1870’lerde açılan tıp fakültesiyle başlayan modern tıp
eğitimi ve bugüne ithaf edilerek gelenekleşen 14 Mart tıp bayramı yıllardır
bayram olarak kutlanamıyor. Nitekim bu yılda kutlanamadı.

Tarihin cilvesi midir
bilinmez askeri bir kültürle başlayan tıp eğitimi ve sıhhiye teşkilatlanmasının
günümüzde yaşadığı yıkıcı sorunları dile getirmek için on binlerce sağlık
emekçisini kendi meydanına, Sıhhiye meydanına çağırdı bu yıl. Çağrı samimiyetle
yapılırda uymamak olur mu? Olamazdı elbet ve karşılığını buldu.

 “Tıp” ile “sıhhiye” sözcükleri sağlık
kavramının tarihsel gelişimleri gereği birebir aynı anlamda kullanılmamış
olsalar da aslında özellikle 1960’larda başlayan sosyalizasyon dönemi ve bu
dönemin sağlık felsefesi gereği olarak neredeyse aynılaşmıştır. Buna rağmen
kamuoyunda her 14 Martı hekimlik mesleği ile özdeşleştiren, onunla
sınırlandıran yanlış bir algıdan özellikle söz etmek gereklidir. TDK sözlüğü
sıhhiyeyi ‘sağlık işlerinin tümü’ olarak tanımlarken tıp sözcüğünü ‘hastalıkları
iyileştirmek, hafifletmek veya önlemek amacıyla başvurulan teknik ve bilimsel
çalışmaların tümü’ olarak tanımlamaktadır. Her iki tanım da birbirine çok yakındır.
Her ikisinde de tek bir meslek grubu yoktur. Bilakis çalışmaların, işlerin
tümünden söz edilmektedir. İşte 13 Mart Sıhhiye meydanında sağlık hizmetlerinin
onlarca meslek grubunu ‘sağlık emekçisi’ kimliği ile bir araya getiren ve
beyazda birleştiren kültür, kavramlara hak ettiği değeri veren ve buna uygun
bir mücadele geleneğinden başka da bir şey değildir.

BAYRAM BENİM NEYİME!

Sağlık emekçileri bir gün sonra kutlanacak 14 Mart tıp bayramı
yerine mücadeleyi tercih ettiler. Gerçi mitingi görenler ‘bundan daha iyi bir
bayram mı olur’ diye düşünmüş olabilirler ama çok açık ki sağlık emekçileri
tepkili. Sağlık emekçileri bu sistemden, “sağlıkta dönüşüm” diye yutturulan
sağlıkta özelleştirme programından memnun değil.

İş güvenceli çalışma giderek azalıyor. Yalnızca aile
hekimliği uygulaması ile 100 bine yakın sağlık çalışanı sözleşmeli oldu. Sağlık
Bakanlığı bir rekora imza atarak taşerona bağlı çalışanların sayısını 120 bine
çıkardı. Böylece hem hizmeti özelleştirdi hem de kadrolu, iş güvenceli
çalışanlardan kurtulmuş oldu.

İş güvencesinin olmadığı yerde ücret güvencesinin de
olamayacağı malum. Nitekim sözleşmeli çalışanlar, özel sektörde çalışanlar
ücretlerini düzenli alamıyor. Kamudaki ücret rejimi de değişti. Temel ücret
yerlerde sürünürken vaka başı veya performansa dayalı ücret hâkim kılındı.
Bunun sonucu olarak meslekler içi ve meslekler arası ücret adaletsizliği
alabildiğine arttı. Öyle ki; bir devlet hastanesi içerisinde en düşük ücret
alanla en yükseği arasında 20 – 25 kat fark oluştu. Çalışanlar kendi aralarında
rekabet etmeye zorlandı. Koruyucu, önleyici birinci basamak sağlık
hizmetlerinin çökertilmesiyle hasta ve hastalıklar arttı. Sağlık Bakanı artan
poliklinik sayılarıyla övünedursun özellikle hastanelerde iş yükü ve angarya
alabildiğine arttı. Sevk sistemi kaldırılarak özel sektörün daha fazla para
kazanacağı, kamunun da daha fazla piyasalaşıp özelleştirileceği zemin
oluşturuldu.

Sağlık emekçilerinin
gelecek kaygısı artmakta, sistemden hoşnutsuzluk yapılan anketlerde %80’lere
dayanmaktadır. Buna birde belirli meslek gruplarının sürekli hedef haline
getirilerek Bakan ve Başbakan tarafından rencide edilmesi eklenince, gazeteler
kışkırtılan vatandaşın hekime, hemşireye saldırı haberleriyle dolup taşınca
artık sağlık emekçilerini bekleyen sokaklar, meydanlar oldu.

Sağlık sisteminin liberalleşmesi, piyasalaşması sonucu
sağlık harcamalarımız son 8 yılda 4 kat artarak 40 milyar dolara yükseldi.
Başlangıçta promosyon yöntemleri, DB kredileri ve küresel sermaye akışı ile
finanse edilen sağlık hizmetlerinin tüm faturası artık halkın sırtına yüklenmiş
durumda. Halk,  vergi, genel sağlık
sigortası primi, her hizmet alışında muayeneye, ilaca, tıbbi cihaza katılım
payı ve gittiği hastanenin sınıfına göre 
%40 la % 70 arasında değişen oranlarda ilave ücret olmak üzere en az
dört kalemde sağlık harcaması yapmaktadır. Sıkça “bıçak parası” edebiyatı yapan
Sağlık Bakanı yurttaşı yıllar içerisinde haraca boğmuş, aynı şeyi birkaç kez
ücretlendirmiştir. Bütün bunları yapabilmenin en etkili stratejisi de önce
mevcut kamusal, yarı kamusal sistemi çökertmek, burada oluşacak toplumsal
hoşnutsuzluğu “değişim”, “dönüşüm”, “reform” gibi sözlerle süsleyerek sağlıkta
özelleştirme programına yönlendirme olmuştur. Hal böyle olunca sendika ve
sağlık örgütlerinin ayağa kalktığı 2003, 2004 yılları toplum tarafından
yeterince algılanamamıştır. Oysa GSS’nin uygulamaya girdiği 2008 Ekim ayından
buyana toplumun hoşnutsuzluğu artmaya başlamış, özendirme döneminin
sonlanmasıyla fatura çıkmaya başlamıştır. Oysa bu durum bile geçicidir ve
GSS’nin asıl acı faturası genel seçimler sonrasına ertelenmiştir.

MÜCADELE FİLİZ VERDİ,
MEYVE DE VERECEK!

AKP Hükümeti döneminde başlayan “sağlıkta dönüşüm programı”
başta SES ve TTB olmak üzere sağlık örgütlerimizde de yeni bir mücadeleyi
başlattı. 2003 – 2004 “G(ö)REV” eylemleri, iş bırakmalar Sosyal Sigortalar ve
Genel Sağlık Sigortası Yasasını gündeme geldiği 2005 – 2008 döneminde çok daha
toplumsal ve siyasal bir içeriğe büründü. “Her
şeyin başı sağlık; sağlıkta yıkımı durduralım!”
mücadele programıyla
sistematik bir hal aldı. O dönemlerde sorunlarımızı gelecek zaman kipi
kullanarak, bir anlamda felaket tellallığı rolü alarak anlatırken güçlük
çekiyor, mücadelede bir çeperi aşmakta zorlanıyorduk.

Gelinen aşamada sorunlar çok daha net görülüyor. Artık
gelecek zaman kipine ihtiyacımız azaldı. Başka bir anlatımla bugün yaşananlar
geleceğin de aynası niteliğinde. Bu dönemi ise “herkese sağlık güvenli gelecek” şiarıyla ortaklaştığımız mücadele
programımız ekseninde örgütlüyoruz. Söylemlerimizin, politikalarımızın
inandırıcılığı hiçbir zaman bu kadar yüksek olmamıştı. Zorlu geçen yıllarda
sarf edilen onca emek karşılığını buldu.
27 Şubatta Diyarbakır’da 10 bin sağlık emekçisi
bir araya geldi. 13 Martta ise on binlerce emekçi Ankara ya
aktı
. Çoğu genç ve dinamik bu insanlarımızla adeta yeniden filizlendik. Gittikçe
daha fazla “çok SES, tek yürek”
oluyoruz. AKP gericiliğine karşı toplumsal muhalefetin etkisizleştiği bir
dönemde umudun rengi beyaz oldu. Kardelen misali artık baharı müjdeliyor sağlık
çalışanları.

Ülkemiz genel seçim atmosferine girdi. Birçok alanda
hesaplaşma olacak. Seçim meydanlarında sağlıktaki özelleştirme maharetlerini
övmekle bitiremeyen ve bir dönem için “dönüşüm” yanılsamasıyla önemli siyasal
rant elde eden AKP Hükümetiyle en önemli hesaplaşma alanlarından birisi belli
ki sağlık alanı olacak.  Meyve almak,
sonuç almak için yapılacak çok işimiz var. Önümüzdeki günlerde bir yandan
kongrelerimizde “sendikal yeniden
yapılanma”
nın adımlarını atarken diğer yandan sağlık emekçilerinin bu
haklı mücadelesini daha da büyütmek zorundayız. Tüm işyerlerini, tüm çalışanları
bu mücadeleye katmak ve üretimden gelen gücümüzü, GREV hakkımızı kullanmak zorundayız. Ancak bu şekilde gözü
görmeyen, kulağı işitmeyenlere taleplerimizi kabul ettirip, herkese sağlık ve
güvenli gelecek sloganımıza uygun bir ülke, buna uygun bir sağlık sistemi
kurabiliriz.

 

HERKESE SAĞLIK,
GÜVENLİ GELECEK MÜCADELEMİZİN KAZANIMLARIYLA 14 MARTLARI YENİDEN BAYRAM
YAPACAĞIZ 

                                                                                  

                                                                                                                                         SES
GENEL MERKEZİ       


      



İLETİŞİM: SES – Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Çankaya, Kızılay, Necatibey Cad. No:82 D: 4, 06420 Ankara Telefon: (0312) 232 61 22 e-Posta: [email protected]