri tarafından giderek daha fazla ele alınsa da kayıtlara olduğundan daha az yansımaktadır. Bazı ülkelerde, cezasızlık atmosferi LGBTİlere yönelik şiddet vakalarının soruşturma olmaksızın cezasız kalmasıyla sonuçlanmaktadır. LGBTİleri ayrımcılık ve şiddetten açıkça koruyan mevzuatı bulunmayan ülkelerdeki şiddet oranları belirgin ölçüde daha yüksektir.
Lezbiyen, biseksüel ve trans kadınlar, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden ve adaletsiz toplumsal cinsiyet normlarından ötürü, cinayet ve tecavüzlerin hedefi olarak görülmektedir. Çoğu zaman özel alanlarda ve aile üyeleri tarafından gerçekleştirilen “düzeltici tecavüzler” ve “namus cinayetleri”, bu kadınların karşı karşıya kaldığı ve ölümle de sonuçlanabilen yaygın ihlaller arasındadır.
- İnsan hakları örgütleri, bu türden şiddet vakalarının izlenmesi ve şiddetin mağduru olan kişilere destek sağlanması yönünde çalışma yürütmelidir.
- LGBTİlerin insan hakları da dâhil olmak üzere hak temelli LGBTİ alanında faaliyet yürüten örgütlerin gerçekleştirdiği çalışmaların tanınması ve bu çalışmalara yönelik genel bir saygı kültürünün benimsenmesi oldukça önemlidir.
- Yasada ve uygulamada cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı ayrımcılığın yasaklanması ve LGBTİlerin yeterli barınma hakkı ve örgütlenme özgürlüğü hakkının da aralarında bulunduğu insan haklarına erişiminin önündeki engelleri kaldırılması için LGBTİ örgütleriyle dayanışma sergilenmelidir.
- Lezbiyen, gey, biseksüel ve trans mülteci ve sığınmacıların iltica haklarının tanınması ve geliştirilmesi bu alandaki ihlallerin önlenmesi için çalışmalar ve izleme faaliyetleri örgütlenmelidir,
- LGBTİlerin durumunun insan hakları raporlarında ele alınması ve LGBTİlere yönelik yapısal ayrımcılığa hem raporlarda hem de pratikte dikkat çekilmesi oldukça önemlidir.
- LGBTİlerin karşı karşıya kaldığı hak ihlalleri hakkında çalışma yürütülmesi amacıyla yerel, bölgesel ve uluslararası alanda hak temelli örgütlerle etkin biçimde iletişim halinde olunmalı ve dayanışma örgütlenmelidir.
- LGBTİlerin ve bu alanda faaliyet yürüten örgütlerin toplanma ve ifade özgürlüklerinin kullanılmasına destek verilmeli ve uygun durumlarda parçası olunmalıdır (örn.“onur yürüyüşleri”).
- LGBTİlere yasalar önünde eşitlik sağlayacak ve ayrımcılığı sonlandıracak mevzuat değişiklikleri örgütsel olarak desteklenmelidir.
- LGBTİlere yönelik ötekileştirmenin kökeninde ayrımcı ideoloji yatmaktadır. Ayrımcı ideolojiyi, milliyetçilik, militarizm, cinsiyetçilik, muhafazakarlık ve otoriterlik beslemektedir. LGBTİlerin maruz kaldığı homofobi ve ayrımcılık sadece LGBTİlerin maruz kaldığı bir ayrımcılık türü değildir. Homofobi, bifobi ve transfobiyle mücadele etmek bu anlamda sadece LGBTİlerin değil heteroseksüellerin de mücadele etmeleri gereken bir ayrımcılık türüdür. Eğer eşit ve özgür bir toplum ve dünya istiyorsak bütün ayrımcılıklara karşı birlikte mücadele etmeliyiz.
[1] Temel kavramlar bölümünde KAOS GL’nin hazırladığı “Sıkça Sorulan Sorular” isimli kitaptan yararlanılmıştır.