Dönüşüm Programı (SDP)’nın tamamlayanı
olan Genel Sağlık Sigortası (GSS) ile ilgili yasanın parça parça uygulamaya
geçirilmesinin 2. yılını 1 Ekim’de dolduruyoruz. Sosyal
güvenlik kurumları birleştirilirken ve prim esası getirilirken sosyal
güvenliğin açıkları nedeniyle sürdürülebilir olmaktan çıktığı iddiaları ile
yola çıkan ve yeni oluşturacağı sistem ile bunu aşacağını söyleyen hükümetin bu
alandaki iki yıllık icraatını değerlendirmek gerekir.
SSGSS
yasası ile sosyal güvenlik ve sağlık konusundaki düzenlemelerle sağlığın
finansmanı ile sunumu birbirinden tamamen ayrılmış ve oluşturulan SGK, tüm
sağlık kurumlarından hizmet satın alır hale getirilmiştir. Bu süreç aynı
zamanda sağlığın daha çok piyasaya açılmasının aracı olarak da
değerlendirilmiş, çıkarılan ve halen hazırlanan yasalarla sağlıkta
özelleştirmenin, sermayeye daha çok kaynak aktarmanın kanalları da
büyütülmüştür.
Sağlık
çalışanlarının istihdamında, hizmet satın alma yolu ile çalıştırma,
sözleşmelilik, vekillik gibi uygulamalar getirilerek sağlık çalışanlarının iş
güvencesi ortadan kaldırılmış, ücretlendirmenin de performansa dayalı ödeme
biçiminde uygulanması esas alınmıştır.
Öznesi
insan olan sağlığın, özünde hiçbir insani öğe taşımayan insafsız sermayeye
teslim edilmesinin yolu olarak öncelikle vatandaşın, yanlış bilgilendirmelerle
sürece ikna edilmesi kolaylaştırılmıştır. Nasıl mı?
·
Sizi
hastane ayrımından kurtaracağız.
·
SSK
ilaç kuyruklarına mahkum olmayacaksınız
·
Beş
farklı sosyal güvenlik sistemi ve buna bağlı ayrı ayrı hizmet sunumu var, biz
hepinize eşit adaletli sağlık hizmetinin verilmesini sağlayacağız
·
Kayıt
dışı ödemeler ve bıçak parası tarih olacak
·
İsteyen
istediği hastaneye, istediği doktora gidecek, doktor-para ilişkisi kalmayacak
gibi söylemlerle elbette…
Sağlık
hizmetlerinin finansmanının GSS yoluyla sağlanmasının, verimliliği ve
etkililiği artıracağı, kapsayıcı olacağı ve herkesin sağlık güvencesine
kavuşturulacağı, maliyet denetiminin kolaylaşacağı, hizmetlerin niteliğinin
artacağı, genel olarak eşitliğin ve hakkaniyetin sağlanacağı söylemleri
kamuoyunda bir ölçüde ilgi uyandırsa da yaşatılan illüzyondan başka bir şey
değildi.
Peki,
iki yılda neler oldu, bizleri daha neler bekliyor?
SDP’nın
temel dayanakları arasındaki cepten ödemeler; İlaç, tıbbi malzeme, muayene
katkı/katılım payları bunun açık örnekleridir. GSS’nin ilk günlerinde kimi
başlıklarda sıfıra yakın olan bu cepten ödemeler her geçen gün daha da
artırılmaktadır. Muayene katılım payları Sağlık Ocağı/Aile Hekimlikleri için 2
TL, (açtığımız davayla Aile Hekimliğinde yürütme durduruldu.) hastaneler için 8
TL ve özel sağlık kurumları için 15 TL olmuştur. Hastanelerdeki 8 TL’nın 5
TL’sı maaştan kesilirken, 3 TL de eczanede elden alınmaktadır. Bu durum
hastaneye gidişi azaltmakta, reçetesiz ilaç alımını artırmaktadır. Üstelik her
hekim muayenesi için ayrı ayrı katkı payı alınmaktadır. Örneğin komplikasyon
gelişmiş şeker hastalarının aynı zamanda üç ayrı branş hekimine
muayenelerinin maliyeti hastalar için cepten ödenen 24 TL’dır. Buna ilaç katkı
payı dahil değildir.
Özel
hastanelere gelince; muayene katılım paylarına bir de hastane fark ücretleri
eklenmektedir. SGK’nın fark ücretlerini artırması bir yana belirlenen fark
ücretlerinin dışında daha yüksek ücretlerin cepten harcanması ister istemez
akla “bıçak parası”nın daha bir katmerlisini getirmektedir. Tüm bu cepten ödeme
şekilleri zaman içinde özel sağlık sigortası şirketlerinin iştahını açmaktadır.
Genel
Sağlık Sigortası yasası henüz taslak halinde iken tanımlanan ancak gündeme
getirmemiz ile tepki çeken ve sonrasında bir anlamda yasanın çıkmış halinde
örtülü hale getirilen “ek teminat paketi” için zemin oluşturulmakta. Ek teminat
paketinin özel sigorta şirketlerince yapılmasının tasarlanması akla domuz gribi gibi salgınları getirmektedir.
Özel sağlık sigortacılığının olası domuz gribi sekellerinin tedavisini kapsam
dışı bırakacağı yönündeki açıklamaları ibreti alem olarak hatırlanmalıdır.
Hükümet
GSS yasasında sevki zorunlu kılıp aksi durumlarda cepten ödemeyi öngörmekteydi.
Yerel ve genel seçim dinamikleri nedeni ile daha önce iki kez ötelenen
hastanelere sevksiz gelen hastalardan ek ücret alınması mevzusu ise seçim
süreci sonrasında yeniden halkın karşısına çıkartılacaktır. Bir anlamda
bakanlık Sağlıkta Dönüşümün dayanaklarından olan cepten ödemelerin bir
finansman modeli haline getirilmesi için hastane sevkleri konusunda halkın
sağlık algısı ile oynamış, olması gereken bir kuralı ve bir davranış kalıbını
pazarın ihtiyaçlarına göre şekillendirmek istemiştir.
Gelinen aşamada iddialarının gerçekleşmesi bir yana, tam
tersi bir tablo ortaya çıkmış, sağlık harcamaları baş döndürücü bir şekilde
artmıştır. 1999 yılında Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın %4,8’i olan toplam sağlık
harcamaları 2007’de %6’ya yükselmiştir. 1999 yılında 7.91 milyar dolar olan
kamu sağlık harcamaları, 2007’de 26.52 milyar dolara tırmanmıştır. 1999 yılında
3.77 milyar dolarlık cepten ödemeler 2007’de 8.53 milyar dolar olmuştur. SGK
İlaç Harcamaları 2001- 2008 yılları arasında dolar cinsinden 4
kattan fazla artmıştır. 2001’de 2 milyar dolar olan ilaç harcamaları 2008’de
8,3 milyar dolar düzeyine gelmiştir. Kamu emekçilerinden sağlanan %30 tasarrufa ve ilaç fiyatlarındaki
gerilemeye rağmen ilaç giderlerinin sağlık harcamaları içinde payı büyümüş,
verimsizliği daha da artırmıştır.
Sağlık
harcamalarındaki bu artışa paralel olarak toplumun genel sağlık düzeyinde bir
iyileşme olmamış, dolayısıyla verimlilik iddiası tam tersine verimsizlik
getirmiştir. Halkın sağlığına yansımayan bu devasa harcamalar, özel sağlık
sektörü, uluslararası ilaç ve teknoloji endüstrisinin kar hanesine yazılmıştır.
Yine bu denli geniş ve devlet tarafından kaynak aktarılan sağlık alanı,
yolsuzlukların da en çok görüldüğü alan olmuştur. Emniyet Genel Müdürlüğü,
devletin gücü ile kaynaklarını kişisel çıkar ve amaçları için kullanarak
yolsuzluk yapanları en fazla sağlık kurumlarında tespit etmiştir. Türkiye’de sağlık harcamalarının tutarı
yaklaşık 30 milyar TL. Suç örgütlerinin, bu harcamalardan nemalanmak
için özellikle sağlık hizmetleri alanında faaliyet gösterdiği tespit
edilmiştir. Ayrıca uygulamalarıyla yolsuzluklara zemin hazırlayan ve gerekli
önlemi almayan hükümet bu durumu bütçe açığına gerekçe olarak göstererek
beceriksizliğini manüple etmeye çalışırken acizliğini itiraf etmiştir.
Bilindiği
gibi sosyal güvenlik sisteminin finansman dengesini bozan en önemli etkenlerden
biri yüksek işsizlik oranıdır. Bir önceki aynı dönemde %13,6 olan işsizlik
oranının yüzde 11’e “gerilediğinin” ilan edildiği 2010 Mayıs ayında, istihdam
edilen 23 milyon 55 bin kişiden 10 milyon 55 bininin kayıt dışı alanda
çalıştığı ortaya çıktı. TÜİK’ nun verilerine göre 2010 Mayıs ayı itibariyle
kayıt dışı çalışan sayısında 490 bin kişilik artış yaşandı. DİSK Araştırma
Enstitüsü (DİSK-AR), işe başlamaya hazır olup iş aramayanlar dahil edildiğinde
geniş tanımlı işsizlik rakamının yüzde 16.4 oranla 4 milyon 608 bin olduğunu,
eksik ve yetersiz istihdam edilenlerle birlikte işsizlik oranının yüzde 20’ye
yükseldiğini ve işsiz sayısında da kriz öncesi döneme göre 454 bin kişilik
artış olduğunu ortaya koymaktadır.
GSS’nin
finansmanı çalışan kesimden ve işverenden kesilen primler yoluyla sağlandığı
için, son ekonomik kriz ile birlikte işini kaybeden işçi, işyerine kilit vuran
esnaf milyonlarla ifade edilen işsizler ordusuna eklenerek prim ödeyemez duruma
gelmiş bu durum GSS’na kaynak akışını azaltmıştır. İşsizlikle mücadeleye ve
işsizlerin mağduriyetinin azaltılmasına yönelik olarak yapılandırılan İşsizlik
Fonu’nun kaynakları hak sahipleri yerine bütçe açıklarını yamamakta
kullanılmıştır. Devlet, 2000 yılından bu yana fona toplam 6 milyar 38 milyon
liralık katkı payı öderken fondan 2007- 2010 yıllarında 9,7 milyar lira aldı.
Yani devlet, fona yaptığı katkının %50 daha fazlasını fondan geri almış oldu.
Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın verdiği bilgiye
göre, 17 Şubat 2010 tarihi itibariyle Türkiye genelinde aktif olarak kullanılan geliri açlık sınırı
(847 lira)nın çok altında olanlara verilen yeşil kart sayısı 9 milyon 541 bin 791’dir. Yeşil kartlıların 2007 yılında
3.913.616 liraya ulaşan giderleri, 2008 yılında 4.030.992 liraya çıkmış ve 2009
yılında da 6,440.266 liraya çıkarken, 2010 yılı sonunda rakamın 7 milyar lirayı
aşması beklenmektedir. Sayın Akdağ ve Hükümeti yoksulluğu ve yoksulları
istismar etmektedir. Aynı zamanda devlet toplum ilişkisinin geldiği düzeyi
göstermektedir. Şayet sosyal devletten söz edilecekse yoksulluk sınırı (2.758
lira)’nın altında yaşayan tüm yurttaşlar herhangi bir ek ödeme katkı payı
vermeksizin sağlık hizmetlerinden yararlandırılmalıdır.
Tüm bu sonuçlar, GSS’nın
sürdürülebilirlik, kapsayıcılık, verimlilik, etkililik, kalite, eşitlik ve
hakkaniyet gibi kendi temel gerekçelerine ters düştüğünü ve SDP’nın vitrinini
süsleyen bu söylemlerin aslında bir kandırmaca olduğu, beklenenden daha kısa
bir sürede açığa çıkmıştır. Söylenenlerin aksine sistemin kapsayıcılığı,
sunulan hizmetlere ulaşma ve hizmetlerin niteliği açısından GSS’nin
başarısızlığı, hak sahiplerinin bile feryatları ile
tescillenmiştir.
Ülkemizdeki birinci basamak sağlık
hizmetlerinin yaklaşık kırk yıllık deneyimini yok sayan, Dünya Bankası ve
IMF’nin bir dayatması olarak süslü söylemlerle gündeme gelen aile hekimliği,
bütüncül sağlık hizmeti ve koruyucu hekimlik anlayışından bir kopuşu ifade
etmektedir. Verilen hizmetlerin temel özelliği, hastalıkların önlenmesi değil,
ortaya çıkmış hastalığın tedavisi üzerine odaklanmaktır. Hekim başına düşen
muayene sayısı 1999’da yılda 4008’ken, 2009’da 12042’ye yükselmiştir.
Hastanelerde de 1999- 2009 arası yapılan muayene sayısı %250 kat artmıştır. Bu
arada acil servis hizmetlerinde (112 kapsamında) 2002- 2009 arasında 5 katlık
bir artış söz konusudur [i].
1990’lı yıllardan itibaren devam eden muayene sayısı artışı 2003 yılı
sonrasında hızlanmış ve 2009 yılında 2003’teki rakamın yaklaşık üç katına
ulaşmıştır. Peki, bu değişim gerçekten anlamlı bir erişim artışını mı ifade
etmektedir?
Acil servise başvuruların toplam başvurular içerisindeki payı yüzde 27
olup diğer ülkelere göre oldukça yüksek bir orandır. 2003 sonrasında toplam
başvurular ile birlikte acil servis başvurularının artışında da hızlanma
görülmüştür. Örneğin 2010 yılı ilk 4 aylık veri incelendiğinde, 4 ay gibi kısa
bir dönemde kişilerin tekrar tekrar acile başvurdukları, acil servislerin
sağlık ocağı ya da poliklinik gibi kullanıldığı ortaya çıkmaktadır. Katkı payı
ödemek istemeyen ve bu paraları ödeme gücü olmayan vatandaşlar, Sağlıkta
Dönüşüm Programı ile katkı payı alınmayan tek birim olan acil servislerde
yığılmaktadırlar. 2005 yılında acil servislere başvuran hastaların yüzde 65’ini
acil olmayan vakalar oluştururken bu oran günümüzde yüzde 70’lere ulaşmıştır.
Sağlık göstergeleri açısından ileri durumda olan gelişmiş ülkelerde,
geri ödeme sistemleri sadece çalışanların ödediği primlerle ayakta durmamakta;
çalışanların primleri yanında, işverenlerin katkısı ve devletin katkısı olmak
üzere üçlü bir kaynaktan beslenmekte ve en büyük katkı devletten olmaktadır.
Burada temel hedef bu alana aktarılan kaynağın ulaşılabilir, eşit, kaliteli bir
sağlık hizmetine dönüşmesi ve sağlık göstergelerinde artan bir düzelmeye yol
açmasıdır. Önceki sosyal güvenlik sisteminden vazgeçilmesinin ana gerekçesi,
mevcut sosyal güvenlik kurumlarının devletin sırtında bir “kambur” olduğu ve
makroekonomik dengeleri tehdit eden bir “karadelik” olarak gösterilmesiydi.
Ülkemizde 1990’lardan 2003 arası sosyal güvenliğe genel bütçeden
devletin katkısı milli gelirin ortalama %2.5’i iken aynı dönemde bütçeden faiz
ödemelerine giden kaynak bunun 5 katı %12.5 düzeyindedir. Peki, hangisi gerçek
karadelik?
Sonuç olarak; Artık sağlıktan bahsedildiğinde tıbbi bir özellik
değil, ekonomik bir durum ifade edilmektedir. Biz emekçilerin sermayesi; insanı
ve insanlığı merkezine alan tarihsel ideolojik değerleri, fiili meşru mücadele
geleneği ve birikimi, hak verilmez alınır şiarıyla bedeller ödeyerek kurduğu
örgütü, oluşturduğu kendi hukuku ve kolektif ruhla örgütlenmesidir.
Sağlıkta Dönüşüm ve onun tamamlayıcısı olan GSS’nin ortaya koyduğu kara
tablo ve yıllardır verilen mücadelelerle hem halkın hem de sağlık emekçilerinin
elde edilmiş kazanımlarının erimesi ile sürmektedir. Ancak büyük sermaye
gruplarının kazanacağı kapitalizmin altın kuralı burada da işlemektedir.
Emekçiler, ezilenler, yoksullar, kadınlar ve geniş halk kitleleri bu
sürecin mağduru olmuşlardır, ancak bu sürece “dur” diyecek olan da yine bu
kesimlerin vereceği ortak mücadeledir. Herkese iş, aş, demokrasi, eşitlik,
özgürlük, barış, adalet için ve sağlığın metalaştırılmasına karşı bugüne kadar
savunduğumuz herkese eşit, nitelikli, ulaşılabilir, finansmanının ödediğimiz
vergilerden karşılandığı bir sağlık sistemi için ve yine Herkese Sağlık Güvenli
Gelecek için mücadelemiz devam edecektir.30.09.2010