Radikal Gazetesi’nin web sitesinde yer alan “Tartışıyorum” bölümünde yayınlanan Tarım Orkam Sen Hatay Şube Yönetim Kurulu Üyesi Kadri GÖNÜLLÜ’nün “Toplu Görüşmede Top Kimde” başlıklı yazısıdır.

‘Toplu görüşme’de top kimde?

29/06/2009

KESK, yıllardır “toplu görüşme” maçlarına ya hiç çıkmıyor, ya da sahayı terk edip sokaklarda, meydanlarda yaygara kopartıyor. Yandaş takımlar, pardon sendikalar ise yenilseler de sonuçtan memnun. Rakip takımla el ele verip KESK’i mızıkçılıkla suçluyorlar durmadan.

KADRİ GÖNÜLLÜ (Arşivi)

Bir süre önce konfederasyon merkezi basılan, halen 32 sendika yönetici ve üyesi tutuklu bulunan KESK; Başbakanı ve sorumlu bakanları toplu sözleşme masasına çağırmak için 20 Haziran’da Başbakanlığa yürüdü. Baskıların son bulması, tutuklanan sendikacıların serbest bırakılması, sürgünlerin durdurulması da talepler arasındaydı. Binlerce emekçinin katıldığı yürüyüşte “TİS yoksa grev var”, “Sadaka değil, toplu sözleşme”, “KESK’i susturma, silahları sustur” gibi sloganlar atıldı; dövizler taşındı. Eylemde, 3 bin polis de görev yaptı. KESK Genel Başkanı Sami Evren, “Toplu Görüşme komedisi”nin tıkandığını ilan etmek ve “toplu sözleşme” taleplerini haykırmak için Başbakanlığa yürüdüklerini, toplu görüşme aldatmacasında ısrar edilirse buna grevle karşılık vereceklerini belirtti.

Peki, nedir bu “toplu görüşme”,gerçekten ‘aldatmaca’ mıdır? ‘Ciddi’ midir, ‘komik’ mi yoksa? Yenilir mi, içilir mi? “Toplu İş Sözleşmesi” ile bir akrabalığı ya da tanışıklığı var mıdır? Yoksa “yüce devlet”imizin icat ettiği bu kavrama, sırf mızıkçılık olsun diye mi çamur atıyor KESK? Hem, ikisi de “toplu” ile başlamıyor mu zaten; devamını okuyup kafa karıştırmaya ne gerek var ki!

“Toplu görüşme”nin kısa öyküsünü hatırlamakta fayda var sanıyorum: 80’li yılların sonlarında yeniden yükselen kamu emekçilerinin sendikal örgütlenmesi, yasaklamalara karşın kitlesellik kazandı. Devrimci, demokrat, ilerici memurların öncülük ettiği bu süreçte, baskı ve soruşturmalara rağmen ilk sendikalar kuruldu. Ankara meydanları, yüz binlerce insanın geceli gündüzlü süren oturma eylemlerine sahne oldu. Fiili ve etkin grevler yaşandı işyerlerinde. Buna karşılık, gidişattan rahatsız olan işveren devlet, bir gecede kendi muhataplarını yaratarak “yedeğe” aldı. Süreç Başbakanlık genelgeleri ile idare edilmeye çalışılsa da, yasal düzenleme ihtiyacı kaçınılmazdı. “Grev ve Toplu Sözleşme hakkı” içermeyen yasa tasarısını KESK, “Sahte sendika yasası” olarak tanımladı. ‘Sendikaları dernekleştirecek ve mevcut kazanımların gerisine götürecek’ dediği bu düzenlemeye karşı çıktı. İş bırakma ve alan eylemleri gerçekleştirdi. 4-5 Mart 1998 “Kızılay direnişi” ile, mecliste görüşülmekte olan yasayı ‘geri püskürtmeyi’ başardı. Bu süreçte, “yandaş sendikalar” tasarıya destek vererek bir an önce yasallaşmasını istediler. “Grev ve toplu sözleşme hakkı”nın yok sayılmasında bir sakınca görmediler. Bu tevekkülcü ve teslimiyetçi anlayış, kamu emekçilerini “toplu görüşme” haksızlığına mahkûm etmeye devam ediyor hala.

“Emekçilerin hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek üzere oluşturdukları sınıfsal örgütler” olarak kabaca tanımlanan sendikaların olmazsa olmazı “Grev ve Toplu İş Sözleşmesi” hakkıdır. “Toplu Sözleşme” işverenle yapılan pazarlığın, “Grev” ise anlaşmazlık durumunda devreye sokulabilecek caydırıcı gücün adıdır. Su için hidrojen ve oksijen neyse, “Grev ve toplu sözleşme” de bir sendika için odur. O zaman, “Kamu görevlileri sendikaları”nı hem “kör”, hem “topal”, üstelik sırtında “kambur”u olan yapılar olarak nitelendirmek haksızlık sayılmaz sanırım.

“Toplu Görüşme” oyunu

Pazarlık gücünden ve “Grev silahı”ndan mahrum kalan bir yapıya, ‘sendika’ denebilir mi? “Dernek” denir en fazla . O da, “Hint Horoz’u sevenler” dâhil herkeste var nasılsa. Yıllarca, görüşür durursun ondan sonra.

4688 Sayılı yasa ‘toplu görüşme’yi, kamu görevlilerin ekonomik, sosyal ve özlük haklarının belirlenmesinde “yetkili kamu görevlileri sendikaları ile Kamu İşveren Kurulu arasında yapılan görüşme” olarak tanımlar. Her yıl, Ağustos Ayı’nın 15’inde görüşmeler yapılır. Taraflar anlaşmaya varırlarsa “mutabakat metni” imzalanır; anlaşma sağlanamazsa taraflardan biri üç gün içersinde “Uzlaştırma Kurulu”nu toplantıya çağırabilir. Taraflar, Kurul kararına uyarsa “mutabakat metni”, yine anlaşamazlarsa “uyuşmazlık zaptı” imzalanır ve Bakanlar Kurulu’nun takdirine sunulur. Nihai kararı değerli bakanlarımız verir. Böylece “toplu görüşme” süreci tamamlanmış olur. Milyonlarca memur ve aile efradı ise, bu süreçte beyhude hayaller kurar durur. Genellikle hayallere % 2’lik “amorti” isabet eder. Beş on kuruşa “mutabakat” yapıldığı da çok olur. İşte, “toplu sözleşme”nin yerine ikame edilen “Toplu Görüşme komedisi” budur. Kimseyi bağlamayan bir ‘zabıt’tan ibarettir yani.

Gelin, hepimizin anlayacağı dilden, “ortak payda”mız futbolun diline sığınarak anlamaya çalışalım konuyu bu kez. Tek kale maçı hepimiz biliriz. Mutlaka oynamışlığımız vardır çocukluğumuzda, köyde harman yerinde, şehirde sokak aralarında. Toplu Görüşme, tek kale maç gibidir. ‘İki taraf’lı gibi gözükse de, ortada tek bir taraf vardır aslında. Kalede kimin olacağı ve kimin gol yiyeceği baştan bellidir. Güçlü taraf devlet tarafıdır; hakem de, düdük de ondadır çünkü. Seni adam yerine koyup “gazozuna maç” yapıyor diye havalara girmeyeceksin öyle. Tut ki “erkekliğin tuttu”, golü attın. Geçerli sayıp saymamak tamamen rakibinin elinde. Sonuçta ille de mağlup olacaksın, bu kesin. Diyelim ki maç sonucuna itiraz ettin. Hakem Kurulu’nu pardon “Uzlaştırma Kurulu”nu devreye soktun. Kurul, nihayetinde güçlü takımın adamlarından oluşmakta. Hadi diyelim ki, Kurul insafa geldi; senin lehine karar verdi. Rakip takım kararı tanımaz bu kez. Sonuç itibari ile, güçlü takımın antrenörü ve futbolcuları oturur; seninle ilgili kararı verir. Sonuç asla değişmez, mağlupsun. Her yıl Başbakanlıkta yazın ortasında tekrarlanır bu maç ve hep yenilirsin. Ha maç esnasında ısmarladığı gazozlar, cebine koyduğu üç beş kuruşluk harçlık yanına kar kalır. Daha ne olsun; büyüklerin seninle top oynamış, sevineceksin tabi.

KESK, yıllardır “toplu görüşme” maçlarına ya hiç çıkmıyor, ya da sahayı terk edip sokaklarda, meydanlarda yaygara kopartıyor. ‘Maç adil değil” diyerek “çift kale maç” talep ediyor. Görüşme değil “pazarlık hakkı” istiyor yani. Yandaş takımlar, pardon sendikalar ise yenilseler de sonuçtan memnun. Rakip takımla el ele verip KESK’i mızıkçılıkla suçluyorlar durmadan. Zaten, maçta şike olduğu en baştan belli değil miydi?

Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) Türkiye’yi, sendikal örgütlenme ve toplu pazarlık hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle kara listeye aldı. AHİM, kamu görevlilerinin de “Grev ve toplu sözleşme haklarının olduğuna” hükmetti. Boş verelim bunları, biz toplu görüşmeye devam edelim. Hem, devletle memur arasına girmek onlara mı kalmış.

Yeni bir “toplu görüşme”nin arifesindeyiz. Mağlubu baştan belli olan bu maçtan bir şey beklemenin âlemi yok. “Top bizi sevmedi” diyerek çamura yatmanın, günah çıkarmanın da faydası yok. “Yetkili sendika” Kamu Sen ve Memur Sen’i mızıkçılığa davet etsem, ‘oynayamıyorsan bari sahayı terk et’ desem de nafile, biliyorum. O zaman, sendikaların taraftarlarına pardon üyelerine, “Tribünü terk edin; gelin, birlikte oyunbozanlık yapalım” demekten başka çare kalmıyor. Varsın onlar “toplu görüşme”ye devam etsinler, biz “sözleşme” yapalım. KESK’e de bir çift lafım olacak bu arada: Madem ‘oyun’dan çekildik, hakkını tam verelim o zaman.

“Grev ve Toplu Sözleşme” şimdi değilse, ne zaman?

Kadri Gönüllü: KESK/Tarım Orkam-Sen Hatay Yöneticisi

 

İLETİŞİM: SES – Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Çankaya, Kızılay, Necatibey Cad. No:82 D: 4, 06420 Ankara Telefon: (0312) 232 61 22 e-Posta: [email protected]

×