Türkiye ekonomisi 2011 yılının ilk üç ayında geçtiğimiz senenin eş
dönemine görece yüzde 11 büyüme gösterdi. Büyümenin aslında yurtdışı sıcak para
akımlarınca sürüklenen ve dış borçlanmaya dayalı bir konjonktürün eseri olduğu
ve bu biçimiyle kırılgan ve çarpık bir sanayileşme stratejisini yansıttığı
yorumları etraflıca dile getirildi. Biz bu haftaki Ekonomi Politik’te daha önce
6 Nisan 2011 tarihli yazımızda vurguladığımız bir gerçeği (yeni veriler
ışığında) bir kere daha ele alacağız. Önce verilerimizi tanıtalım.

Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) genel seçimlerden yaklaşık
bir hafta önce Kalkınma Bakanlığı altında yeniden örgütlendi. DPT’nin belki de
tarihsel olarak son işlevi çok önemli bir veri kaynağını bizlerle paylaşmak
oldu. DPT, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler adlı son yayınında Türkiye
ekonomisinin tüm Cumhuriyet dönemi boyunca sergilediği milli gelir rakamlarını
enflasyondan arındırarak 1998 sabit fiyatlarıyla bizlere sundu. Böylesi
kapsamlı bir veri setini bizlere ulaştırdığı için DPT çalışanlarına teşekkür
borçluyuz.

Verilerin enflasyondan arındırılmış olması sayesinde dönemler arasında
karşılaştırma yapmak olası. Cumhuriyet tarihini Korkut Boratav hocanın
ayırımıyla dört ana alt döneme ayırmaktayız. Bizleri daha çok ilgilendiren
dönemler ise kuşkusuz, 1998 sonrasında IMF ile imzalanan Yakın İzleme Anlaşması
ve güncel olan 2003 sonrasındaki AKP iktidarı dönemidir.

Türkiye ekonomisinin AKP idaresi altında (2003-2010) arasındaki yıllık ortalama
büyüme hızı yüzde 4.6 düzeyindedir. Bu oran Türkiye ekonomisinin tüm
Cumhuriyet tarihi (1923-2010) boyunca sergilediği genel ortalamadan anlamlı bir
farklılık göstermemektedir (yüzde 4.5). Dahası, Türkiye için 2001
sonrasında IMF tarafından biçilen yılda ortalama yüzde 5 büyüme hedefinin de
gerisindedir. Eğer, Türkiye ekonomisinin büyüme ortalamalarını IMF programının
tam anlamıyla uygulamaya konulduğu 1998 sonrasından başlatırsak neoliberal
modelin büyüme hızı yüzde 3.4’e gerilemektedir
.

Dolayısıyla, Türkiye ekonomisi neoliberal program altında, gerek tüm dönem
boyunca, gerekse AKP iktidarı özelinde geleneksel ortalama hızını aşan bir
büyüme sergilememiştir. Bu saptamaya bir karşı yorum olarak Türkiye’nin son
dönemde 2008/2009 krizlerinden olumsuz olarak etkilendiği; ancak söz konusu
krizlerin Türkiye’den kaynaklanmadığı ve dışarıdan gelen şokların yansıması
olduğu savlanabilir. Oysa, 2008/2009 krizinin yapısal nedenleri aslında zaten
tüm 2000’li yıllarda gerek Türkiye’de, gerekse kapitalizmin tüm merkez
ekonomilerinde uygulanmakta olan finansallaşma ve spekülatif rantiyer birikim
modelinin doğrudan bir sonucuydu. Türkiye’nin (ve tüm küresel ekonominin) 2001
sonrası genişlemesi kadar, 2008/2009 krizi de aynı politikaların kaçınılmaz
ürünüydü.

Dolayısıyla, Türkiye ekonomisinin 2010 yılındaki ve 2011’in ilk çeyreğindeki
performansı ne mucize bir büyüme ne de sürdürülebilir bir kalkınma sürecini
yansıtmaktadır. Türkiye ekonomisi 1980’li yıllardan bu yana adım adım
geliştirilen neoliberal projenin uluslararası yeni işbölümüne koşut olarak,
kalkınma hedeflerini yerli ve uluslararası spekülatif finans sermayesinin
kaprislerine terk etmiş ve küresel ekonominin bir ucuz emek ve finansal
kumarhane merkezi olmaya itilmiştir.


Erinç Yeldan
(Cumhuriyet-6 temmuz 2011)




İLETİŞİM: SES – Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Çankaya, Kızılay, Necatibey Cad. No:82 D: 4, 06420 Ankara Telefon: (0312) 232 61 22 e-Posta: [email protected]