altKonfederasyonumuza ve bağlı sendikalarımıza yönelik baskıların özellikle son dönemde sürekli arttığı tüm kamuoyunca bilinmektedir. Hemen başta belirtelim ki kamu emekçileri sendikal mücadelesinin yapı taşı, fiili ve meşru mücadelenin açık adresi KESK’e yönelik baskıların tarihi kuruluş tarihinden de ötelere uzanmaktadır.

Çünkü KESK’i kuranlar ve bugüne taşıyanların mücadelesi bu ülkede kamu emekçilerini kapı kulu olarak görenlerin kalıplarını her zaman zorlamıştır, bugün de zorlamaya devam etmektedir.

Özellikle son 1-1,5 yıldır bu baskılar toplu gözaltı ve tutuklamalarla sonuçlanan kuşatma operasyonlarına dönüşmüştür. 13 Ocak, 13 Şubat ve 25 Haziran 2012 operasyonlarında gözaltına alınıp tutuklanan onlarca yönetici ve üyemiz adeta cezaya dönüşen, 16 aya varan uzun tutukluluk süreleri sonrasında özgürlüğüne kavuşmuştur.

Diğer taraftan son olarak 19 Şubat 2013 tarihinde 28 ili kapsayan, aralarında Eğitim ve Örgütlenme Sekreterimiz Akman Şimşek ve Denetleme Kurulu üyemiz Erdoğan Canpolat’ın da bulunduğu 167 KESK üye ve yöneticisi arkadaşımız Ankara merkezli bir operasyonla gözaltına alınmıştır. İlk etapta 57 arkadaşımız tutuklanmıştır. Ardından daha önce mahkemece serbest bırakılan 11 arkadaşımız daha savcılığın itirazıyla tutuklanmıştır. Tutuklu yargılanmasına itiraz ettiğimiz 4 arkadaşımız serbest bırakılmıştır. Bugün itibariye 19 Şubat operasyonu kapsamında aralarında Eğitim ve Örgütlenme Sekreterimiz Akman Şimşek ve Denetleme Kurulu üyemiz Erdoğan Canpolat’ın da bulunduğu 64 arkadaşımız tutukludur.

Kamu emekçilerinin sendikal hak ve özgürlüklerini yok etmeyi hedefleyen sıcak gelişmelerin yaşandığı süreçlerde emek ve demokrasi mücadelemizi hedef alan operasyonların tesadüf olmadığını defalarca ifade ettik. Sendikal faaliyetlerimizin ‘suç’ olarak gösterilmeye çalışıldığı bu kuşatma operasyonların asıl hedefinin kamu emekçilerinin haklarının gasp edilmek istendiği dönemlerde mücadelemizi etkisizleştirmek üzere planladığını, tasarlandığını defalarca kamuoyu ile paylaştık.

Tüm tahliyelere rağmen bugün itibariyle KESK ve bağlı sendikalarının yönetici ve üyesi toplam 88 kişi hala tutukludur. Daha bir hafta önce bağlı sendikamız Haber-Sen Ankara Eğitim Sekreteri Can Deliduman, milyonlarca insanın katıldığı, KESK olarak başından beri içinde yer aldığımız, ‘Gezi Parkı direnişi protestolarına katılmak’ gerekçesiyle tutuklanmıştır. Bugün tutuklu bulunan toplam 88 KESK’linin 20’si kadı yönetici ve üyelerimizdir. Ülkenin dört bir tarafındaki hapishanelerde, kimisi tecrit koşularının ağırlaştırıldığı F tipi hapishanelerde bulunan yönetici ve üyelerimizin 64’ü 19 Şubat operasyonunda tutuklanan arkadaşlarımızdır. 19 Şubat operasyonunun üzerinden tam 4 ay 12 gün geçmesine rağmen hala iddianame açıklanmamıştır. Operasyon kapsamında bugüne kadar hazırlanan tek iddianame iki gün sonra (3 Temmuz 2013) Adana’da ilk duruşmalarına çıkacak arkadaşlarımız hakkında hazırlanan iki ayrı iddianamedir. Bu iddianameler kapsamında dört ayı aşkın süredir tutuklu bulunan; EĞİTİM SEN Hatay Şube Başkanı Ayhan Erkal, SES Hatay Şube Eski Başkanı Ahmet Aras, SES Hatay Şube Örgütlenme Sekreteri Merih Şanlı, EĞİTİM SEN Silifke Temsilciliği Başkanı Mehmet Doğan ve EĞİTİM SEN Silifke Temsilciliği Örgütleneme Sekreteri Bülent Coşkun’un yanı sıra 12 yönetici ve üyemiz de tutuksuz olarak yargılanmaktadır.

İki gün sonra Adana’da ilk duruşmasına çıkacak 5’i tutuklu 12’si tutuksuz arkadaşımız hakkında hazırlanan iddianamelerin de daha önceki kes-kopyala-yapıştır iddianamelerden hiçbir farkı yoktur.

Sendikal faaliyetlerimiz, KESK ve bağlı sendikalarımızın kararını aldığı eylem-etkinliklere katılmak yine suç olarak gösterilmektedir. Puşinin, şemsiyenin, şapkanın tutuklamalara delil olarak gösterildiği Özel Yetkili Hukuk sistemi yönetici ve üyelerimizin tutuklanmasında da en az bu deliler kadar trajikomik ‘deliller’, gerekçeler ileri sürmektedir.

Demokrasinin gereği olarak, her emek ve meslek örgütünde farklı anlayış ve düşüncede insanların bir araya geldikleri platformların bulunduğunu her halde bilmeyen yoktur. İşçi sendikalarından odalara, barolardan işveren sendikalarına hatta futbol kulüplerine kadar hemen her yapı içerisinde birbiriyle demokratik rekabet içerisinde olan platformların bulunmasından daha doğal ne olabilir? Elbette ki KESK içerisinde de benzer platformlar vardır. Ancak, KESK’in zenginliği olan bu meşru platformlar, daha önce 13 Şubat ve 25 Haziran operasyonlarının iddianamelerindekine paralel bir şekilde 3 Temmuz’da ilk duruşmalarına çıkacak olan arkadaşlarımız hakkında hazırlanan iddianamelerde de ‘yasa dışı’ örgütlerle bağlantılı gibi gösterilmek istenmektedir.

Bugün tutuklu tek bir arkadaşımızın dahi kalmadığı 13 Şubat, 25 Haziran operasyonları sonucunda açılan davalardaki suç isnatlarının tekrar edildiği iddianamelerin omurgasını meşhur! gizli tanık ifadeleri ve neredeyse her sendikamızın genel merkezine ve şubesine hukuksuz bir şekilde yerleştirilen gizli kamera ve ses kayıtları oluşturmaktadır. İçeriğinde hiçbir suç unsuru olmayan ortam ve telefon dinlemelerinden elde edilen kayıtlar ‘yasadışı faaliyetin delilleri’ olarak gösterilmek istenmektedir.

Onlarca insanın yaşamını yitirmesine neden olan “Hayata Dönüş Operasyonu”nu protesto etmek, 4+4+4 olarak bilinen düzenlemeye karşı KESK olarak 28-29 Mart’ta Ankara’da yaptığımız basın açıklamasına katılmak, iş güvencemizi hedef alan düzenlemelere karşı yaptığımız basın açıklamalarına katılmak, parasız eğitim talep için tutuklanan gençlerin yanında yer almak, hatta tam 17 yıl önce 1996 yılında KESK Mersin Şubeler Platformu’nun yaptığı basın açıklamasına katılmak bile iddianamede yasa dışı örgütsel faaliyetler olarak değerlendirilebilmektedir. Sık sık hukuksuz, keyfi soruşturmalara muhatap kalan üyelerimizin nasıl bir hukuki sürece başvuracaklarına dair bilgi alış verişlerinde bulunulması da “örgütsel faaliyet” olarak değerlendirilmektedir.

Sendikal sosyal faaliyetler kapsamında üyelerin katılımıyla yapılan piknikler de iddianamede örgütsel faaliyet olmaktan kurtulamamıştır. Şube Başkanının sendika kararıyla yapılan basın açıklamasına katılım için üyelerin cep telefonlarına gönderdiği mesaj da “tehlikeli ve sakıncalı” bulunmuş olacak ki iddianamede deliller arasında sayılmıştır.

İşe bu tür sendikal faaliyetlerimiz gerekçe gösterilerek arkadaşlarımız hakkında yasa dışı örgüt üyeliği ve eylemlere katılmaktan ceza istenmektedir. Siyasi iktidara yağcılık yapmaktan kalan boş vakitlerini KESK’i karalama kampanyasının payandalığına ayıranların dikkatini cezp eder mi bilmiyoruz ama iddianamenin ruhunu yansıtmak için iki örnek daha vermek istiyoruz.

Yaşamını yitirmiş devrimcilerden birinin anmasına katılan arkadaşlarımız için savcı iddianamede aynen şunu belirtiyor: “…grubun eyleminin görüntülendiği, dosyaya yansıtıldığı, konuşma içeriğinin tespit edilememesi, herhangi bir pankart açılmaması sebebiyle buradaki eylem örgütsel faaliyet olarak nitelendirilmiştir, bağımsız suç olarak değerlendirilmemiştir”

Yani ne pankart açılmış, ne yapılan konuşmalarda ne de başka bir şey de ‘yasa dışılık’ tespit edilmiştir. Ama sayın savcı niyet okuma yoluyla peşinen yargısını vermiş, yasa dışılığın tespit edilemediği etkinliği örgütsel faaliyet olarak değerlendirmiştir. Yine Hatay Eğitim Sen şubesi önünde, parasız eğitim hakkında yapılan basın açıklaması iddianamede aynen şu cümlelerle değerlendirilmiştir: “…eylem içeriğinde cebir, tehdit mesajı bulunmasa da, cebir tehdidi özendirici herhangi bir açıklama yapılmasa da pankart ve örgütsel önlüklerin demokratik bir eylemde kullanılmasının başlı başına tehdit içerdiği,…”

Bu örnekler nasıl bir yargılama ile karşı karşıya olduğumuzu o kadar açık ifade etmektedir ki, aslında üzerine söz söylemeye bile gerek bırakmamaktadır. Bu iddianameler adeta bağıra bağıra ‘siyasal ortam ve bu ortamı yönlendirmek isteyen siyasal iktidarın direktiflerine uygunluğumuzu görün’ demektedir. Bunun için hukuki kılıf mı lazım? İşte size gizli tanık ifadeleri, ‘yasa dışılığını’ tespit edilemediğimiz örgütsel faaliyetler, işte emekçilerin sendikal hak ve özgürlüklerini gasp etmeyi hedefleyen düzenlemelere karşı yaptığınız basın açıklamaları…

Kısacası hukuktan tamamen yoksun olarak düzenlenen bu iddianamelerin sahiplerine göre emeğin haklarının gasp edilmesine karşı sessiz kalmamanız ve üstelik bir de KESK üyesi olmanız “suçlu” ilan edilmenize, “terörist” damgası yemenize fazlasıyla yetmektedir.

“Önce suçu, delili yaratalım; suçluyu sonra nasıl olsa buluruz” biçiminde formüle edilebilecek bu yaklaşımın arkasında baskıcı, otoriter, faşizan yüzü her geçen gün daha fazla açığa çıkan AKP iktidarı vardır. Öncesi bir yana Gezi Parkı süreci ve bu sürecin devamı olarak bugün yaşanmakta olan gelişmeler AKP iktidarının, halkın özgürlük, barış ve demokrasi taleplerine bakış açısını ortaya koyma konusunda turnusol işlevi görmüştür. Emek ve demokrasi karşıtı sistemine itiraz edenleri ‘ideolojik’ olarak nitelendirerek suçlama kolaycılığı, ca dı avına dönüşen operasyonların, polis devleti terörünün temel dayanağını haline getirilmiştir.

AKP iktidarına göre her dönem siyasi iktidarların baskılarının ve onların yandaşlarının karalama kampanyalarının hedefi haline getirilen KESK de ‘ideolojik’tir. Çünkü onlara göre sendikaların, konfederasyonların görevi kendi iktidarlarının belirlediği sınırlar içinde kalmaktan, biat etmekte kusur etmemekten ibarettir. Sendikaları, konfederasyonları sadece maaş zamları döneminde, iktidarın belirlediği enflasyon rakamları sınırlarını aşmamak kaydıyla ‘ücret pazarlığı’ yapmaktan mükellef görenlerin KESK’i ‘ideolojik’ olarak nitelendirmesi gayet doğaldır.

Kendisine itiraz edenleri ‘ideolojik’ olarak nitelendirerek suçladığını zanneden AKP’nin de elbette ki bir ideolojisi vardır. Bugün yönetici ve üyeleri şahsında emek ve demokrasi mücadelesi hedef alınan KESK’e yönelik baskıların, kuşatma operasyonlarının kaynağında da sermaye yanlısı bu ideoloji vardır. Çünkü onlara göre sadece kamu hizmeti sunanların değil bu hizmetlerden yararlanan milyonlarca yurttaşın çıkralarını temel alan, emeğin, ezilenin, dışlananın yanında yer alan KESK tehlikeli bir ‘ideolojik’ odaktır.

Bankaların promosyonunu takip edenlerin, siyasal iktidarın elini eteğini öpenlerin, milyonlarca kamu emekçisi sorunlarını dile getirmesini beklerken kendi maaşlarını en yüksek devlet memuru maaşına yükseltilmesini talep edenlerin ‘sendikacılık’ oynadığı bir ülkede emeğin çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan, karşısına çıkarılan tüm engellere kuruluş felsefesinde yer alan fiili-meşru mücadelesiyle cevap veren KESK’i hangi sermaye iktidarı ister?

Geri vitese takılan ‘ileri demokrasi’ palavralarına karnı tok KESK’lileri karalama kampanyalarına öncülük eden yandaşların emek ve demokrasi mücadelemizden ürkmesinden daha doğal ne olabilir ki? En başından beri sendikal hak ve özgürlükler ile demokrasi arasında kopmaz bağlar olduğunu bilen kamu emekçilerinin çatısı olan KESK bu nedenle bertaraf edilmelidir.

KESK üzerinde yaratılan baskıların, kuşatma operasyonlarının kaynağını başka yerde aramaya çabası nafiledir. Tüm mesele emekten, demokrasiden yana olanlarla sermayenin çıkarları için onları ezmek, yok etmek isteyenlerin mücadelesinden ibarettir.

KESK, tüm bu baskılara, kuşatma operasyonlarına karşı tek dayanağı olan üyelerinden aldığı güçle yoluna kararlılıkla devam edecektir. Emek ve demokrasi mücadelemizin gereği sendikal faaliyetleri yürüttükleri için ülkenin dört bir yanındaki hapishanelerde tutuklu bulunan yönetici ve üyelerimizin değerleri hepimizin, KESK’in mücadele değerleridir. Bu değerlere sahip çıkmak için 3 Temmuz’da Adana Adliyesi’nde olacak, KESK’in zalimlerin zulmüne karşı hiçbir zaman boyun eğmeyeceğini bir kez daha haykıracağız.

Bunun için sendikalarımızın Hatay, İskenderun, G.Antep, Osmaniye, Tarsus, Mersin, Ş.Urfa, K.Maraş, Kilis şube yönetici ve üyelerinin yanı sıra genel merkez yöneticilerimiz katılımıyla, 3 Temmuz 2013 Çarşamba günü saat 10.00’da Adana Atatürk Parkı’nda toplanacağız. Buradan Adliye önüne yürüyeceğiz. Adliye önünde basın açıklaması yaptıktan sonra duruşmaya katılım sağlayacağız.

YÜRÜTME KURULU

İLETİŞİM: SES – Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Çankaya, Kızılay, Necatibey Cad. No:82 D: 4, 06420 Ankara Telefon: (0312) 232 61 22 e-Posta: [email protected]

×